Bir fiil midir kadın olmak? Bir davranış mıdır? Bir duygu mudur? Bir kader midir? Bir heves midir? Bir algılayış mı, yoksa bir sunuş mudur? Bir kaçış mı, yoksa ateşe atlayaış mıdır? Bir sunak mıdır, kucağında kurbanlar verilen, yoksa kurbanın kendisi midir, sunak taşına yatırılan? Dokunulamayan mıdır, yoksa yakılan, taşlanan mı? Özenilen midir, reddedilen mi? Aşkı uğruna savaşılan mıdır, yoksa aşka yasaklanan mı? Gücünden, doğdurganlığından yüzlerce tanrıça yaratılan mıdır, yoksa ilâhi güçten aldığı ayrıcalığından dolayı cezalandırılan mıdır? Erkek dünyası gerçekten sever mi kadınlığı, yoksa içten içe kıskanır mı? Gücüne ihtiyacı olduğu için kadına tapınaklar mı inşa eder erkek, yoksa tensel zevklerinin ilâcı olduğu için ona düşman mı kesilir?
İnsanoğlu kadın, dişilik ve doğurganlık olgusu ile meşgul
İnsanoğlu cinselliğini fark ettiği tarihten bu yana “kadın” ve buna bağlı olarak” dişilik” ve “doğurganlık” olgusu ile meşguldür. “Kadın” imajı, cazibesine, tenine ve doğurganlığına duyulan ihtiyaçlar doğrultusunda, dinsel, sosyal ve politik nice düzenlemenin de menşei veya kurbanı olmuştur.
Erken devir insan kültürleri, erkeğin doğuma katkısı henüz bilinmediğinden, aylık kanamaları, çocuğun bu kanın pıhtılaşmasından dünyaya geldiği inancı ile, kadını tabiat üstü, mistik, mucizevî bir yere oturtmuştur.
Hindu teorisine göre; kadının rahmi bu kanamanın yoğunlaşması ile canlıya şekil vermektedir.
Daustenius’a göre (1348) rahimdeki meyve, uygun bir zamanda, ancak, annenin kanıyla beslenip olgunlaşır.
Güney Amerika Kızılderililerine göre; tüm insanlık “ay kanaması”ndan yaratılmıştır
Antik Mezopotamya kültüründe Tanrıça Ninhursag çamuru kendi “ay kanı” ile yoğurarak insanoğlunu yaratmıştır.
Sümerlerin ana tanrıçası Ninhursag diğer kültürlerdeki adlarıyla; Antik Akad tanrıçası Mammetun veya Gılgamış Destanı’ndaki Büyük Aruru veya Potter, diğer kadınlara, çamurdan adamlar yapıp, “ay kanamaları” ile bezeyip “yaratmayı” öğretir. Anlamı “kanlı çamur” olan “Adamah” tan yaratılanın adı “Adam” yani “Adem”dir.
Daha sonraki devirlerde ortaya çıkan semavî dinlerin de yaradılış eksenlerinde bu inançların izleri sürülebilir.
Romalılar da, bu antik mitoloji olgusuna sahp çıkmışlardır. Yunanlı Plutarch, (66 AD) insanın topraktan yaratıldığını ama “ay”ın gücüyle büyütüldüğünü söyler. O ay ki, kadının kanamalarını düzenleyen güçtür.
Erkeğin “insan yaratmak” taki fonksiyonunu keşfetmesi zaman almıştır
Doğum yapmanın, ilâhiliğin tek göstergesi olduğu antik çağların mitolojisi, en yüksek tanrılık mertebelerini tanrıçalarla süslerken, vajinadan, rahimden ve üretmekten yoksun erkek tanrılarını da doğurganlık mucizesine sahip kılabilmek için onlara özel yaratıcılık unsurları kurgulamıştır.
Antik Mısır’da Ra’nın rahiplerine göre; tanrıları, ilk insanları ağzından doğurmuştur.
