Bağ bozumu…
Toprağın, güneşin ve rüzgârın aylarca süren ortak emeğinin, insan eliyle buluştuğu o özel zaman dilimi. Aslında bir hasattan çok daha fazlası. Yüzyıllardır süregelen bir ritüel. Üzümler, sabahın ilk serinliğinde, henüz güneşin yakıcı yüzü ortaya çıkmadan toplanır.
Her salkım, bir yılın hikâyesini taşır.
Eskiden bağ bozumu takvimini doğa belirlerdi. Sonbaharın serinliği, yaprakların rengi, kuşların göçü… Şimdi ise takvimi iklim krizi yazıyor. Hasat her yıl biraz daha öne geliyor.
Bu yıl yaşanan sert don, pek çok üreticinin emeğini yarıya indirdi. Bazı bağlarda kayıp, neredeyse tüm ürünün yok olması demekti. İklim krizi, artık uzak bir kavram değil.
Toprağın neminden, yaprağın damarına kadar her yerde hissedilen bir gerçek. Sürdürülebilirlik ise yalnızca bir çevre politikası değil; var olabilmenin tek yolu. Toprağı korumak, suyu dikkatle kullanmak, biyolojik çeşitliliği gözetmek…
Bunlar, geleceğin değil, bugünün zorunlulukları. Tam da bu noktada Arcadia Bağları’nın hikâyesi devreye giriyor.
Trakya’nın bereketli topraklarında, Zeynep Arca Şallıel ve babası turizmci Özcan Arca öncülüğünde kurulan bu yaşam alanı, yalnızca üretim değil, bir felsefe sunuyor.
Arcadia, doğayla uyumlu tarım, yerel üreticiyle omuz omuza çalışma ve doğal yaşamı koruma ilkeleriyle var oluyor. Bağlarında 120’ye yakın kuş türü yaşıyor; bazıları nesli tehlike altında olan türler. Burada üretim, yalnızca insan için değil, doğanın tüm sakinleri için yapılıyor.
Bu yılki bağ bozumu, iklimin sert yüzünü hissettirse de, Arcadia’da umut hâlâ diri.
Sabahın erken saatlerinde, bağların arasında yürürken, toprağın kokusu ve yaprakların hışırtısı eşlik ediyor insana. Sepetlere düşen her salkım hem emeğin hem de direncin sembolü. Arcadia’nın içinde yer alan Bakucha Vineyard Otel, bu deneyimi tamamlayan bir başka katman.
Gösterişten uzak, dingin bir konaklama anlayışı var. Odalar, doğanın sesini içeri davet ediyor. Sabah uyandığınızda, pencerenin ardında uzanan yemyeşil doğa zamanın yavaşladığını hissettiriyor. Burada lüks, sessizlik ve sadelikten ibaret.
Restoranı ise başlı başına bir hikâye. Mevsimsel ve yerel ürünlerle hazırlanan tabaklar, toprağın ve mevsimin ruhunu taşıyor. Rafine Kırsal Mutfak tanımı, burada ete kemiğe bürünüyor. Kendi bostanlarından gelen sebzeler, bölgedeki üreticilerden alınan peynirler, taze otlar…
Her lokma hem geçmişin hem de geleceğin izlerini taşıyor. Zeynep Arca Şallıel, bu bütünün mimarı.
Onun vizyonu, yalnızca kaliteli şarap üretmek değil; doğayla uyumlu, sürdürülebilir bir yaşam modeli kurmak. Babası Özcan Arca ile çıktığı bu yolda, büyümeyi değil, derinleşmeyi hedeflemiş. Büyümemek onlar için bir eksiklik değil, bilinçli bir tercih.
Çünkü küçük ölçek, doğayla uyumlu kalabilmenin, yerel üreticiyle bağ kurabilmenin ve kaliteyi koruyabilmenin anahtarı. Şallıel’in en çok etkilendiğim yönü, üretimi yalnızca ekonomik bir faaliyet olarak görmemesi. Onun için bu topraklar, kuşların yuvası, arıların durağı, insanların nefes aldığı bir alan.
İklim krizinin gölgesinde bile, “birlikte yaşamak ve üretmek mümkün” diyebilmek, cesaret isteyen bir duruş.
Bağ bozumu günlerinde güneş yavaş yavaş yükselirken, sepetler doluyor. Yorgunluk, yerini tatlı bir huzura bırakıyor. Toprağın, emeğin ve sabrın birleştiği bu an, insanın belleğinde uzun süre kalıyor.
Arcadia’da geçirilen bir gün, yalnızca bir hasat deneyimi değil; doğayla yeniden bağ kurmanın, yavaşlamanın ve fark etmenin hikâyesi. Belki de bu yüzden, buradan ayrılırken aklımda tek bir cümle kalıyor.
Doğa ve toprak ona nasıl davrandığımızı unutmuyor.
UNUTMAMAMIZ GEREKEN GERÇEK
Toprak ona nasıl davrandığımızı asla unutmaz.