Kundalini Yoga Eğitmeni Nur Taran, profesyonel yaşamı, yöneticiliği geride bırakıp “hippi olacağım” diye Hindistan’a doğru yola çıkıyor. Hikâye burada başlamıyor elbette. O, depresyondayım diye çığlık atarken, Kundalini Yoga çıkıyor karşısına. “Kalbimiz kurur bazen ve biz, bir daha yeşillenemeyeceğini sanırız. Sanırız ki, bir daha gülümsemek, yumuşamak, hissetmek, canlanmak mümkün olmayacak. Aslında tek ihtiyacımız olan sudur.” İşte, bu değişimi anlatmanın tek yolu, elbette yazmaktı.
“Kundalini Yoga ve Meditasyonla Rahatlama Rehberi”
Ve Nur, muhteşem bir yolculuğun kitabını yazdı. “Kundalini Yoga ve Meditasyonla Rahatlama Rehberi”
“Saatlerce süren ağlama krizinin ardından işten çıktım. Eve geldim. Ondan sonraki gün işe gitmedim. Ondan sonraki gün de gitmedim. Ve ondan sonraki gün de… Böyle böyle on gün evde kaldım. Dışarıya da çıkmadım.
Kendime sadece iki soru sordum.
“Neden mutsuzum?”
“Neden bu hayattayım?”
Nur Taran’la kitabını ve yazma sürecini konuştuk.
Olduğu gibi, tüm samimiyetinle kendini anlatmışsın. Yürekten kutluyorum seni. Ailenden nasıl bir tepki gördün?
Annem ve babam içinden geçtiğim sürecin bu kadar ayrıntısını bilmiyordu tabii. Kitabı okuyunca üzüldü, şaşırdı. “Keşke bize anlatsaydın, açıklasaydın, bilemedik, sana ulaşamadık” dedi. “Ben hayatımda artık kurbanlık içeren hiçbir yaklaşımı istemiyorum ve o yüzden bu deneyimi paylaştım. Bu kitap benim zaferim, lütfen bunu böyle gör” dedim. Ben bunu yaşadım, insanların da bunu yaşayabileceğini ve buradan yeniden doğabileceklerini görmelerini istedim. Benim neler yaşadığıma dair üzüntü duymaları yerine, böyle hissedilebileceğini ve oradan ayaklarının üstüne doğrulup kalkılabileceğini görmelerini istedim.
Babam da okudu. Gurur duyduğunu söyledi. 28 yaşında Çanakkale Seramik’te yöneticilik gibi kariyeri bırakıp, Hindistan’a gittim. O zaman çok karşı çıkan babam, şimdi, hayatın değiştirilebileceğini benimle birlikte deneyimledi. Annem ve babamın şu an en çok sevdiği şey seyahat etmek örneğin. Ben beş parasız kalmayı göze alarak bu yolu tercih ettim. Kitabı yazdım, çünkü bu öykü, artık benden çıksın istedim. Kendimi yeniden doğmuş hissediyorum. Yaşadığım deneyimin bilgeliğini alıp yeni bir ben yarattım.
Acının ve çaresizliğin ne demek olduğunu çok fazla deneyimlediğim için sabırlıyım. Dengeli bir şekilde gidiyorum artık. Daha fazla anlıyorum insanları. Yas, depresyon, acı çekmek çok zor. Ama yine de şu an bulunduğum noktada şükürle ‘İyi ki yaşamışım bunları’ diyorum. Yoksa uyanamazdım.
Peki depresyonunda kimse yanında olmadı mı?
Bu ruh halini türlü maskelerle saklamayı öğrenmiştim. Kimse sürekli ağlayan biriyle çalışmak istemez diye düşünüyordum. Bir gün ‘İçime kapanık’ olduğumu söylemiştim, toplantıdakiler bana uzun uzun gülmüş, inanmamıştı.
Sonra yine bir gün geldi ve çalıştığım iş yerinde artık kendimi tutamayıp ağlamaya başladım. Çevreme insanlar toplandı, ‘Nur ağlıyormuş, nasıl yani?’ diye. “Sen de ağlıyorsan, biz ölelim,” diyen oldu.
