Bu bir organik hıyar hikayesi

 

 Hepimizin çevresinde bunlardan vardır. Hele ki, yazın yolunuz Ege’ye düşerse, herhangi bir yerde mutlaka karşınıza çıkıp, o çoğu yalan yanlış kıt bilgileriyle sizi doğasever yapmak için abuk sabuk fikirlerine maruz bırakırlar. Pandemiyle birlikte, bu tiplerin büyük şehirlerdeki sayısının da hızlıca arttığını gözlemlemişsinizdir. Bu delilik hali, ‘sağlıklı yaşam’, ‘well aging’, ‘doğaya dönüş’, ‘organik tarım’, ‘permakültür’, ‘ekşi mayalı ekmek atölyesi’, ‘vegan sabun atölyesi’ benzeri akımları bünyesinde saçma sapan geliştirmiş bir orta sınıf kabusu gibidir.

Ha emekli beyaz yaka Ege taşrasında ha kımıl zararlısı tarla istilasında!

Zamanında Bodrum, Fethiye, Marmaris’te ev almış olanları, emekli olup da tümüyle taşrayı berbat etmeye karar verdiği andan itibaren ‘delirium’ başlar! Bir hafta içinde, her gün en az bir kez, “Burada yumurtalar bile çok farklı, sarısı altın gibi” tiradıyla karşılaşmış biriyim. Mutlaka siz de benzeri tekerlemelerle karşılaşmışsınızdır. Bu insan tipi nasıl bir şeydir, şimdi kendimce tarif etmeye çalışayım, hem de ‘coğrafi sertifikalı ürün’ çerçevesinde!

 Helen miyiz, İyon mu? Ne çok Akdenizliyiz!

Önce Ege taşrasından gireyim, sonra İstanbul’un nadide semtlerinde tutunmakta zorlanan orta sınıfın acz içindeki ‘doğallığı’ndan çıkayım. Neden Ege, neden Karadeniz değil sorusunun yanıtı zaten malum, popülasyon meselesi! Karadeniz’de ‘aydın gettosu’ kurmak zor iş, Ege’de zaten bunun altyapısını hazırlamış yarı-aydın bir kitle var, yaklaşık yarım asırdır. Bu öyle aydın bir kitle ki, rakı, deniz, zeytinyağı, deniz börülcesi üzerine kurulmuş bir ‘uygarlık’.

Daha da mı Akdenizli, Helenik olmak istediniz, e tabii kendi şarabınızı üretebilir, ikinci yılında somölye gibi ahkam kesebilirsiniz. Şarabı beleş içenlerden o vasatlığa yönelik müthiş bir övgü alacağınız ne de olsa garantidir. Biraz da resimimsi, heykelimsi, romanımsı sanatsal üretkenlik serpiştirin, ölene kadar yemeyin de yanında yatın! Böyle derinlikli, böyle Helenik, böyle Akdenizli, böyle üstün olabilirsiniz işte. Formül basit olduğundan, her basitliğin kolayca yetişebileceği mümbit bir toprak parçası söz konusu olan.

Kimisi şehirde tutunamadığı için, kimisi maddi sebeplerle, kimisi de ne hikmetse orada sanatçı olacağını ve sosyalleşeceğini iddia ederek gidiyor Ege’ye. Biraz daha kalantor olan için Bodrum tabii… Bodrum’a özenip de yerleşme imkanı olmayan için Datça, daha az parası olan için Fethiye, olmadı Karaburun… Daha kuzeydekileri de unutmayalım, Ayvalık var, Asos var…

 

Gümüşlük: Rakılı sanat sepet ve bol husumet!
Tabii bu popülasyonlar da coğrafi ve sosyal duruma göre farklılık gösteriyor. Bodrum kendi içinde mahallelerine göre değişken… Gümüşlük, sanırım orta sınıfın kültürel düzeyini gözlemlemek için iyi bir laboratuvar. Önünüze kim çıksa sanatçı, düşünür ya da kanaat önderi. Sanat deyince tabla ya da tabak boyamak, düşünür deyince Baudrillard’ın iki kitabının arka kapağını ezberlemek, kanaat önderi deyince kahvehane abuklamasına sarhoşluk ekleyin öyle bir şey işte.

Buranın bir özelliği de var, müthiş bir husumet. Genelde kendini sanatçı ve süper entelektüel sanan kadınlar arasında yaygın. Bir alfa kadın var, çevresinde yancıları, bir de onu çekemeyen beta kadın ve yancıları… Günün yarısı birbirleri hakkında dedikodu yaymakla geçiyor.

