Travmaların nesiller üzerindeki etkisi

Nesiller yıldan yıla değişse de acılar aynı kalabiliyor. Özellikle tarihte birçok medeniyeti bir araya getirmiş bir coğrafya olan Anadolu söz konusuysa. Ceren Gündoğan’ın Yaralı Rüzgâr kitabı 1938 Dersin olaylarını ve 1915 Ermeni tehcirinde yaşanan olaylarda yaşanan acıları, siyaset ve tarih kitaplarını bir kenara bırakarak, sadece insan hikayelerini ele alarak işliyor.

İki kadının travması

Aynı zamanda yazarın ilk romanı olan Yaralı Rüzgâr, genç bir kadın olan Roza ile yaşamının sonunda olan Bayan Angelica’yı uzak bir coğrafyada, İngiltere’de karşılaştırıyor. İngiltere’ye hem bebek bakıcılığı hem de çok istediği tiyatro eğitimini almak için giden Roza, hiç görmediği fakat bilinçaltına işlemiş aile acılarını ve dramlarını keşfederken, 1915 Tehciri ile İngiltere’ye göçen ve yıllardır konuşmadığı Türkçeyi kendisi ile konuşan Bayan Angelica ile tanışıyor.

İki uç nesil arasındaki farklılıklar bir kenara bırakılarak her iki kadın acılarda birleşiyor ve ortak dil olan Türkçenin tadını çıkararak dertleşiyorlar. Au pair programının bitmesiyle tiyatro hayalini İstanbul’da devam ettiren Roza, yaşadığı cinsel deneyim ile Dersim olaylarında ailesinin yaşadığı acıların açığa çıktığı keşfediyor. Terapi almak yerine yaşadığı vajinismusla yüzleşmek için kendi kendine çaba sarf ediyor. Ceren Gündoğan Yaralı Rüzgâr kitabının hazırlık sürecini anlattı.

Daha önce de yazı ile ilgili birçok üretimin var, Birikim Dergisi’nde ve Artı Gerçek’te sanat yazıların yer alıyor. Fakat Yaralı Rüzgar ilk kitabın. Kitabın çıkış süreci nasıl oldu?

Ben Yaralı Rüzgar için doğduğum andan beri yazmayı bekleyen bir kitap olarak tanımlarım. Doğduğum andan beri yazıyorum. Okuma yazmayı öğrendiğimden beri sürekli yazıyorum. 2016 yılının 10 Haziran’ında bu kitabı yazmaya başladım. O zamanlar tuhaf bir ruh halindeydim, sanki romanın doğum sancılarını yaşıyordum. Yani zihnimde sürekli bu roman dolanıyordu.

Romanı yazmam üç yılımı aldı

Adalarda dolaştığım bir gün karakterler yavaş yavaş canlandı. Araya farklı gündelik dertler de girdi ve 2018’de Kınalıada’dan İstanbul’a taşındığımda romanın üzerine tekrar çalışmaya başladım. Her sabah 4-5 arası kitaba çalışmaya başladım. Bu süreçte de romanı yazmam 3 yılı aldı. İlk başta Roza’nın gözünden romanı yazmaya başlasam da sonrasında hikâyenin bunu istemediğini hissettim ve tanrısal bakış açısıyla romanı yazmaya devam ettim.

Romanda farklı nesillerin yer aldığını okuyoruz. Dil kullanımı anlamında da buna özen göstermişsin.

Bayan Angelica, yıllar önce İstanbul’dan ayrılmış bir Ermeni olarak hala Osmanlıca içeren kelimeler kullanıyor. Dilin yenilenmesi onun için bir şey ifade etmiyor, Bayan Angelica için Türkçe o yıllarda kalmış. Aynı şekilde Roza da İstanbul’da doğsa da ailesinden duyduğu Kürtçe kelimeleri kullanıyor.

Peki hikâyecilik sende nasıl gelişti?