Ben de kendi kendime ‘İnsanları hayal kırıklığına uğrattım. Nasıl işe yaramaz biriysem, şu an ağlıyorum ve umutlarını kaybediyorlar benim yüzümden’ diyerek kendimi suçluyordum.
Nasıl bir kararla özelini açtın, kendini rahatlatmak mı istedin?
Bir şekilde bu hikâyeyi paylaşmazsam, sürekli kendi içimde anlatmaya devam edecektim. Bu yüzden de yazdım. Önce kaleme aldım. Daha sonra da insanlarla paylaşabildim. Çünkü verdiğim derslerde yaptığım konuşmalarda insanlara en kırılgan halimi açtığımda bana güvendiklerini ve kendi yaralarını açtıklarını fark ettim. Ve yara gösterildiğinde, dile getirildiğinde, yazıldığında iyileşiyor. Ve ben gerçekten kendi içimde acı çektim. Ama bu acıyı, kendime acıma alanı olarak görmedim. Ben bu acıyı çektim, demek ki, epey bir hayatta kalma potansiyelim ve gücüm var. O zaman madem ki ölmedim, bu hikâyeyi insanlarla paylaşayım, yatağından kalkamayan ve aylarca benim gibi, tavanı ezberleyen insanlar varsa, – ki pandemide çok olduğunu düşünüyorum – beni duysun, yalnız olmadığını anlasın ve o da hikâyesini paylaşsın.
Maskelemeye çok alıştık.
“Me too” hareketi çıktı ya onun gibi olsun istedim. Soğuk depresyon, hele ki beyaz yakalı ve mükemmel olmaya kurulu, insanların hiç göstermediği yaşadığı bir hal artık. Maskelemeye çok alıştık. Mucizeler olabileceğini, benim deneyimlediğimi onun da deneyimleyebileceğini görsün, bu empatiyi kursun ve umut bulsun istedim.
“Hayat metaforları seviyor,” demişsin,
Çocukluğumdan beri hayatın şakasını görmeye, hayatın bana başka şeyler üzerinden anlatmaya çalıştıklarına, hayvanları izleyerek, denizi izleyerek, doğanın hareketinden öykü çıkarmaya bayılıyorum. Dolayısıyla da spritüel olarak benim aldığım bütün mesajların da aslında şamanik olarak tanımlandığını şimdi anlıyorum.
O zamanlar şifa, şamanizm, olağanüstü şeylerin olabileceği gibi bir inancım yoktu.
Hayat metaforları seviyor, benim de hikayem ormanda kaybolmamla başladı. Telefonumun şarjı yok ve bir domuzla karşılaşıyorum. Beni kovalıyor, arkamda mı değil mi, bilmeden kaçıyorum. 14 yaşında panik atak yaşayan bir insan nedir? Sürekli ormanda kovalandığını düşünerek korku içinde yaşıyor. Ben de onu fiziksel olarak hikâyenin başında yaşadım.
Çocukken masallar ne kadar önemliydi senin için?
Edebiyat ve sözün gücü hep vardı. Dayım şiir okurdu, o çok etkiliydi hayatımda. Adile Naşit’in masallarını dinlerdim. Annemler gittiği anda 900’lü hatlardan Adile Naşit dinlerdim. Hala dinliyorum. Spotify’da da var. Masal da okuyorum. Küçük Prens ve Küçük Kara Balık hayatıma en çok etkisi olanlar. Beni sorgulamaya iten kitaplar. Çocukluğumu yaşlılarla yaşadığım için, onların hep anlatacak hikayeleri vardı. Anneannem büyüttü beni. Panik atağım da onun ölümüyle başladı. İlk yüzleşme ve terk edilme travması oldu. On dört yaşındaydım. Bütün süreçler ondan sonra tetiklendi. Ölen kişiyi hissetmem, insan olmak, hayatta kalmamla ilgili çatışmalar yaşamam onun kaybından sonra başladı.
Hayatının başka bir dönüm noktası da Hindistan. Nedir bu Hindistan’ın sırrı?
