Covid-19 salgını başlayalı iki yılı geçti. Başlangıçta, “Nasılsa kısa sürede geçer, dünya bunu da atlatır” gözüyle baktığımız salgın için tüm söylenenler boşa çıkarken, bilim insanları da hangi aşıların ne oranda etkili olduğu, salgının ne zaman gerileyeceği, kimlerin salgında hayatını kaybetmesinin daha muhtemel olduğu konusunda bilimsel bir çalışmayı tamamlayamadı. Covid-19’un varyantları giderek artıp, insanlık varyantlardan varyant beğenirken sonunda Omicron herkesin kapısını çaldı ve durum, biraz da gripten hallice bir hastalığa dönüşüyor izlenimi vermeye başladı. Bu noktada Prof. Dr. Selim Badur’la konuyu aydınlatacak bir söyleşi yaptık…
Afrika ülkelerinde aşı karşıtlığı ile ilgili projeler geliştiriyoruz
Prof. Dr. Selim Badur İstanbul Tıp Fakültesi’nde 25 yıla yakın bir süre viroloji ve temel immünoloji ana bilim dalının başkanlığını yaptı. Yaklaşık 5 yıl önce de üniversitedeki görevinden ayrıldı. Çeşitli nedenler ile üniversiteden ayrıldıktan sonra, beş sene önce uluslararası bir aşı kurumunda gelişmekte olan ülkelerdeki aşı projeleri üzerine çalışmaya başladı. “Özellikle Afrika ülkelerinde aşı karşıtlığı ile mücadele için birtakım projeler geliştiriyoruz” diyen Badur, solunum yolları enfeksiyonları ile ilgisinin özellikle üniversitede çalıştığı döneme denk geldiğini belirterek, “Laboratuvarımızın bir bölümü Dünya Sağlık Örgütü’nün referans laboratuvarıydı. Grip başta olmak solunum yollarını etkileyen virüsler üzerine çalışıyorduk ki buna koronavirüsler de dahil. Kullandığımız bütün malzemeler Dünya Sağlık Örgütü’nden geliyordu. Biz de sonuçlarımızı Dünya Sağlık Örgütü ile paylaşıyorduk. Uluslararası boyutta çalışan iyi bir laboratuvardı” diye anlatıyor. Badur ile son dönemde bitti, bitecek denen ve hala aşıların tartışmalarının en yoğun olduğu dönemde tüm ayrıntılarıyla pandemiyi konuştuk…
Türkiye, 14 milyon Covid’e yakalanan kişi sayısı ile dünyada sekizinci sırada
Dünyada pandemi ne durumda, hangi konumdayız şu an?
Çeşitli siteler var, Dünya Sağlık Örgütü, Johns Hopkins Üniversitesi gibi ve bunlara bakıyorum sürekli. Bu sabah baktığımda koronavirüse yakalanan olgu sayısı dünyada 458 milyonu geçmiş vaziyette. 6 milyona yakın insan da hayatını kaybetti. Bazıları yaşadığımızın gerçek bir pandemi olmadığını söylese de bu sayılar önemli. Johns Hopkins Üniversitesi’nin sitesine göre Türkiye, bu sabah vaka sayılarına göre sekizinci sıradaydı. Dünya Sağlık Örgütü’nün sitesinde ise farklı bir sıralama var. Johns Hopkins sıralamasında özellikle son bir ay içerisindeki olgulara bakarak bu sıralamak yapılıyor. Bu sıralamaya göre Türkiye 14 milyon COVID’e yakalanan kişi sayısı ile sekizinci sırada. Neredeyse 93 bin kişi de yaşamını yitirmiş.
Herkes hasta olmaya başladı. Grip olduğunu sandığımız çoğu kişi aslında COVİD olabiliyor. Okullar açıldı ve kapatılmıyor, aileler de birbirlerine bulaştırıyor. ‘OMİCRON, grip gibi çok rahat geçiriliyor’ dense de sinir uçlarına kadar iltihap görülen ve emboli olan vakalar da var. Sizin gözlemlerinizle hastalığı seyri ne durumda?