Invisible Chats (Görünmeyen Sohbetler) isimli Instagram hesabımda kafelerde ve sokaklardaki boş sandalyeler üzerine bazı hikayeler yazıyorum. Burada da çok güzel hikayeler gelişebiliyor. Zaten yazarlığın masaya oturup da kalem veya daktiloya bağlı olarak yapıldığını düşünmüyorum. Yazarlık bitimsiz bir beyin jimnastiği. Yemek yerken, yürürken, çalışırken içeride bir manivela sürekli hareket halinde. Hemingway’ın bir sözü var, yazmakta önemli bir şey yok sadece masaya oturup kanamaya hazır olmak gerekir diyor. Zor kısmı orası tabii. Ve tek başına kalınan bir durum yazma hali. Bir yandan yazdığınız konu çok neşeli değilse ızdıraplı bir duygu. Yaralı Rüzgar’da da tüm karakterlerin duygularını hissettim, yaşadıklarını yaşadım.

Bu kadar iç içe olduğuna göre karakterlerde kendini bulduğun yönler oldu mu?

Dersimliyim. Ailem Dersim’den 1982 yılında Gebze’nin Tavşanlı köyüne gelmiş. Abim de ben de orada büyüdük. Roza ile kendimde paralellik kurulabilecek noktalar ise onun ailesinin de memur olması. Aynı kültürle iç içe olması ve tiyatro ile ilgilenmesi.

Roza’nın İstanbul’a dönmesiyle memleket sorunlarının ve sanat konularının yer aldığı sohbet bölümlerinin canlı tasvirlerini okuyoruz.

Evet, benim de bizzat yaşadığım içinde bulunduğum sohbetler. Özellikle sanatla ilgili arkadaşlarımla yaptığımız tartışmaları severim. Bu sohbetleri de verimli düşünmek açısından oldukça güzel bulurum.

Peki Roza’nın tiyatro yapma isteği devam ediyor mu?

Bence bir süreden sonra duruyor. Hayat onu farklı bir noktada, kendisiyle karşılaşmaya getirdiği için ve yaşadığı vajinismusla ilgili takıntı yaşadığı için tiyatro önem sırasından çıkıyor. Ve bu sorunun kaynağı da kendisine hiç anlatılmasa da ailesinin yıllar önce tanık oldukları. Bu açıdan kendisine anlatılmayan ve yaşamadığı bir travmanın belirtisini görüyor vajinismusla birlikte.

Dersim olaylarını ve Ermeni tehcirini sloganvari söylemler kullanmadan yansıtıyorsun. Sadece bireylerin yaşadıkları acıları ele alıyorsun.

Evet yapmaya çalıştığım da buydu. Bu tür büyük haksızlıkları anca birey üzerindeki etkisini anlatırsak en değme sloganı bile karşılamayacak şekilde resmetmiş olursunuz. Bir izleyici ve okur olarak da bunu düşünürüm. Ajitasyon ve propaganda yerine olayların arkasında neler olmuş olabilir, insanlar neler yaşamış olabilir bunu anlatmak önemli bence. O dönemde yaşatılan acıların yanında acıları uygulayanlar, buna tanık olup suskun kalanlar için de büyük bir travma söz konusu. Bu yüzden Bayan Angelica’nın sevgilisi aynı zamanda oğlu Osman’ın babası var. Yüzbaşı Macit Bey Dersim Harekatı’nda görevli bir subay ve kendisi kimseyi öldürmese de ölüm emri vermese de Roza’nın yaşadığı kilitlenmeyi Macit Bey’de de görüyoruz.

Psikolojinin de çokça kullanıldığı bir kitap. Kitabın psikolojik temelini oluştururken nelere dikkat ettin?