Aslında ben Hindistan’a yoga öğrenmek ya da ermek için gitmedim. Hindistan beni çağırdı. Aslına bakarsan, oraya hippi miyim değil miyim anlamaya gittim. Bir gerçek vardı elimde, ben bu toplumda kendime bir yer bulamıyordum. Kabak’ta Cennet Adası’nda bir hippi grubuyla karşılaştım ve onlarla birlikte geçirdiğim zaman, “Bunlar nerede yaşıyor acaba?” diye düşündüm. O yıllarda profesyonel iş hayatında, benim gibi takım elbise, topuklu ayakkabı giyen birisi için bu karşılaşma bir mucizeydi. Ben başıma çiçekler takıp dolaşmak istiyordum. Levent’te tek tipleşmek zorunda kalmışlık hissi ve dev binaların arasında bu duygulardayım. Hippileri görünce ‘Ben kesinlikle buraya aitim’ dedim ve onların geldiği yere, Goa’ya gittim. Dönüş biletimin olmadığı gidişim ayrı bir macera.
Goa’da dans etmeye, hippi olmaya gittim
Goa’da dans etmeye, hippi olmaya gittim ama ikinci günü enerjiyle şifa öğretmeni Patrick’le tanıştım. Bana ‘Ne istiyorsun?’ diye sordu, ben de “Şifacı neymiş bir görelim” duygusuyla oradaydım. Patrick’e cevabım çok netti: Hayat tatmini. Yaptığım hiçbir şeyden zevk almıyordum. “Yaşamak hiç umurumda değil,” dedim. Bana şifa verdi. Meditasyonuna gittim. Orada çok ağlamak istedim ve bana neler olduğunu anlayamamıştım. O sırada anoreksiktim, 40 kiloydum. Sonra olaylar birbirini hızla takip etti ve Patrick’in himayesinde yoksul kesime yardımda bulunmak üzere çalışan Samarpan Foundation’ın restoranı Samovar’da çalışmaya başladım. Goa’nın ortasında Lübnan’lı bir aşçıyla çalışan restoranda kendimi sarmayla beslenirken bulmuştum. Anneannem beni besliyormuş gibi geldi.
‘Ben artık Goa’da yaşayacağım’ diye tekrar Türkiye’ye döndüm. Biraz para kazanıp tekrar geri dönecektim. “Kedilerin Felsefesi, Filozofların Kedileri” kitabını çevirip biraz para kazanayım diye düşünürken Gezi olayları başladı. Ben de Gezi’nin ortasında buldum kendimi. Gezi, güvenebileceğim alternatif insanlar olduğunu görmeye başladığım bir alan olması dolayısıyla bende büyük kırılma noktasıdır. İnsanlara karşı ürkekliğim oraya gitti. Sonra Goa’ya yeniden gittim ama bu kez bambaşka bir formattaydı hayatım.
“Kendinle arandaki boşluk öldürücü acı verir,” demiş Yogi Bhajan
Yogi Bhajan öğretilerini kitabın içine örmek istedim. Goa’ya, sonradan çevirdiğim Sözün Gücü kitabıyla birlikte gittim ve sürekli olarak Bhajan’ın sözlerini okuyor, tanımlamalarım üzerine düşünüyordum. Sanki benimle birlikte orada bir şekilde hayatımın içindeyi Yogi Bhajan.
Kendimle aramdaki boşluk, özümü unutma hali ve araya başka öğrenilmiş kimliklerin girmesi, en büyük acının kendinden kopmak olduğunu söyleyen Yogi Bhajan’la ve öğretiyle çok bütünleştim.
Ve fark ettim ki sorgulayamamıştım. Çünkü bir şey olmak zorundaydım. Üniversite mezunu olmak, girdiğim işi başarmak, para kazanmak ve bunu sürdürmek zorundaydım. Orada bu zorunladık halinden özgürleştim.