Grip veya diğer solunum yolları enfeksiyonlarına yol açan etkenlerden biraz daha farklı özellikleri var SARS/COV 2 dediğimiz virüsün. Her şeyden önce bu virüsün hücrede bağlandığı reseptör, kısaca ACE 2 reseptörü, grip, nezle ve soğuk algınlığında sadece solunum yollarında, akciğerlerde bulunan reseptörlere etki ediyor. SARS/COV 2’nin etki alanı beyinden böbreğe, sindirim sisteminden deriye kadar hemen hemen vücudumuzun bütün sistemlerine yayılıyor. Bu yüzden, solunum sistemi dışında sinir sisteminde gastrointestinal sistemde enfeksiyon oluşturması ve hasarlara yol açması önemli bir nokta. Zaman içerisinde Long COVİD dedikleri uzun COVİD olgusu var. Hastalığı atlatan ve iyileşen kişilerde 3 ila 6 ay kadar süren çeşitli uyku bozuklukları, baş ağrısı, solunum güçlüğü başta olmak üzere birtakım arazlar çıkıyor. Bir kısım insanda görülen daha aykırı bulgular da ortaya çıkabiliyor. Uykusuzluk, aşırı yorgunluk hali, solunum güçlüğü gibi. Tabi endotelin tutması ile ilgili olarak biyolojik birtakım sorunlar da ortaya çıkabiliyor. Her ne kadar ilk başlarda aşı olanlarda bazı kalp sorunları yaşandığı söylense de COVİD’in kendisinin de bu gibi sorunlara yol açtığını biliyoruz. O nedenle tek bir grup içerisinde toplamak yeterli değil. Çok çeşitli ve farklı organlarda, bireyden bireye değişen hasarlara yol açabiliyor.
Hafif bir grip geçiriyormuşsunuz gibi oluyor. Mesela ben 20 gün önce COVİD geçirdim, tansiyonum yükseldiği için bir gün hastanede yatmak zorunda kaldım. Ve hiçbir şekilde düşmedi.
Bu hiç şaşırtıcı değil. Kişinin hastalığı hafif veya ağır geçirmesinde birçok faktör etkili. Kişinin aldığı virüs miktarından bağışıklık sistemine, kişinin obezite, kalp rahatsızlığı ve yaşı gibi. Kronik hastalığı olan kişilerde de hastalığın daha ağır geçtiğini biliyoruz. Her olguda olmasa da bazı kişilerin immün sistemlerinde genetik defektler (kusur) var. Örneğin kişilerin immün (bağışıklık) sistemlerinde interferon genleri az ise yeterli interferon üretemiyor ki bu da vücut için önemli bir savunma duvarı, hastalığın daha ağır geçmesine yol açıyor. Örneğin çocuklarda yüzde 3 ila 4’lerde görülen, Misk adı verilen bir enfeksiyon tipi ortaya çıkıyor. Buna çoklu organ yıkımı gibi bir inflamatuar bir hastalık deniyor. Tabii ısrarla altına çizmek istediğim gibi, enfeksiyon geniş yelpazede farklı bulgular gösterebiliyor.
Pandeminin tamamen bitmesine 10 yıl var deniyor. OMİCRON bunu bitiriyor diyenler de var. Bu konuda bize neler söylersiniz?
