Çok değil, bundan 10 yıl önce iklim değerlendirmeleri yaparken gelecek 100 yıla dair projeksiyonlar yapıyorduk. O zamanlar, İTÜ Avrasya Yer Bilimleri Enstitüsü iklim araştırma ekibi yıllar süren müthiş bir araştırmayı henüz tamamlamıştı ve geleceğe dönük iklim projeksiyonları sunuyordu. Sonuçlar ise elbette iç açıcı değildi. O zaman röportaj yaptığım ekibin içinde araştırma görevlisi Deniz Bozkurt da vardı. Şimdi Valparaiso Üniversitesi Meteoroloji Bölümü Öğretim Üyesi olan Bozkurt ile yeniden konuyu değerlendirdik.
10 yıl önce sizinle röportaj yapmıştık ve o zaman, “Türkiye İklim Projeksiyonları” çalışmasını yayınlamıştınız. Türkiye’yi nelerin beklediğine dair ipuçları veren raporda iki ana bölüm vardı. Birincisi sıcaklık, yağış ve yüzey akışındaki değişimleri, ikincisi aşırı olaylardaki değişimleri kapsıyordu.
O zamanki çalışmanızın yavaş yavaş gerçeğe doğru nasıl ilerlediğini sorsam neler söyleyebilirsiniz?
Gözlem verileri baz alınarak yapılan değerlendirmelerde 2000’li yıllar ile artmaya başlayan sıcaklık artış hızının en kötü senaryolardaki emisyon artış hızı ile çok yakın bir seyir halinde olduğu görülmektedir. Bizim o zamanki çalışmamızda bahsedilen senaryolar Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) dördüncü değerlendirme raporunu baz almaktaydı. Şu andaki en güncel senaryolar ise IPCC’nin 2021 yıl içinde yayımlamaya başladığı altıncı değerlendirme raporu kapsamında yer alan senaryolardır. Her ne kadar güncel senaryolarda ve kullanılan iklim modellerinde yapılan değişimler/iyileştirmeler daha da zengin ve önemli bilgiler sunsa da, o zamanki çalışmamızda bahsedilen senaryoların şu andaki güncellenmiş senaryolar ile oldukça benzerlik taşıdığını söyleyebiliriz. Yani, emisyon salınımındaki bu artış hızı ile devam edersek şiddetli ısınmaların ve su sıkıntısının giderek artmaya başlayacağı bir döneme doğru hızla ilerlemekteyiz.
Akdeniz Havzası iklim değişikliğinden en çok etkilenecek bölge
Simülasyonlarınız “En kötümser”, “Kötümser”, “İyimser” senaryolara göre yapılmıştı. 2071-2099 dönemi projeksiyonlarına bakınca, Türkiye’nin doğusunda ısı en kötümser senaryoya göre 7.3, kötümser senaryoya göre 5.2-6.8, iyimser senaryoya göre ise 3.4 derece artacak. Türkiye’nin batısı içinse en kötümser senaryoya göre 6.9, kötümser senaryoya göre 4.7-6.9, iyimser senaryoya göre 3.3 derecelik bir artış öngörülüyordu.
Daha anlaşılır bir dille anlatırsak, Bizi sıcaklık artışları anlamında neler bekliyor, gerçekte ne kadar yılda ne oranda bir artış görülecek ve bu bizim coğrafyamızı nasıl değiştirecek?
Ülkemizin de içinde bulunduğu Akdeniz Havzası iklim değişikliğinden en çok etkilenecek bölgeler arasında yer almaktadır. Bu bağlamda, Türkiye’de gözlemlenmiş sıcaklık artış hızının en kötü senaryolarda daha da artacağını söylemek hiç de zor olmaz. Örneğin, 19. yüzyıl sonuna göre Türkiye için 2020 yılında tespit edilen yıllık ortalama sıcaklık artışı yaklaşık +2 derece iken en kötü senaryolarda bu artış 2050 yılında yaklaşık +3.5 dereceye 2100 yılında ise +6.5 dereceye ulaşacak. Sera gazları emisyonun önemli ölçüde azaltıldığı senaryolar ise (yaklaşık 2080’lerde küresel ölçekte net sıfır karbondioksit emisyonu) bu artış değerlerinin yaklaşık +3 derece civarında sınırlı kalacağını göstermektedir.
İyimser senaryolarda bile ortaya çıkan bu önemli sıcaklık artışlarının ve etkilerinin önüne geçmenin en önemli yollarından birisi daha radikal bir şekilde sera gazları emisyonunun azaltılmasıdır (örneğin, yaklaşık 2050’lerde küresel ölçekte net sıfır karbondioksit emisyonu). Bu sıcaklık artışlarının en kötü senaryolarda yüzyıl sonuna doğru bizim 10 yıl öncesinde ortaya koyduğumuz projeksiyonlarla benzer bir şekilde denizden uzak iç kesimlerde ve Türkiye’nin doğusunda +7 dereceye kadar çıkabilmesi kuvvetli bir ihtimaldir. Özellikle, gene aynı dönem ve senaryo koşulları için yaz mevsimindeki maksimum sıcaklıklardaki artışlar Ege, Akdeniz, Doğu ve Güneydoğu Anadolu şehirlerinde +8 dereceye kadar çıkabilir.