Bir de dansöz olmak istediğini yazmışsın kitabında,
Anneannemin günlerinin benim hayatımda çok yeri var. Bakla falı bakmaya gelenler, enteresan kadınları dinlemem. Belki benim şu an kadın çalışması yapmaya yeni cesaret etmemin sebebi anneannemin çemberleri. Çok eğlenceli geçiyordu. Bir gün bir komşusunun dansöz kıyafetiyle gelmesi hiç unutamadığım bir anıdır. Kadını dansöz kıyafetiyle görünce ben “Allahım dünyada gördüğüm en güzel şey!’ diye düşünmüştüm. Anneanneme ‘Ben dansöz olmak istiyorum!’ dedim. Beni doktor olarak hayal eden anneannemin ilk lafı, “Evladım sen beni öldürecek misin?” oldu.
Goa‘daki partilerde saatlerce dans ederek o dansöz olmayı her şeyden çok isteyen çocukluğumun hatırası ile kucaklaştık. İlk olarak ben tanımımı bir yana attım, başıma çiçek taktım, motor kullanmayı öğrendim ve partilere gidip düzenli bir şekilde çocukluğumla el ele dans ettim.
Ve yine kitapta Spirituel savaşçıdan söz ediyorsun. Kimdir bu savaşçı?
Canlılık, dayanıklılık ve hassasiyet. Spiritüel Savaşçı, bu üç kavram üzerine yerleşiyor.
İçinde bulunduğumuz dönemde durmaksızın değişkenlik gösteren şartlarda, çok hisseden, hisleriyle bağı olan hassas insanların güçlü bir sinir sistemine sahip olması hayati önem taşıyor. Zira bu kişilerin hisleriyle bağını koparmadan gördüklerine dayanabilmesi gerekiyor. Yine çok hissetme ve yoğun bilgi trafiği, yorgun hissetme halini de beraberinde getirebiliyor. Biz, bu halin yerine, kaynağını sonsuzluktan alan bir dinamoyu yerleştirmesi ve canlı olması için çalışıyoruz.
Bu hassas ve fakat canlı, dayanıklı kişilere Spiritüel Savaşçılar diyoruz.
Kundalini Yoga, Spiritüel Savaşçı’nın hassasiyetinden ödün vermeden canlılığını, üretkenliğini koruması ve hislerini uyuşturma ihtiyacı duymayacak kadar dayanıklı olmasına hizmet eden bir öğreti. Hayatının akışına bunu uygun bir şekilde yerleştirmek gerekiyor. Kitapta da buna yer verdim.
Burada Savaşçı kelimesini ne anlamda kullanıyorsun?
Buradaki savaşmak, kendi stratejini belirlemek anlamında, yani dengeli bir eril enerjiden bahsediyoruz. Nasıl adım atacağını, durumla nasıl ilgileneceğini bilmek. Sonra onun üzerine son derece dişil bir öz şefkat pratiği.
Kendini kucaklama hali, her gün yeniden.
Kundalini Yoga yaptın hemen hop diye hayatın değişecek diye bir şey yok. Sabah kalktığın andan itibaren kendinle ilgilenmen gerekiyor.
Disiplin önemli. Ama burada eril ve dikte edici bir disiplinden değil, yumuşak ve kararlı bir öz şefkat disiplininden bahsediyorum. O askeri düzene ben çok direndim. Kalıba sokma çalışmalarına Kundalini Yoga içinde de hep direndim.
Beslenme, suyu kullanma biçimi, ek gıdalar, kendini yargılamamak ve tabii ki pratik. Kendine karşı, duygularına, eylemlerine karşı, her şeyde azami dürüst olmalısın, bunu yapabilirsen, üst benliğinle bir olabilirsen, kendinle arandaki mesafe kapanır.
Kova Çağında artık Tanrı’nın bizden ayrı olduğu kavramını geride bırakıyoruz. Tanrı ile bir bütün olduğumuzu ve hepimiz ve her şey olduğunu görüyoruz. Hayatında olan her şeyin sorumluluğunu üstleniyorsun, öz bakımının da. Artık birilerini suçlamıyor, kendinle ilgileniyorsun, bu artık kendinle arandaki mesafeyi kapaman demek.
Bunun için önerilerin neler peki? Bu kitabı bunun için kullanabilir miyiz?