Aşı veya enfeksiyon oranının yüksek olması ile toplumsal bağışıklığın sağlanabileceği inancı var. Ancak bu varsayımın gerçek olmayacağı da kısa sürede anlaşıldı. Bugün diyoruz ki COVİD’i geçiren tekrar geçirebiliyor, aşılıların bir kısmında enfeksiyonun varlığı görülebiliyor. Bu da hastalığı geçirenler için tekrar enfekte olunmayacağını düşüncesini çürütüyor. Yani oluşan bağışıklık ister doğal enfeksiyon ile ister aşı ile olsun sizi yüzde yüz korumuyor. Bir yandan da kullanılan aşı ne olursa olsun, virüsün bize bulaşmasını ve virüsü etrafa yaymamızı engellemiyor. O halde toplumsal bağışıklık ile pandeminin sonlanması da mümkün görünmüyor. OMİCRON’da hafif belirtiler görülüyor, bu da pandeminin bu şekilde biteceğini düşündürüyor. Bu mümkün ama bana kalırsa bu oldukça iyimser bir görüş. Evet OMİCRON’da hastalığın seyri daha hafif, ölümler de daha az. Ama o kadar hızlı yayılıyor ki ve diğer varyantlara nazaran daha çok insan enfekte oluyor ki, ölüm ve hastaneye yatış oranları da azımsanmayacak miktarda yüksek oluyor. Bu nedenle OMİCRON’la beraber pandeminin biteceğini düşünmek çok güç.
Aşıların hiç biri yüzde 100 koruyucu değil
Hastalığın aşılara rağmen devam etmesinin birçok sebebi var. İlki aşıların hiçbiri yüzde yüz koruyucu etkiye sahip değil. Aşılar bizim virüsü almamızı ve virüsü yaymamızı engellemiyor. Aşının oluşturduğu antikorlar virüsün üst solunum yollarını bulaşmasını engellemiyor. Dünyada toplamda 10.4 milyar doz aşı kullanılmış ve dünyanın yüzde 62.5’i tek doz aşı ile aşılanmış. Türkiye’de de oran yüzde 62. Bu oranları tartışırken de neyi esas aldığınız önemli. Örneğin Dünya Sağlık Örgütü Türkiye’de yaklaşık 52.8 milyon kişiye tekabül eden yüzde 62’si aşılandı diyor. Sağlık Bakanlığı’nın verilerinde ise bu oran yüzde 80. Çünkü 18 yaş üzerindeki aşılılara mı bakılıyor, yoksa 12 yaş üzerine mi, buna bağlı olarak kurumların açıklamaları farklılık gösterebiliyor. Hem ülkemizde hem de dünyada aşılanmayanların da etkisi var. Aşı karşıtları, aşıya güvenmeyenler, aşı yaptırmak istemeyenler var ve dünyada bu sayı yüzde 30’lara ulaşıyor. 2020’nin bahar aylarında, yaz ayları ile virüsün etkisinin azalacağı düşüncesi vardı. Alternatif tıp önerilerinin de geçerli olmadığı anlaşıldı. Kökenine dair soru işaretleri de vardı, fakat bunların bilimsel kanıtı yok.
Aşı olanların, hastalığı geçirenler kadar antikoru var mı?
Bütün enfeksiyon hastalıklarında hastalığı geçirdiğiniz zaman aşı kadar hatta daha sağlam bir bağışıklık olur. Ama COVİD’de ne hastalığı geçirmek ne de aşı kişiyi yüzde yüz korumuyor.
Antikor üretimi için bir hafta yeterli mi?
Bir hafta erken olur ki 4 ila 6 ay sonunda antikorların azaldığı görülüyor. Aşılar arasında da farklı yöntemlerle üretildiği için bir üstünlük yarışı var. Bunun temeli de aşıların oluşturduğu antikor miktarları. Bu da bilimsel değil. Çünkü antikorların yüksek olması kişinin korunduğu anlamına gelmiyor. Ölçülen antikorlar bizim nötrolizan antikor dediğimiz, işlevsel özelliğe sahip gerçekten etkili antikorlar değil. Biz toplamdaki antikora bakıyoruz. Bu antikorlar içerisinde hiçbir işe yaramayanlar da var. Bundan dolayı antikor testi yaptırmak anlamsız. Yurt dışında da antikor testleri bu şekilde uygulanmıyor. Bazı ticari kurumlar bunu yapsa da şu anki testlere rağbet edilmemesi gerekir.
Aşılardan ilk olarak Sinovac ile tanıştık. Sonrasında ise Avrupa’da ve Amerika’da farklı aşılar kullanıldı. Bu aşılar arasındaki farkı bize anlatır mısınız?