Satapatha Brahmana’ya göre; tanrı Prajapati’nin ağzından çıkmıştır yarattıkları. Ama önceliklke, daha üstün güç olan tanrıça Shava’ya adaklar adamak zorunda kalmıştır. Padmana Purana, Sukra ismindeki tanrının, Shiva’nın karnında yüz yıl yaşadıktan sonra penisinden doğduğunu söyler. Bu mitolojik öyküde de, Sukra zaten daha evvel de vardır ve tanrı Shiva onu yutarak kendini hamile bırakmıştır.
Helenistik mitolojide tanrı Zeus kendisinden daha büyük olan tanrıça Athene’yi, kendi başından doğurmuştur. Fakat bunu, ancak, zaten Athene’ye hamile olan Metis’i yutarak başarmıştır. Zeus, Dionisos’u da kalçasından doğdurmuştur. Ancak ne var ki; bu inanışta da esas anne, ay tanrıçası Selene’dir. Selene hamileyken Zeus onu öldürmek zorunda kalmış, ruhların yöneticisi olan Hermes, Selene’nin altı aylık fetusunu rahminden alıp onu Zeus’un kalçasına dikmiştir.
Antik Çin tanrısı Kun, korkunç bir sezaryenle, Hsia Hanedanı’nın kurucusu Yu’yu doğurmuştur
İskandinav tanrılarının en kurnaz ve en kötüsü olan Loki, bir kadının kâlbini yedikten sonra hamile kalarak Odin’i doğdurmuştur. İnsanoğlunun, hayranlıkla yarattığı ve taptığı tanrıçalara rakip koşmak üzere doğum yaptırmaya çalıştığı tanrıların doğurganlıklarında, o veya bu şekilde, yine bir kadına ihtiyaç duymaları, aslında, salt antik çağların ve mitolojinin unsurları değil bence. Mitolojinin, masalsı bilinse de, aslında insanoğlunu sembollerle bire bir anlatması adına, hep çok gerçek ve çok günümüz hikâyeleri olduğuna inanırım. Ağzından, burnundan, penisinden, kalçasından doğurup kadına rakip olan tanrılar, kadınlığın ay dönemi kanamalarına ve cinsel yapısına özenle düzenlenen hadım etme seremonileri, erkek çocuklara kız elbiseleri , takıları giydirerek yapılan sünnet törenleri, tarih boyunca erkeğin “kadın gücü”ne sahip olmak arzusuyla takındığı tavırları sergilemiştir.
Erkek kadına hep ihtiyaç duymuştur
Ancak bütün bu uğraş, erkeği yine de istediğince kadın yapamamış, kadın “büyük yaratıcı” ile olan o çok özel ilişkisini hep korumuş ve erkek, o veya bu şekilde, kadına hep ihtiyaç duymuştur. Belki de bu başarısızlıktır ki; antik çağlar boyunca kadını, erkeğin ve toplumun gözünde “tanrıçalaştıran” anlayış, zamanla onu cezalandırmaya başlamıştır. Hâtta; tabiatın takvimini, doğurganlık gücünü ve yaratma düzenini elinde tutan kadına, kendi takviminin, doğurganlılığının cezasını çektirme kararı vermiştir, erkek erkil tolum anlayışı. “Kadın olma”nın cezasını vermek üzere, yeni düzenlemeler geliştirmiştir. Çağlar boyu “kutsal”, “yaratıcı” kabul edilen kadının ay dönemi kanamaları “pis” addedilmiş, bu pisliği taşıdığından dolayı kadın, dinsel ve sosyal katılımlardan ırak tutulmuş, ilâhi gücün işareti olan doğurganlığını, kadının ağırlığınca altında ezileceği bir yükün sembolü haline getirmiş, antik dönemin bile kadının tamamen kendi tasarrufunda bıraktığı, çocuğunu kendi arzusuyla doğurmak hakkını elinden almıştır. Bu, halen daha yaşadığımız sosyal yaralardan biridir.