Bunun için iki paket önerdim. Birisi Acil Durum Paketi, diğeri ise Hayat Ritüeli Paketi.
Öncelikle panik atak ve yoğun stres anlarında kendi stres kişiliğini tanıyıp, ‘Ben strese girince ya da panik halinde nasıl bir insana dönüşüyorum? Daha alıngan mı, daha sabırsız mı oluyorum?’ gibi sorularla, bunları önce analiz edip tanımak, o anda yapacağın müdahaleleri bilmek önemli. Acil Durum Paketi’nde bu müdahaleler yer almalı.
Diğer Hayat Ritüeli Paketi. Ve bu pakette de her gün kendinle ilgilenirken yapabileceklerini Kundalini Yoga öğretisi ve kendi deneyimlerim ışığında paylaştım.
Kundalini Yoga akışı kişideki stres etkilerini nasıl dönüştürüyor?
Kundalini Yoga’da stresi serbest bırakma üzerine bir çalışma yapıyorsak hareketlerle bedenimize belirli ölçüde basınç uyguluyoruz. Biz buna iyi stres diyoruz.
minik öykülerimiz bu dört basamakla dönüşümü sağlıyor.
minik öykülerimiz bu dört basamakla dönüşümü sağlıyor.
Dürt, kışkırt, yüzleştir ve yükselt. Kundalini Yoga’nın kriya dediğimiz ve tüm enerji sistemleri ve tabi fiziksel bedendeki kayıtlar üzerinde çalışan hareket akışları, benim tabirimle minik öykülerimiz bu dört basamakla dönüşümü sağlıyor.
Önce sisteme nefes, mudra, tekrarlı hareketlerle ve mantrayla biraz basınç uygulayıp, sonra suyun kaynamasına benzer şekilde farklı yogik teknikleri birleştiren, her biri birbirinden farklı kombinasyonlarla ocağın altını biraz daha açıyoruz. Suyu kaynatmaya başlıyoruz. Bir yer geliyor ve su fokurdamaya başlıyor. Orada duygu çıkışları olmaya başlıyor. Ağlama, bağırma, uyku hali gibi… Burası kışkırtma noktası. Sonra hareketlerle bir vadiye çıkıyoruz. Son düzlüğe çıktığımızda da yükseltme aşaması geliyor. Yani o nedir? Stres alanını açıp zihnin rahatlayabileceği bir bakış açısını genişletebilmek. Bu aşamalar öğretinin meditasyonlar da dahil her uygulamasında farklı şekillerde var.
Kitapta bunu deneyimleyebilecekleri ve benim favorilerim arasında yer alan, kendi kendilerine uygulayabilecekleri birçok nefes tekniğini, meditasyonu, kriyayı paylaştım. İlüstrasyonları da benim karikatürize versiyonumu çizgilere taşıyan Ayşe Milli tarafından keyifle yapıldı.
Bu kitap okuyucunun, kimseyi takip etmeden, kendi kendini bütünlemesi, ihtiyaçlarının farkına varması, kendi kendisiyle ilgilenmesi ve kendini şifalaması için.
Kitabı eline aldığında ne hissettin?
Odada saklanmak istedim. İnsanlara kırılgan yanımı ve zayıf olduğum süreçleri açmak beni korkuttu. Eleştirilmekten, ‘Ben kimim ki böyle bir kitap yazıyorum?’ gibi yargıç yanımın yetersizlik duygusuyla beni dürtmesinden duyduğum korku açığa çıktı.
Böyle zamanları kutsanma anları olarak görmek konusunda kendimi eğittim sanırım. Hepsini tek tek dinledim ve kendimi kutlamaya yöneldim. Paylaştıkça şifanın çoğalacağını ve hep öğrenci olacağımı, bundan vazgeçmeyeceğimi söyledim kendi kendime. Bu sakinleştirdi.
Bu kitap, benim depresyon sürecinden geçip ayağa kalkmamın ve bütün bu süreçte uyguladıklarımı benzer şeyleri yaşayan insanlarla paylaşmamın bir meyvesi, benim zaferim. Bütüne şifa olsun.