A aşısı B aşısından daha iyi korur söylemine ben katılmıyorum. Sonuçta hangi aşıyı bulursak yaptırmamız gerekir. Batı ülkelerinden gelen aşılara daha çok güven var. Çin başta olmak üzere doğu kökenli aşılarda ise Avrupa ülkelerine girişte ve vize almada sorunlar yaşanabiliyor. Bu yüzden bizde de böyle bir kanı var. Buna katılmıyorum. A aşısı B aşısından daha fazla antikor üretiyor düşüncesi var fakat önemli olan antikorun işe yaraması. Türkiye’de ilk gelen aşı inaktif türde olan Sinovac olmuştu. İnaktif aşıda virüs üretildikten sonra ısı ve kimyasallar ile öldürülüyor. Beta propiolakton adı verilen bir kimyasal ile virüs öldürülüyor, sonra bu şekilde aşı kullanılıyor. RNA veya vektör aşılarında virüsün vücut tarafından üretileceği birtakım genetik maddeler var. Vücuda giren proteinler immün sistemi uyarıyor ve inaktif aşıda ölü virüsün girmesi yerine vücut tarafından uyarılması sağlanıyor. Mrna ve vektör aşıların daha modern olduğu yadsınamaz. Ancak modern teknikler bilinen yönteme göre daha iyi aşı üretimi sağlıyor mu bunu henüz bilmiyoruz.
Şimdiye kadar yapılan araştırmalar, buna doğrudan işaret etmiyor. Aşının etkinliğinin değerlendirilmesinde zamanlama ve aldığınız modeller çok etkin. Türkiye’de 2021’in yaz aylarında yaşlılara ve sağlık çalışanlarına uygulanmaya başlayan Sinovac aşısının etkisi 6 ay sonra azalıyor dendi. Fakat BionTech öyle değil deniyordu, henüz BionTech aşısının uygulanmaya başlamasının ikinci ayında. Sağlık çalışanları arasında bu oldukça yaygın bir söylemdi. Sonra görüldü ki BionTech aşısının da etkisi, uygulandıktan 6 ay sonra azalıyor. Şu anda kullanılan bütün aşılar bir açıdan inaktif aşılar. Vücutta replike olan, çoğalan virüsü taşımıyorlar. Canlı aşılarda zayıflatılmış virüsü vücuda verirsiniz. Onların koruması çok daha sağlam olur. Henüz COVİD için böyle bir aşı yok, bu konuda çalışmalar sürüyor.
Peki neden canlı aşı geliştirilemedi?
Birincisi Mrna ve vektör aşıları ilk kez uygulanmaya başlandı. Bu türleri biz teorik olarak biliyorduk. Bu tür aşılar Batı’dan gelen aşı türleri oldu. Doğudan gelen aşılara ise fazla güvenilmedi. Bana soracak olursanız etkililik anlamında arada çok büyük farklılıklar da yok. Nitekim arka plandaki ticari rekabeti de unutmamak lazım. Bana çok garip gelir, Batılı ülkeler Rusya’nın Sputnik ve Çin’in Sinovac aşılarını geçerli saymıyordu fakat bundan üç ay önce Fransa ve Avusturya ortak üretimi bir aşı çıktı ve Sinovac ile aynı üretim tekniği ile geliştirilmişti. Ve bu aşı da mrna aşılarına güvenmeyip aşı olmayanlar için devreye girmişti. Bir haber kaynağından edindiğim bilgiye göre Avrupa 1 Mart’tan itibaren daha önce kabul etmediği aşıları da kabul edecek.
