Tınısı değişmeyen bir müziğin etkisindeki tren yolculukları
Her istasyonda, durmanın etkisiyle olacak, yarı uykulu bir şekilde gözlerimi aralayıp öylesine esneyerek bakardım. Bazen birkaç yolcunun beklediği peron takılırdı gözüme. Hele yağmur yağıyorsa üzerindeki yansımaları izler, hayalimde resimler yapardım. Ben o resimleri yaparken, istasyon binasının kapısından çıkıp, isteksizce trenin gitmesini bekleyen bir hareket memuruyla karşılaşırdı bakışlarım. O beni fark etmezdi bile ama ben onun nasıl bir insan olduğuna dair korkunç hikayeler kurgulardım. Ve başımı yukarı kaldırınca, perdeleri aralanmış pencereden bakan meraklı bir çift çocuk gözüyle karşılaşırdım…Sonra tren hareket eder ve bir başka istasyona kadar rayların üzerinde ağır ağır sallanarak ilerlerdi. Bir süre trenin geçtiği bomboş ovaları, derin vadileri izler ve düşünürdüm her defasında. Bu istasyonların her birinde aslında ne kadar çok hikaye olmalıydı.
Vardı da…
Küçücük dünyalarının içinde birbirine yabancı ve mutsuz kadınlar, erkekler, çocuklar… Geceleri ayışığında çocuklarına masallar anlatan, bozkırın rüzgarlarına açık pencerelerinde hayallere dalan ve hayatını her trenin geçişinde yeniden sorgulayan insanların hikayeleri vardı. Onları yazıyordum her yolculukta… Belki istasyonlar bana fısıldıyordu. Karanlık bir istasyon binasının üst katında sabaha kadar radyonun içinde başka ülkelere yolculuk yapan bir kızın hikayesini anlatıyorlardı bazen. O hikayede, radyonun içindeki istasyonların yerini belirten kırmızı çizginin üzerinde dolaşıyordu kız. Ama her sabah aynı istasyonda uyanıyordu. Gece kurduğu hayallerin hiçbirini sabah hatırlamıyordu.
Çok acıklı gelirdi bana bu hikaye; bir sürü yol aldığını sanan ama hiç ilerleyemeyen bir çöl gezgininin durumunu hatırlatırdı
O peronlardan birindeyim şimdi. Bir tren istasyonu değil belki ama bir peron olmalı. Çünkü sana ulaşmayı beklediğim bir yer ve bu nedenle peron diyebilirim. Şimdi papatyalarla dolu bir peronda kıpkırmızı bir gelincik gibi kalbim… Saklanmasına olanak yok. Beyazın üzerinde bir kan lekesi gibi sırıtıyor ve korkutuyor. Sanki her yerden sesi duyulacak ve rengi görülecek gibi. İnsan aşık olduğunu ne zaman anlar? Belki de kalbi gelincik rengine büründüğünde ve tüm vücuduna inat hareket ettiğinde değil mi? Bilmiyorum ama beni sana getiren adımlarım biraz sonra peronun bittiğini fark edecek. Oradasın. Tam bittiği yerde. “Bir peronun boyu ne kadardır, küçücük bir hayali kurmaya olanak vermeyecek kadar kısa mı?” diyorum. Gülümsüyorsun. “Perondan aşağı inmeye cesaretin varsa, hayalini sürdürebilirsin” diyorsun. Elini tutuyorum, birlikte iniyoruz. Birden radyo istasyonlarında dolaşan kızın oradan çıktığını hissediyorum. Sabah uyandığında artık aynı yerde olmayacak, bunu görüyorum…
Evet, peronlar çok önemliydi benim için. O kadar uzun ve başı sonu öylesine uzaktı ki. Bir başından diğerine ulaşmak için yüzlerce metre gitmek gerekirdi. Yıllar sonra anladım ki, bir peronun boyu küçük bir hayali kurmak için bile kısaydı.
Füsun SAKA