Kuraklık su ve gıda kıtlığı yaratacak
Bu denli güçlü sıcaklık artışları sadece insanlar için değil diğer ekosistem elemanları için de su, enerji ve gıda ile ilgili temel gereksinimlere ulaşma konusunda geri dönülemez sonuçlara yol açabilir. Özellikle, kuraklık ile tetiklenen su ve gıda kıtlığı sonucu sağlık, tarım ve ekonomi gibi alanlarda ciddi krizlerin ve öngörülemeyen bozulmaların gerçekleşmesi beklentiler dahilindedir. İklim değişikliğine ek olarak arazi kullanımının ve şehirleşmenin de kontrol dışına çıkması ile kara ekosistemi ve biyoçeşitlilik önemli zararlar görecektir. Değişen yüzey örtüsü ve toprak kalitesi de sıcak hava dalgaları, seller ve orman yangınları gibi olayların etkilerinin daha da fazla olmasına neden olacaktır. Denizlerdeki ısınma ile beraber deniz fizikokimyasal özelliklerindeki ciddi bozulmalar deniz canlılarını ve kıyı ekosistemini daha derinden etkileyecektir.
Maalesef bulunduğumuz topraklarda özellikle de büyük şehirlerde kar yağışı çok azaldı. Özellikle İstanbul’da yağması beklenen kar son üç-dört yıldır yok. Bu neden ve sonuçları ne olacak?
Sıcaklık artışı ve yağış miktarını değiştirmeye ek olarak, iklim değişikliği yağış türünde de değişikliklere yol açmaktadır. Kar yağışının oluşmasını kontrol eden en önemli mekanizma atmosferdeki hava sıcaklığıdır. Değişen iklimle beraber sadece yüzey sıcaklığı artmamakta atmosferimiz de ısınmaktadır. Bu nedenle ısınan atmosfer ile yağmuru kara çevirecek donma sıcaklığının oluşması da güçleşmekte ve kar yağışlarının azalmasına neden olmaktadır. Ayrıca, şehirleşme ve betonlaşma gibi diğer alt faktörler yüzeyin ve yüzeye yakın yerlerin daha da sıcak olmasına ve atmosferde oluşabilen kar tanelerinin yüzeye ulaşamadan erimesine neden olabilmektedir.
Kar yağışı ve örtüsü iklim sisteminin önemli bir parçasıdır. Örneğin, kar örtüsü yüksek yansıtma özelliği ile yüzey sıcaklığının düzenlenmesine önemli ölçüde katkıda bulunur. Gene benzer bir şekilde, kar örtüsü toprak ve zemini yalıtmaya yardımcı olup nemin atmosfere buharlaşmasını önler. Kar erimesi ile de nehir ve su rezervuarlarının beslenmesi sağlanmış olur. Tüm bu faydalar göz önüne alındığında İstanbul’daki kar yağışı azalması sadece su kaynakları ve tarım faaliyetlerine zarar vermekle kalmayıp yüzey ile atmosfer arasındaki su ve enerji döngüsünün bozulmasına da yol açarak sonraki aylarda ve mevsimlerde oluşması muhtemel aşırı hava olaylarına daha uygun koşullar yaratabilir.
En önemli sorunlardan biri kullanılabilir suyun azalması. Bu konuda bilim insanları ne gibi çareler arıyor?
İnsan kaynaklı iklim değişikliği ile beraber azalan yağış miktarları suya ulaşım konusunda en büyük zorlayıcıdır. Bununla beraber, nüfus artışı, arazi kullanımındaki değişiklikler ve yeraltı suyunun çekilmesi gibi diğer insan kaynaklı zorlayıcılar da su krizinin daha da derinleşmesine neden olmaktadır. Bu sorunlarla başa çıkmak için her şeyden önce daha radikal bir şekilde küresel sera gazları emisyonunu azaltılmalıdır. Uyum çabaları kapsamında ise, yerel ve bölgesel ölçekte, tarımsal üretimi çok daha düşük su gereksinimleri ile arttırabilecek ürünler ve yöntemler geliştirilmelidir. Ayrıca, evsel ve endüstriyel atık sularının geri dönüşümü ile tekrar kullanıma hazır hale getirilmesini sağlayan teknolojik yatırımların teşvik edilmesi de önemlidir. Arazi kullanımı ve yeraltı ve yerüstü su kaynakları ile ilgili yönetişim çabalarının arttırılarak tüm toplum düzeyinde su krizi ve iklim değişikliği farkındalığının arttırılması su krizi ile mücadelede önemli adımlardır.
