Son zamanlarda dışarıda yemek yemenin maliyeti yükseldikçe, gastronomi sektörü tam anlamıyla “ya sabır” moduna geçti.
Suya zam gelince “su gibi para harcamak” deyimi anlamını bulmuş oldu, restoranlar da ne yapsın, ayakta kalmaya çalışıyor.
Menü fiyatları artıyor ama şefler yaratıcılığıyla durumu idare etmeye kararlı.
Bu ekonomik ortamda, sektörün formülü belli;
Bir tutam espri, bolca sabır, az malzemeyle çok iş çıkarmak!
Anlayacağınız, sofrada hem lezzet hem de ironi var.
DIŞARIDA YEMEK ARTIK LÜKS
Dünya genelinde restoran sektörü, artan fiyatlarla müşterilerini adeta ters köşe yapıyor.
Bir zamanlar rahatlıkla gidilen restoranlar, şimdilerde “Bunu gerçekten ödemek istiyor muyum?” diye düşündüren birer cüzdan testi oldu.
Porsiyonlar küçüldü, fiyatlar devleşti.
Sadece yemek yemek değil, bir kahve içmek bile küçük çaplı bir yatırım planına dönüştü.
Restoran sahipleri de bu maliyet artışlarının farkında, içlerinden “Patates bile altın oldu, ne yapalım?” diye geçiriyorlar.
Ama yapacak bir şey yok; artık zamlar menüdeki en kalıcı başlık haline geldi.
Restoranlar ayakta kalmaya çalışırken, müşteriler de daha uygun fiyatlı alternatiflerin peşine düşüyor.
Anlayacağınız, dışarıda yemek lüks oldu, fast-food bile zamlandı, ama biz hâlâ afiyetle sabretmeye devam ediyoruz!
MENÜYÜ KÜÇÜLT, HAYALLERİ BÜYÜT
Türkiye’de ise işler biraz daha şenlikli.
Bir yanda, dövizin yükselişiyle fiyatlar uçmuş, menüdeki “kasap köfte” bile lüks simgesi haline gelmiş.
Yani bir gün kasap köfte siparişi verip lüks yaşamı tatmış gibi hissediyoruz.
Restoranlar da durumun farkında, menüleri sadeleştirip, “Bu hafta bir ‘Ev Yemeği’ deneyimiyle karşınızdayız” diye umut veriyorlar.
Aslında tabak küçülüyor ama duygular büyüyor.
Çünkü artık her tabakta bir miktar “ya sabır” var!
ENFLASYON BAHARATI HER ŞEYE YAKIŞIR MI?
Gıda fiyatlarındaki artış, mutfakta çalışan şeflerin tariflerinde yeni bir bileşeni de öne çıkardı. Enflasyon baharatı!
Bazen yemeğin lezzetinden çok, fiyatıyla burnunuz yanabiliyor.
Türkiye’de esnaf lokantalarından tutun da mahalle kebapçısına kadar her yer bu enflasyon baharatının tadını hissediyor.
Bir döner dürüm, öğrenci dostu olmaktan çıkıp ‘CEO menüsü’ kıvamına gelmişken, tüketici ne yapıyor?
Tabii ki evde yemek yapmaya dönüyor!
Tencere kaynatmanın altın çağını yaşadığımız bu günlerde, hepimiz birer Jamie Oliver olduk.
Ama farkı şu: Bizim tariflerde doğrama hızı, market zamlarına bağlı.
FAST-FOOD MU, SLOW EKONOMİ Mİ?
Dünyada da durumlar pek parlak değil.
Fast-food devleri bile, burger fiyatlarına “premium” sos eklemiş durumda.
Ekonomik krizler, fast-food zincirlerinin “En azından hızlı yiyelim, aç kalmayalım” mottosuna biraz zarar verdi.
Çünkü artık bir menü fiyatı, “Yoksa bir iki saat oturup şef masasında mı yesek?” dedirtecek seviyeye yaklaşıyor.
Tabii bu noktada sektörde yeni bir trend doğuyor: “Slow Ekonomi, Fast Food’”.
Ekonomi yavaş ilerliyor ama bir hamburgerle aniden cebiniz hafifleyiveriyor!
HAYAL ETMEDEN KARIN DOYMUYOR!
Sonuç olarak, gastronomi sektörü dünyanın her köşesinde krizlerle başa çıkmaya çalışırken, yaratıcılık ve adaptasyon yeteneklerini konuşturuyor.
Türkiye’de ‘esnaf lokantası romantizmi’ yükselirken, dünyada lüks restoranlar “Porsiyon küçülse de aşkımız büyük!” mesajı vermeye çalışıyor.
Herkes ayakta kalmaya çalışıyor ama enflasyonun tadı, burnumuzun direğini sızlatmaya devam ediyor.
Velhasıl, krize rağmen şunu öğrendik;
Yemek sadece karın doyurmaz; aynı zamanda hayallerimizi besler.
Şimdilerde ise menüden önce hayal kuruyoruz, sonra cüzdanımıza bakıyoruz.
Tıpkı bir şefin menüsünü hazırlarken yaratıcılıkta sınır tanımaması gibi.
Tüketici de bu kriz ortamında esneklik ve sabır konusunda birer sanatçıya dönüştü.
UNUTMAMAMIZ GEREKEN GERÇEK
Maddi kazanç peşinde koşarken, vicdanımızı kaybetmemeliyiz!
Reha Tartıcı