Aşı konusunda ülkeler arası ticari kaygıları da unutmamak lazım. Ticari kaygı konusunda unutulmaması gereken bir konu da dünyanın yüzde 62.5’i aşılıyken Afrika ve gelişmemiş ülkelerde aşılama oranının yüzde 10 civarında olması. özellikle patent yasası kaldırılsa bu ülkelerin de aşıdan faydalanması mümkün. Ama patent yasası hala olduğu için aşıların üretimi ve dağıtımı yaygınlık kazanamadı. Dünya Sağlık Örgütü UNICEF ile işbirliği içerisinde COVAX isimli kolektif bir aşı üretim grubu kurulması hedeflendi. Fakat bu da istenen sonucu vermedi. Üreticiler genellikle COVAX üzerinden aşı vermek yerine kendileri aşıları dağıtıp ülke propagandası yapıyor. İşin içerisinde ticari ve politik birtakım faktörler de var.
Afrika ülkelerinde aşılanma oranı yüzde 10 ise oradaki ölüm oranları diğer ülkelere göre daha mı yüksek?
Gelişmekte olan ülkelerin bazılarında ne olup bittiğini tam olarak bilemiyoruz. Latin Amerika ve Afrika ülkeleri ile Hindistan bu durumda. Çok saygın bir tıp dergisinde Hindistan ile ilgili çıkan yazıda, resmi verilere göre Şubat ayının başında ülkede 510 bin kişinin yaşamını yitirdiği söylenirken yapılan matematik modellemeler ile bu sayının 7-8 misli olduğu yazıyordu. Yani 500 bin değil, 3,5 milyon kişi. Keza Afrika için de durum aynı. Pandeminin başında Afrika’da olguların az görülmesinin sebebi genç nüfusun fazla olması deniyordu. Afrikalıların çok sayıda virüs ve bakteri ile temasının COVİD’e karşı çapraz koruma sağlıyor deniyordu. Bunların doğru olması da bir ihtimal fakat Afrika’da tanı ve takibin sağlanamaması da buna yol açıyor.
Neden hala anti viral bir ajan ve tam koruyucu bir aşı yok bilmiyoruz.
Selim Bey en can alıcı soru mrna aşıların gelecekte vücuda vereceği zararlarla ilgili söylentiler. Bu aşıların uzun dönemde kısırlık, kalp sorunları gibi sağlık sorunlarına yol açacağı iddiaları var. Sinovac için de eski aşılara benzediği için daha çok güven duyma hali var. Bu aşıların arasında fark var mı yoksa bu bir yanılgı mı ?
Üretim yöntemleri açısından aşıların özelliklerini anlatmaya çalıştım. Aşıların geliştirilmesinde birçok aşama var. Bu aşamalar da çok kontrollü bir şekilde yürütülür. Faz 1 ve faz 2 aşamalarında herhangi bir sorun görülseydi bu aşılar kullanıma girmezdi. Aşıdan sonra görülen kalp rahatsızlıkları için ise bir milyon aşılı, bir milyon da aşısız kişi alıp bu kişiler arasında bir farklılık var mı diye bakmak gerekir. Böyle bir kıyaslama yapılmadan endokardit veya pelikardit olmuş deniyor. Bu da bilimsel bir yaklaşım değil. Grip aşısı için de nörolojik komplikasyonlara yol açıyor denilirdi, Mrna aşıları için de aynı iddialar var. Bu aşıların da herhangi bir kalp rahatsızlığına yol açtığına dair bir araştırma sonucu yok. Ne deney hayvanlarında ne de gönüllülerde. Sinovac’ta ise bu gibi iddialar çok daha az. Mrna aşıları virüse karşı korumada sadece S Spike antikorlarını uyarırken Sinovac ise tüm antikorları devreye sokuyor. Fakat hangisinin daha etkili olduğuna dair bir araştırma henüz yok. Bu kadar süre geçti neden hala araştırma yok diye düşünebilirsiniz. Benim de aklımda bu soru var. Nano teknolojinin bu kadar geliştiği bir ortamda neden yok diye. Pandeminin 10. Ayında aşı bulunup milyonlarca insan aşılanabilmişken neden hala anti viral bir ajan ve tam koruyucu bir aşı olmadığı bir soru işareti. Bu da dünyadaki bilimsel gelişmelerin yanlış yolda mı olduğu sorusunu sorduruyor. Pandemide övülen batı tıbbının ve teknolojisinin ne kadar aciz kaldığı da görüldü. Özellikle batıda sosyal tıp yerine tedavi edici tıbbı seçip halk sağlığının göz ardı edilmesi tıbın bir sektör olarak görülmesi sonucu ortaya garip bir durum çıktı. Örneğin Donald Trump iktidardan ayrılmadan önce pandemiyi 60 bin ölü ile kapatırız demişti ve Amerika’da 900 bin kişi yaşamını yitirdi. Sayısal değerlere bakıldığı zaman çok fazla tabii.