Bunun yanı sıra yağmur çok fazla yağabiliyor ama susuzluk hala yüksek oranda tehlike bunun nedenini açıklar mısınız?
Bunu yukarıdaki cevapla açıklayabiliriz: yağış miktarlarındaki değişimlere ek olarak nüfus artışı, sanayileşme, arazi kullanımındaki değişiklikler ve yeraltı suyunun çekilmesi gibi diğer insan kaynaklı zorlayıcılar da su krizinin daha da derinleşmesine neden olmaktadır.
11 yıl önce “2011-2040 arasında “sıcak hava” günleri görece az olacak ancak 21. yüzyılın sonuna doğru Güneydoğu Anadolu Bölgesi ve Akdeniz’in kıyı alanlarında önemli ölçüde artış görülüyor.” Demiştiniz. Şimdi durumu nasıl özetlersiniz?
Yukarıda da yazdığım gibi, bizim 10 yıl önce ortaya koyduğumuz projeksiyon sonuçları aşırı hava olayları bakımından da güncel projeksiyonlarla oldukça benzerlik göstermektedir. Örneğin, son IPCC raporundaki en kötü senaryolara göre maksimum sıcaklığın 40 dereceden fazla olduğu yıllık ortalama gün sayısı 2021-2040 döneminde Ege ve Akdeniz kıyıları civarlarında yaklaşık 10 gün artıyorken Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde bu artış yaklaşık 20 gün olarak beklenmektedir. Yüzyıl sonuna doğru ise hem Ege ve Akdeniz kıyıları civarları hem de Güneydoğu Anadolu Bölgesi bu artışın en yoğun olduğu alanlar olarak gözükmekte (40 gün ve üzeri) ve bu bölgeler aşırı sıcak hava olayları bakımından büyük bir kırılganlığa sahip bölgeler olarak ön plana çıkmaktadır.
‘Çölde yaşayan hayvanları görebiliriz’
Akdeniz Havzası’ndaki ve civarındaki bölgelerde en kötü senaryolarda daha da artan sıcaklık ve kuraklık problemleri toprak kalitesini etkileyerek teknik olarak çöl sayılabilecek alanların artmasına neden olacaktır. Küresel ısınma mevcut hızda devam ederse, Akdeniz ekosistemlerinde daha önceden görülmemiş değişimlerin oluşmasını beklemek hiç de ihtimal dışı değildir. Örneğin, değişen ve kayan iklim kuşakları ile beraber ormanlık alanlar daha yükseklere doğru hareket ederken artan çölleşme ile daha kurak ve sıcak bölgelerdeki yüzey örtüsü ve toprak içeriği de değişmiş olacak. Bu değişim ve göçle beraber Akdeniz Havzası içinde yeni yaşam alanları tecrübe edinen çöl canlılarını da görebiliriz. Bu dönüşüm sadece kara ekosisteminde değil deniz ekosisteminde de görülebilir. Örneğin, Akdeniz’in ısınması ile beraber bazı deniz canlılarının hayatta kalabilmek için daha derinlere doğru göç ettiği tespit edilmiştir.
Bölgelerimizi baz alırsak önümüzdeki 30 yılda hangi bölge susuzluk ve sıcaklık artışı açısından ne durumda olacak?
Emisyon salınımındaki bu artış hızı ile devam edersek, önümüzdeki 30 yıllık süreçte yüzyıl sonunda olduğu gibi Ege ve Akdeniz civarları ile Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgeleri sıcaklık artışı ve susuzluktan en çok etkilenecek bölgeler olacaktır. Özellikle, dağlık alanlarda azalan kar örtüsü ile beraber nehir havzalarındaki su kaynakları problemleri daha da artacaktır. Her ne kadar kuzey kesimlerde güneydeki kadar yağış azalması öngörülmese bile şehirleşme, arazi örtüsü kullanımı ve artan nüfus ile beraber ciddi bir kuraklık olmadan bile su sıkıntıları yaşanabilir.
Artan deniz yüzey sıcaklıkları ile beraber özellikle yaz ve sonbahar dönemlerinde meydana gelen şiddetli sel olaylarının da özellikle Karadeniz kıyıları için büyük bir tehlike olduğunu da belirtmek lazım. Aşırı hava olayları ve artacak deniz seviyesi ile beraber kıyı ekosistemlerinin taşkın ve erozyon gibi tehlikelerle daha sık yüz yüze kalması güçlü bir ihtimaldir.
Füsun Saka
Kaynaklar:
- Önol, B., Bozkurt, D., Turuncoğlu, U.U., Şen, O.L., Dalfes, H.N., 2013. Evaluation of the 21st century RCM simulations driven by multiple GCMs over the Eastern Mediterranean-Black Sea region. Climate Dynamics, 42, 1949-1965, https://doi.org/10.1007/s00382-013-1966-7.
- https://berkeleyearth.org/policy-insights/
- https://interactive-atlas.ipcc.ch/