Islık çalan öyküler

Derinden ıslıklar çalarak bir rüzgar esiyor. Rüzgarın etkisiyle açılan pencereden bakıyorum dışarı doğru. O ıslık yüzüme, göz kapaklarıma, kirpiklerime çarpıyor hissediyorum. Bir süre sessiz ve hareketsiz bir şekilde bekliyorum. Islık çok uzaklardan bir öykü getiriyor, okumaya başlıyorum. Tuhaf. Okuduğum öykü genzimi yakıyor.Ve ıslığın sesi rüzgarın etkisiyle zaman zaman kesiliyor. Öykü yarım kalıyor. O zaman bulunduğum yerin farkına varıyorum…

Uçsuz bucaksız bir bozkırın ortasında tek başına yükselen evin pencerelerindeki panjurlar rüzgar şiddetini artırdıkça birbirine çarparak açılıyor ve kapanıyor. Korkunç bir gürültü var.

Soğuk havanın rengi mavi veya gridir, öyle bilirim ama bu kez soğuğa rağmen havada sarı, soluk bir görüntü var. Gökyüzündeki bulutlar ise biraz sonra yağacak yağmurun habercisi, öyle umuyorum daha doğrusu…Yağmur hem ıslığın, hem de benim öykülerimi toprağa karıştıracak ve rahatlayacağız…

Ama olmuyor. Islık bu defa yarım kalan öyküsünü bırakıyor, pencereden içeri girip odaları dolaşmaya ve orada izlediklerini anlatmaya başlıyor bana. “Tam anlamıyla insanın içini donduracak kadar terkedilmiş bir bina” diyor bulunduğum yer için. Birden fark ediyorum ki, biz de bina gibi buraya terk edilmişiz aslında.

Rüzgarın ıslığı ve ben birlikte izliyoruz artık…

Sarı, soluk, tozlu bozkırın ortasındaki bu evde karanlık ve kapkaranlık geceleri delercesine, giderek artıyor piyanonun sesi. Sarı, dümdüz saçları mavi saten geceliğinin üzerine ipek gibi dökülen genç kadın yine şarkılar söylüyor. Onu dinliyorum içimdeki acı boğazıma kadar yükselirken. Yalnızlığına, karşılık bulamadığı aşkına üzülüyor ama belli etmemeye çabalıyor. Bu sonsuz gibi görünen yalnızlığın bir sonu olduğuna dair umudu var bunu da hissediyorum. Ölene kadar bu beklentisini yitirmeyeceğini de biliyorum. Bunu bilmek içimi acıtıyor…

Beklediği ve deliler gibi aşık olduğu adam her gece binanın alt katında, yani aşağıda oturuyor. Onu hiç yukarıda görmedim desem yanlış olmaz. Bazen korkumu yenip, gece yarısı aşağı, yanına iniyorum. Çok mutlu oluyor. Sigara dumanı dolu odanın içinde sürekli radyoda çalan şarkılar var.

Genç kadın yukarıda kendi kendine şarkılar söylerken, o başkalarını dinliyor. Neden burada yaşadığını düşünüyor mu acaba? Sonra sessizce çıkıyorum odadan ama o bunu fark etmiyor genelde. Karanlık merdivenlere gözümü alıştırıp, korkudan ensemde bilmediğim birinin elini hissederek, hiç bitmeyecekmiş gibi görünen merdivenleri çıkıyorum bir çırpıda.

Sonra salonda, her zamanki yerimi alıyorum. Ay, gecenin karanlığında önce gökyüzünün üzerinde görünüyor ve odanın içini aydınlatıyor. Ve yavaşça aşağılara kaymaya başlıyor. Pencerenin pervazına kadar iniyor. Kendini son bir kez gösterip adeta göz kırpıyor ve karşıdaki dağların arkasına saklanıyor. Rüzgarın getirdiği tuhaf toz kokusunu çekiyorum ciğerlerime kadar. Sarı saçlı genç kadın hala piyano çalıyor ve Münir Nurettin’in bir parçasını okuyor. Saatler sürüyor bu. Yerinden hiç kıpırdamıyor. Ben de sessiz, kıpırtısız dinliyorum. Islıkla birlikte… Ses hala kulaklarımda ve bana aynı şarkıyı söylüyor.

Füsun SAKA

Paylaş

Son Yazılanlar

Dijital içeriklerin gastronomiye etkisi

Gastronomi, bir yandan kadim geleneklere ve yerel tatlara dayanırken diğer yandan sürekli yeniliklerle şekillenen dinamik bir alan. Bu hızlı değişimin önemli bir ayağını, hiç şüphesiz

Gastronomide geleceği şekillendirmek

Turizm, gastronomi ve ağırlama sektörleri, hem ekonomik hem de toplumsal açıdan dünyada çok önemli bir yer tutuyor. Bu alanlar, hem yerel kültürlerin korunmasını hem de

Bu resimlerde herkesin duygusu saklı

Bilinçdışı renklerle konuşuyor. “Bazı organik meseleler” Ressam, oyuncu ve iç mimar Melis Babadağ, “bazı organik meseleler” isimli ilk kişisel resim sergisini The Art Capsule Gallery’de

Edebiyat ve popüler kültür

Popüler kültüre hapsolmuş en popüler davranışlardan biri nedir diye sorsanız, hiç düşünmeden popüler kültüre küfretmektir, derim. Sondaki lafı başta söyledim ama mevzunun özeti bu sevgili

Tarihin en eski rehberi olan genetik

Son dönemde ne kadar çok duyar olduk değil mi ? DNA artık kulağımıza eskisi kadar uzak gelmese gerek. Sahi uzak mıydı ki, bizler genetik parçacıklar