Evet çok ilgim var. Kitap oluştuktan sonra akademisyen ve psikolog birçok arkadaşımdan kitabı okumasını istedim. İstanbul Gedik Üniversitesi’nde de görev alan Psikiyatr Doktor Hira Selma Kalkan’dan da danışmanlık aldım. Kitabın eksik veya fazla gördüğü noktalarına değindi. Psikolojik rahatsızlıkların ve travmaların genetik olarak nesilden nesile aktarıldığına dair tezler var. Romanın da ana teması bu. Roza, kendi yaşamadığı travmaların etkilerini genetik aktarım ile yaşıyor.

Ahmet Çağatay Bayraktar

Paylaş

Son Yazılanlar

Gastronominin Kalbi Antalya’da Attı

Her yıl olduğu gibi bu yıl da FoodFest Antalya Uluslararası Gastronomi Festivali’nde moderatör olarak yer almak, benim için büyük bir keyifti. Üç gün boyunca Karaalioğlu

Emlakta ceza sistemi vatandaşı yordu

Serbest piyasa ekonomisi, ‘Malımı istediğime istediğim fiyata satarım’ devri kapandı. Bakanlık yüz binlerce tapulu ev için yazı göndermeye başladı. Maliye, mülkünü yakın zamanda satan mülk

Olmayacak dua, 1.5°C’lik sıcaklık artışı

Dünya 3.1°C’lik ısınmaya doğru hızla ilerlerken, şirket yöneticileri iklim hedeflerinin doğrulanması için, işletmelerinin 1.5°C’lik bir hedefle uyumlu olduğunu göstermeleri gerektiğini fark ettiler. Ancak bu farkındalık

Akdeniz kıyısında saklı miras Lazkiye

Güney Komşumuz Suriye’nin Akdeniz kıyısındaki önemli şehri Lazkiye Son günlerde adını sıklıkla duyuyorsunuz. Şimdiye kadar hep olumlu güzel sıfatlarla anıyorduk komşumuz Suriye ‘yi. Çok kültürlü,

Geleceğin Mutfağı Geçmişimizden Geliyor

Bugünlerde küresel ölçekte derinleşen ekonomik dalgalanmalar, ekolojik dengesizlikler ve tarımsal üretimdeki zorluklar, hepimizi derinden etkiliyor. İklim krizinin tetiklediği beklenmedik hava olayları, gıda üretimini sekteye uğratırken,

Mayıs Salıncağında Uçmak

Pencereden başımı çıkarıp içime çektiğim derin soluğun, gözümü kapatınca tenime dokunan havanın, seslerin, bulutların, birbirinin gölgesinde gezinen yaprakların kendi halleri içinde, olanca endamlarıyla kendimi iyi

Girit’ten Side’ye dostluk festivali

Kasım ayındaydık telefonum çaldı. Manavgat belediyesinden aramışlardı. Side‘de ilkbaharda bir festival yapalım ne dersiniz? diye sordular. ‘Nasıl bir festival olsun?’ diye sorduğumda bana, 1870 yıllarından,

Enginarın Bereketi, Gastronomi Şöleni

Geçtiğimiz hafta Ege’nin incisi Urla, geçtiğimiz yıllarda olduğu gibi sadece bir ilçe festivalinin çok ötesine geçen bir gastronomi şölenine ev sahipliği yaptı. 24-27 Nisan tarihleri

Mevsimin Tadı Yarının Umudu

Günümüzde sürdürülebilirlik kavramı, çevresel dengeyi koruma ve gelecek nesillere yaşanabilir bir dünya bırakma amacıyla her geçen gün daha fazla önem kazanmaktadır. Bu bağlamda, geleneksel tarım

Gastronomi ve Mitolojik Öyküler

İlkbaharla beraber doğanın bu masalsı dönüşümünü, ağaçların yeşermesini, çiçeklerin açmasını, mevsimin tatlarını, lezzetlerini ve mis kokulu ilkbahar günlerini hep beraber yaşıyor ve kutluyoruz. Masalarımız taptaze