Bodrum’un merkez herkesin küçümsediği, aslında parasının yetmediği yer zaten. Ortakent biraz daha normalimsi bir yer denebilir, popülasyon öyle gibi… Tabii her sayfiye yerinin olmazsa olmazı emekli asker, diplomat ve üst düzey bürokratların konuşlandığı siteler var. Bunlarla bir sohbet etmeniz, Türkiye’nin bu kadar zenginlik içinde nasıl bu kadar fakir olduğunu anlamanıza yetecektir. Öyle bir yüzeysellik, düzeysizlik ve çok komiktir ama kendini beğenmişlik!

Mimarı bol, dokusu felaket!

Sonradan görme esnaf irileri ve bizim ülkenin burjuvazinin kenarından köşesinden bile sebeplenmemiş zengin iş insanlarını hiç kaale almadan devam edelim. Bodrum’da ciddi bir mimar nüfusu var, hani belki de dünyada kilometrekareye en fazla mimarın düştüğü yer olabilir. Ve Bodrum’daki mimari dokuyu görmüş olanlarınız, bu mimarların dokusunu da net kavrar sanırım. Tam bir fiyasko diyelim. Bu mimarlardan birkaçı istisnadır kabul, ama geri kalanının eseri işte bu Bodrum!

Türkbükü’nün ‘kıroyum, müptezelim, ama para bende’ halini de artık bilmeyen kalmadığı için bunu da geçelim. Türkbükü özentisi Alaçatı ve Çeşme’deki hanzolukları takip ederek, Türkbükü’nün sosyal tarihine daha yakından vakıf olabilirsiniz.

Bir de Mazı’dan söz etmeden geçmeyelim. Kendisini Tarzan sanan ‘doğa tutkunları’, aslına bakarsanız doğal dokuyu yok edenlerin ta kendisi. Bir de buraya özgü kendini Amazon sanan, çok net psikiyatrik müdahaleye ihtiyaç duyan batik entarili kadınları vardı. Hala var mı bilemiyorum, ama bu sebeple riskli bir bölge olarak kalmış aklımda!

Yarımadanın kabusu emekli solcu aydınlar

Gelelim Datça’ya… Datça’ya otoban yapılmadan önce, gidilmesi zor bir yer olmasına karşın, bir grup eski solcu ‘aydın’ tarafından ucundan kenarından yarımada yağmalanmaya başlamıştı. Sonrasında delicesine bir akın oldu. Bu popülasyon size “Datça’yı sermaye mahvetti” diyecektir ya, külliyen yalan.

Tabii ki Türkiye’nin kıro müteahhitleri ve turizm sektörünün açgözlü ve sınır tanımaz yatırımcıları fena yağmaladı ve hala yağmalıyor, ama yolu açan işte bu eskinin solcusu, şimdinin utanmaz çevrecileri oldu! Şu sıralar çeşitli inisiyatiflerde çevrecilik oynarken, imar affı sırasında hemen hepsi bir kat daha çıkmayı da ihmal etmedi. Bunların da meşhur kültürel, sanatsal faaliyetleri var. Biraz Gümüşlük sanatçısı gibi bir şeyler çıkıyor aralarından…

Paraya kuvvet: Urla

Urla’da başka bir kafa hakim, bunlar berbat bir yapılaşmaya izin vermeyecek şekilde arazi kapatıp, üzerine geniş evler diktiler. Paraya kuvvet, görece daha düzgün ve sağlam yapılar. Bir de para var, ama pek başka bir şey olmadığından, permakültür, organik tarım ve tabii ki yine sanata yöneldiler. Bazıları paranın kokusunu aldı, orada vasat sanat eserlerini deli paralara satmaya çalışıyor. Yine de bir şekilde nezih denilecekse, evet Bodrum ve Datça’dan nezih sayılır.

Pandeminin yan ürünü yeni bir çekirge sürüsü

Pandemiden sonra orta gelir grubunun kendini ne kadar beğenmiş olduğunu da tüm Türkiye keşfetti. Bir yıl evden çıkmayanı mı dersiniz, yarım aklını tümden kaybedeni mi, yoksa evde ‘sağlıklı yaşam’ manyağı olanı mı, say say bitmez. İşte o ‘ekşi mayalı ekmek’ deliliği bu evlerde başladı ve salgın gibi yayıldı. Yoğurt mayalamak, turşu kurmak, reçel yapmak gibi hobiler edindiler.

