Bizim de ait olduğumuz memeli türünün erkeği ile kadını, farklı alt-türlerin üyeleri. Bir şekilde birleşmişler. Evrim ağacında ikişer meyve veren dalları düşün. Her dal iki meyve veriyor diyelim, erkek ve dişi..
Bizim durumumuzda şu:
Bir yanda bir dal’ın erkek elması, diğer tür ise yandaki komşu dalın dişi elması. Kendi dalımızdakiyle değil, diğer daldaki öbür cinsle çiftleşmişiz. Aynı dalda dişimiz yerine. O iki dal, kendi ortak meyvelerini verebilirdi..
Aynı dalda onlar, yani ortak erkek ve dişi çiftleşebilirdi. Ama öyle olmadı anlaşılan. Bir daldaki erkek meyve, diğer daldaki dişi meyveye göz kırptı ve onu tavladı ya da tersi..
Libidomuz evrimi bekleyememiş nedense.
İki tür değil, iki alt-tür çiftleşmiş.
Bu yüzden farklıyız,
ana tür’lerimizden farklıyız. Doğada memeliler arasında en çok kavga eden, en birbirini anlamayan erkek-kadın ilişkilerinin insan’da olması bu yüzden olabilir mi?
(Bu yazıda buna yanıt arayacağız.)
Biyoloji bize şunu söyler: “Melezler üreyemez. Ama aynı tür altında çiftleşme ve üreme olabilir.” Bir de alt-türler vardır. Ana tür’lere çok benzerler ve çiftleşebilirler.”
iddiam şu:
Erkek ve kadın, yani günümüzdeki popülasyonun yüzde 99’u; en başta işlenen bir suçun, bir hatanın, bir günahın devamı olabilir.
Çünkü erkek, kendi dalında bir elma olarak yetişmişken, farklı bir tür’ün dişi elmasıyla çiftleşmiştir. Henüz hazır değilken hem de…
Evrim ya da ona kucağını açan doğa, bunu bin yıllar geçse çözebilir belki. Ama biz teknolojinin ilerlemesi nedeniyle çözemiyoruz. Şu kısıtlı zamanımızda sorunlar yaşıyoruz.. Buna rağmen üreyebiliyor olmamız şaşırtıcı gelebilir, oysa evrim açısından bu durum pozitiftir. “Üreme oluyor işte, bana ne!”. O yüzden devamdır..
Ama evrim
Doğan bebeklere aynı şansı vermez. Çünkü Freud denen uyuşturucu bağımlısı psikopat haklı çıkmıştır. Bugün modern psikiyatrinin de kabul ettiği gibi sadece insan yavruları ödipal denen sıkıntılı bir aşamadan geçmektedir. Bu aşamadan geçmektedir çünkü ilk baştaki varoluşları doğal değildir.
Diğer memeli türlerinin bebekleri bunları yaşamazken insanoğlu, “dış” bir genetik müdahaleyle yaratıldığı için beyinleri büyükken doğdukları için bu etkilere maruz kalmaktadır.
Hepsinin doğuşu açık beyin ameliyatı gibidir. Beyinleri hala oluşuyorken dünya’dan gelirler ama tam olmamışlardır. Çünkü doğumları tamamlanmadan doğarlar. O yüzden bugün dünyadaki bütün doğumlar erken doğumdur!..
Daha doğmaya hazır olmayan beyinlere tecavüzdür. Beyni açık şekilde en az 2 yıl boyunca dünyada yaşamaya çalışan bebekler,
günümüzdeki nüfusu oluşturur. Böyle bir nüfustan ne beklenebilir ki? anne-babalar ellerinde “yeni doğan bebeğe davranış kitabı” ile donatılmış mıdır? hayır.
Çünkü böyle bir kitap yoktur. İnsan bu gezegen için henüz yeni bir varlıktır. Kullanım talimatı neredeyse her yıl
sağolsunlar psikiyatristler ve psikologlar tarafından yeniden yazılmaktadır. Şaşırtıcı olan ise şudur;
İnsanlar bu bilinmezliğe rağmen üremeye devam etmektedir. Çünkü onlara asla baş edemedikleri doğru düzgün kullanamadıkları bir güç bağışlanmıştır:
insan yapmak!
En başta altını çizdiğimiz hata yüzünden farklı alt tür”lerin erkek ve dişileri çiftleşmeye devam etmektedir. Ve bunca olumsuz çevresel etkene rağmen (radyasyon, beslenme vs.) bu üreyiş devam etmektedir. Çünkü bu tür’ün alt tür’ü ne kadar alt tür olsa da milyonlarca sperm üretmektedir. Üreyebileceği uygun bir dişi’deki yumurta sayısına göre kat kat fazladır bu…
Öyleyse üremenin durması çok zordur. Bu gezegendeki her insanı kısırlaştıramayacağımıza göre nüfus artacaktır. Bu şekilde nüfusu artan, insan dışında tek bir tür vardır. Virüsler..
Belki de bu gezegenin virüsü olduğumuzu kabul etmemiz gerekecek. Eğer bunu kabul etmezsek, zaten doğa eninde sonunda
bize günümüzü gösterecektir..
Tür ya da alt-tür dinlemeyecek. “Artık durun!” diyecektir. İşte yazının sonu da bu..
O günlerin özlemini duyuyorum. Daha önce yaşamadığın bir şeyi özleyemezsin, diyebilirsiniz evet.
Ama bu öyle varoluşsal bir özlem ki.
Sanki hep her yerin yeşillikle yaban hayatıyla dolduğu bir şehri resmediyorum rüyalarımda.
Freud kapa çeneni.
Ödipalse de sonra söyle.
ben,
bakirliği seviyorum…