Aşıların tam olarak geliştirilmesi yıllar alır görüşüne ne dersiniz
Aşılar ilk çıktığı zamanda bu çok söyleniyordu. Sağlam bir matematiksel modelleme ile gösterildi ki eğer biz pandemiyi yaşamasaydık, normal bir aşı üretim sürecini yaşasaydık COVİD aşısını anca 2036’da elde edebilecektik. Normalde faz 1, faz 2 çalışmaları ard arda yapılırken aşı çalışmalarında aynı anda yapıldı. Dünya Sağlık Örgütü bunu böyle istedi. Bu da doğaldır. Güven kaybına yol açacak bir unsur değil.
Yani aşıların birbirine karşı üstünlüğü olduğu algısı yanlış. Şu anda da OMİCRON varyantı üzerine BİonTech’in yaptığı bir çalışma var. Çalışmalar hangi aşamada?
Uğur Şahin’in bu çalışmaları durdurduklarına dair bir açıklama var. Çünkü eldeki aşılar normalde yüzde 80 koruma sağlarken OMİCRON için yüzde 60 koruma sağlasa da korumaya devam ediyor. Kişi ne kadar aşılanırsa aşılansın tıp dışı önlemler olan maske kullanımı, kapalı ortamların havalandırılması gibi basit ama etkili önlemler alınmazsa hastalık devam eder. Önce Danimarka 1 Şubat itibarıyla tüm önlemleri kaldıracağını açıkladı, diğer Avrupa ülkeleri de kademeli olarak önlemlerin kaldırılacağını açıkladı. Danimarka bu açıklamayı yaparken pandeminin başından beri en yüksek vaka sayısı ile karşı karşıya idi. Yöneticiler ilk başta ekonomiyi önceliyor. Bana göre pandemi ne bitmiş ne de hafiflemiş durumda. Bu hastalık pandemiden endemiye döner mi diye bir soru var. Toplum içerisinde görülen hastalıklara endemi deniyor. Örneğin kızamık gibi. Endemide hastalıktan hastalığa önemi değişir. Dünyada yüz binlerce ölüme yol açan üç endemik hastalık var. Biri sıtma, diğeri HIV-AIDS diğeri ise tüberküloz.
Siz hastalığın tedavi edici tarafında değilsiniz ama toplumda yoğun bir şekilde vitamin tüketimi görülüyor. Vitaminlerin etkisi ne yönde?
Vitaminlerin COVID’in hafif geçirilmesine katkı konusunda herhangi bir bilimsel veri yok. Eğer ciddi anlamda bir vitamin eksikliği yoksa bu ürünlerin hiçbir faydası yok. Psikolojik anlamda sizi rahatlatıyorsa kullanılabilir. Türkiye’de uzun yıllar antibiyotiğin yanına vitamin verilirdi. Kısacası vitaminlerle COVID’den korunma düşüncesinin bilimsel temeli yok.