Zeytinyağcıların en çok para kazandığı bir kesim olmayı da becerdiler. Hala kredi kartına yüklenip, soğuk sıkım olmayan, taşbaskı olmayan zeytinyağlarını öyle sanarak alıp kazık yemekle meşguller. İşte bunlar Bodrum ve Datça’da ev sahibi olacak paraya ve imkana sahip olmadığından Ege’nin başka ilçelerini talan etmeye karar verdiler.

Bunlardan biri Karaburun, sonra Çandarlı’ya sıra gelecek, böyle böyle biraz daha ucuzdan bir yerler kapatılacak. Sonra işte ufacık bahçede domates, hıyar, bir defne ağacı falan filan… Sabahtan akşama, yoğurt mayalama, ‘domatesin kırmızısı’, hıyarın organikliğiyle birbirlerinin beynini mantarlaştırmak gibi bir hobi geliştirecekler. Belki arada bir de kitap okurlar, Buket Uzuner falan…

 Adatepe’nin ‘Sanatçı’ emlakçıları!

Biraz daha kuzeye gidelim, Asos ve Adatepe’nin yağmasının sebebi Türkiyeli sanatçılardır hemen belirtelim. Onlar çok çevnrecidir bakın! Kazdağları’nı bir tek onlar yağmalamalıdır, köylüleri kandırıp üç kuruşa aldıkları taşevleri milyon dolarlara onlar kakalayabilmelidirler çünkü.

Her yeni gelen, talana katılmaya çalışan ‘doğanın katili’ yaftası yemeye mahkumdur. Bunlar milyon dolarlık evlerinde solculuk oynar, ev satma pazarlığına geldi mi Beşli Çete ile yarışırlar. O sebeple Asos ve Adatepe’yi burada keseyim. Yağmadan kalan doğa parçacıklarının bu yurdum aydınının eline düşmemesini de dileyerek…

 Mekanların despot delileri

Hemen Adatepe’nin aşağısı Küçükkuyu bilirsiniz. Burada emekli asker ve memur tahakkümü hala vardır. Asker emeklilerini sabahın körü koşarken veya yüzerken görürsünüz. 80’lik adam sağlamdır da, abartmadan da edemez. Sanki body building eğitmeni edasıyla, bir şort, üst üryan gelir çöker bir kafeye…

Sözcü ya da Korkusuz’daki o sade suya tirit ırkçılıkla bir nevi halkçılık arasında gidip gelen yazıları okur, okuması yetmez, kim var kim yok mekanda başlar tartışmaya. Bir de bunların çok ilginç bir özelliği vardır, garsonları emireri sanarlar.

Üç kuruşluk sipariş verirken, sanki Kobe beef ısmarlar edasında olmaları, özel bir tedaviye muhtaç olduklarının kanıtıdır. O birbirine benzer kalitesiz evlerine dönene kadar, onlara acıyıp da dinleyen kim varsa gününü perişan etmekte üstlerine yoktur!

 Sanki Atlantis, böyle bir deniz tutkusu yani

Şimdi dönelim vasatın altı bir sanat cennetine!.. Ayvalık, üstelik de zeytinyağının cenneti, hem de Midilli’nin burnunun dibi, kendini Giritli sanan yerlileriyle meşhur muhit. Yerlisi tam Ali Bey Adası da diye bilinen Cunda’ya çöken Ali Bey ayarında! Cunda’daki Rumlar’a ne yaptığını araştıran bulur.

Burada popülasyon biraz daha heterojendir. Asker emeklisi, memur emeklisi, bol bol gazeteci emeklisi ve tabii ki hemen herkesin sanatçı olduğu bir Kuzey Ege ilçesi… Hemen herkes için en üstün değer zeytinyağı ve rakıdır. Ha bir de sanat…

Ayvalık’ta her üç kişiden üçü de sanatçıdır, eğer ki balıkçı değilse… Çünkü bunlar bir de doğuştan balıkçıdır ne hikmetse! Kaç tane ruh sağlığını kaybetmiş 70 yaş üstü herifi sabahın körü balıkadam kıyafetiyle denize dalarken gördüm, ama çıkaken zıpkınlarında hiç balığa rastlamadım. Böyle bir ‘deniz tutkusu’…

Sanat sanat için midir, toplum için mi? Yoksa bu içtigimiz rakı sahte mi?
Ben sanatçılarla mecburi bir akşam içmesini aktarayım, travması bende kalsın, gerisine siz karar verin. Bir grupla oturduk, bir bölümü zaten sarhoş gelmişti ya da ayılmamıştı, ama saat akşam 7’ydi. Erkekler kadınlardan fazla, yaklaşık on kişilik bir grup. Şarap, bira, rakı ne varsa işte içildi de içildi. Yaş ortalaması 55 falan, erkeklerin az olan kadınlara bakışları değişmeye başladı. Rekabet kızıştı.

Bu arada rekabete mevzu bahis olanlar da fena içiyor ve pek de öyle rekabet için uygun bir fizyonomi de yok, ama işte imkan da bu! Herkes kendi sanatçı kimliği üzerine öyle çok saçmalıyor ki, sarhoş olmadan çekmek mümkün değil. Ben bir yerde olayı kaçırdım, sonra kulağıma ortaokuldan beri duymadığım bir soru çalındı:

“Sanat sanat için midir, sanat toplum için midir?..” Galiba rakı sahte diye düşünmeye başlıyordum ki, yok değilmiş! Tartışma alevlendi. 55 yaş ortalaması alfa erkek atılımıyla kimisi sol damardan yürüyor ‘toplum için’ci oluyor, kimisi sofistike takılmaya çalışıyor, bunlar da ‘sanat için’ci! Bu böyle bir saate yakın sürdü. Ben ikilediğimde hala devam ediyordu bu zırva tartışma. Öbür gün bunlardan birine rastladım, bu sebeple kavga çıkmış. Sonuçta kadınlar kalkıp gitmiş, rekabet de boşa çıkmış!

Manda yoğurdu değil, A101 yoğurdu

Bu yüzden Ayvalık’a yıllardır gitmiyorum. Bodrum’da hayat arkadaşı baskısıyla alınmış evde 10 gün kaldım mı, İstanbul’a dönmek için can atıyorum. Hani geldiğimde, metroyu öpecek kadar bir özlem diyeyim. Ev neyse ki izole, sadece alışverişe çıkıyorum, bir ya da iki kez de metazori bir ev ziyaretine ve yemeğe gidiyorum. O da fazlasıyla yetiyor. Bu arada en azından bu evde, ‘bahçe tarımına karşı şuraya bir ladin diksek’ benzeri muhalefetim de sürüyor.

Besin uzmanlığı tartışmaları gerçekten ruhumu törpülüyor. Şöyle yumurta, böyle domates… Şehire de geliyor bunlar ya! Ekşi mayalı ekmek fırında var kardeşim, o sarısı altın gibi yumurta dediğiniz de pazarlarda oluyor.
Küçük bir anımla bitireyim, galiba Bozcada’ydı ve kahvaltı ediyorduk. Biraz ilerideki bir masada yeni birlikte olduğu anlaşılan bir çift vardı.

Kadının tipinden ‘ekşi mayalı ekmekçi’ olduğu belli, herif de ona yaranacak ya, mekan sahibi kadına “Yoğurt şahane, manda yoğurdunu nereden buluyorsunuz?” diye sordu. Kadın, “Yok yahu, o A101 yoğurdu” dedi. Bence ayrılmıştır bu kadın ondan. Toplum için iyi bir gelişme olur, bu kesin! Son söz olsun bu da, bu ülkenin aydın geçineni böyle olursa, pancar küspesine ‘organik’ etiketi basın, afiyetle yerler!

Süleyman Karan

 


Paylaş

Son Yazılanlar

Dijital içeriklerin gastronomiye etkisi

Gastronomi, bir yandan kadim geleneklere ve yerel tatlara dayanırken diğer yandan sürekli yeniliklerle şekillenen dinamik bir alan. Bu hızlı değişimin önemli bir ayağını, hiç şüphesiz

Gastronomide geleceği şekillendirmek

Turizm, gastronomi ve ağırlama sektörleri, hem ekonomik hem de toplumsal açıdan dünyada çok önemli bir yer tutuyor. Bu alanlar, hem yerel kültürlerin korunmasını hem de

Bu resimlerde herkesin duygusu saklı

Bilinçdışı renklerle konuşuyor. “Bazı organik meseleler” Ressam, oyuncu ve iç mimar Melis Babadağ, “bazı organik meseleler” isimli ilk kişisel resim sergisini The Art Capsule Gallery’de

Edebiyat ve popüler kültür

Popüler kültüre hapsolmuş en popüler davranışlardan biri nedir diye sorsanız, hiç düşünmeden popüler kültüre küfretmektir, derim. Sondaki lafı başta söyledim ama mevzunun özeti bu sevgili

Tarihin en eski rehberi olan genetik

Son dönemde ne kadar çok duyar olduk değil mi ? DNA artık kulağımıza eskisi kadar uzak gelmese gerek. Sahi uzak mıydı ki, bizler genetik parçacıklar