İlaçlarla ilgili gelişmeler
İlaç salgını durdurmak için değil, ağır hasta kişilere uygulanacak bir yöntemdir. Hidroksiklorokinden başlandı favipiravire geçildi. Bunların hiçbirisi çok da etkili değil. Etkisi yüzde 30’u ya geçiyor ya geçmiyor. Hastaneye yatmış kişiler için ise sadece monoklonal antikor var kullanımda olan. Henüz Türkiye’de kullanılmıyor. Batıda, durumu ağıra seyreden hastalar için uygulanan bir tedavi yöntemi. Ruhsat sorunu ve pahalı olduğu için bizde uygulanmıyor. Bir kişi için ortalama 8 bin dolar harcanıyor. Belirli kesimlere uygulanabilir. Sadece ağır durumlarda kullanılmalı. Örneğin testlerin de Türkiye’de eczanelerde yapılabilir hale gelmesi konuşulmuştu. Hızlı test kitleri ile herkes kendi testini yapabilsin denmişti. Fakat HIV-AIDS’te de görüldüğü gibi testi pozitif çıkan kişi bildirmeyebilir. Açılmaların yaşanması iyimser bir tablo çizilmesinin yanlış olduğu gibi karamsar bir gelecek çizmek de yanlış. Ayrıca bilimsel değil. Yeni bir varyant çıkıp tüm tahminleri yanlışlayabilir. Varyant konusuna da ayrıca gülüyorum çünkü bizde 80’li yıllarda darbe sonrasında okul müfredatlarından evrim teorisi kaldırılmıştı. Ama iki yıldır sokaktaki vatandaşlarımız varyant ve mutant ile yatıp kalkıyor. Bu da bizim ülkemiz için ironik bir durum.
Mutant demişken RNA virüsleri sıkça değişme potansiyeline sahiptir. Kronik hastalığı olanlarda, örneğin kronik akciğer hastalığı ve HIV/AIDS hastalarında virüs 200 günden 400 güne kadar kalabiliyor. Bu kadar uzun süre vücutta kalan virüs de mutasyona uğrayabiliyor. Varyantlar da bu şekilde oluşuyor. İnsandan hayvana sonrasında tekrar bir hayvana virüs bulaşması da varyantlara yol açabiliyor. Örneğin açık havada hızlı tempoda yürüyüş yapan kişilerin maske taktığını görüyorum, buna gerek yok. Kapalı alanda maske takmak gerekir. Toplu taşımalarda elbette maske önemli.
Pandeminin sosyal yönü de önemli.
Bilim hangi alanlara yatırım yapacağını iyi seçmeli. Marsa nasıl gideceğiz diye düşünmek yerine potansiyel bir pandemiye karşı etkili olacak bir tedaviyi veya ilacın üzerinde çalışılmalı. Tedavi edici hekimliğe ağırlık verip koruyucu hekimliğin göz ardı edilmesi de yanlış. Pandeminin sosyal yönü de önemli. Benim konum olmamasına rağmen ilgimi çekiyor. Örneğin Latin Amerika’da çocukların sıcak ve sağlıklı yemek yedikleri tek ortam öğle zamanı okullarda dağıtılan yemekmiş. Okullar kapatılınca bu çocuklar için beslenme sorunu çıktı. Asya’da ise 12-13 yaşında okuyan kız çocukları okulların kapatılması ile evlendirilmeye başlandı. Bu sayı da 10 milyonu geçti. Günde 1.6 ton daha fazla plastik atık karışıyor doğaya, maskeler ve eldivenlerden dolayı.
Birtakım sektörler de bu arada kar etmeye devam etti. 2022’de 200 bin avro üzeri lüks otomobil, yatlar ve özel jetlerin satışı patlamış. Örneğin Ferrari siparişlerini yetiştiremiyormuş. Bir yandan böyle bir gerçek de var. Kamunun ve sağlığın iyiliği açısından pandemilerin tekrar çıkmaması için ekolojinin gözetilmesi gerekiyor. Ekolojik yaşamdaki dengenin bozulması, burada yaşayan canlıların yerleşim merkezlerinde yaşaması insanların yeni virüslerle karşılaşmasına yol açıyor. Örneğin yarasalarda 400 tür koronavirüs var ve bu canlıların yaşam alanlarının işgal edilmesi de yeni pandemilerin görülmesine sebep olabilir. Yaşam biçimimizin biraz daha küçülmesi ve düzenlenmesi gerek.