KADININ GÜCÜne ve kadının güçlü olması gerektiğine inanıyorum
Ben, çok şanslıyım ki; ailem, hem anne, hem baba tarafımdan nesillerce hep güçlü kadınların örnekleriyle dolu. Özgüvenli, müdanasız, becerikli, kendisine ait ve kendisine sahip, erkeğini hep yüreğine göre seçmiş, severek, aşkla evlilikler yapmış, öyle yaşamış, erkeğinin arkasında değil, hep yanıbaşında, el ele hayat yolcuuğunu üstlenmiş kadınlar. Acı çekenler, ezdirilmeye çalışılanlar olmuş içlerinde ama başkaldırma ve yollarını ayırma cesaretini göstermişler daha nesiller önceki devirde… ve mutluluğu yakalamak için kendilerine şans yaratmışlar.
Kuvvetli kadın örnekleri genlerimde var
Ninelerim, büyükannelerim arasında aile titrlerini, içine doğdukları maddi imkânları, şık yaşantılarını ihtilâller, harpler, göçler, sürgünler dolayısıyla kaybetmiş, at sırtında, yürüyerek başka coğrafyalara yol almış, sıfırdan hayatlarını kurmuş, erkeklerinin hastalığı, ölümü ile ailesini sahiplenip evlerinin hem kadını, hem erkeği olmuş kadın örnekleri çok. Hiç biri kimseye el, avuç açmamış, kimsenin bakımına, imkânlarına sığınmamış, şikâyetsiz, vakur bir tavırla, gururla, yuvalarını ayakta tutmayı, çocuklarını yetiştirmeyi başarmışlar. Özetle, “Kuvvetli kadın” örnekleri benim genlerimde var. Ama bu aynı zamanda öğrenilebilecek bir güç.
Maalesef, kız çocuklarını ürkek, çekingen, hep himayeye ihtiyaçları var ve olacak terbiyesiye yetiştiriyor çok aile. Hayatın çirkinliklerine, saldırılarına karşı bilgilenmek başka ama hep korkuyla ve birinin yardımına, kollamasına ihtiyaç duyarak büyümek ve öyle yaşamak başka.
Erkek çocukları için gurur kaynağı olacak çokşey kız çocuklarına “yasak”, “ayıp”, “zararlı”, “kötü”, “tehlikeli” diye dayatılıyor ve kızları korumak adına yaratılan bu eğitim sistemi, kızların ille de bir başkasının, özellkle bir erkeğin korumasında hayatı idame ettirebileceklerine, yalnız yol almalarının mümkün olmadığına dair bir “korkaklık eğitimi”ne dönüşüyor.
Kız çocukları hep bir beyaz atlı prens beklemek üzere yetiştiriliyor
Masallarımız da hep bu örneklerle dolu. Toplumda güçlü kadınlar istiyorsak, kız çocuklarına şunu çok iyi öğretmeliyiz ki; nazik ve dişi olmak güçsüz olmak demek değildir. Kadın, hangi yaşta olursa olsun, yüreği, zihni, düşünceleri, hayâlleri ve bedeni ile sadee ve sadece kendisine aittir. Bütün bu özvarlıkları üzerinde tasarruf hakkı yine sadece ve sadece kendisine aittir.
Kadın kendisine sahip çıkmalı, güçlü olmalı ama dişiliğini kaybetmemeli. Ancak, cinselliğini yaşamını kolaylaştırmak üzere de kullanmayacak kadar gururlu olmalı. Bu gücün, kadının içinde bulunduğu coğrafyanın, sosyo ekonomik koşulların, eğitimin, baskıların, dayatmanın üzerinde bir güç olduğunu görüyorum örneklerinden. Her kadın kendi dünyasında, kendi şartlarında, o dünyaya, o şartlara göre güçlü olacak bir duruş sergileyebilsin dilerim. Bu güce sahip kadınların da kendileri kadar şanslı ve güçlü olmayan kadınlara el uzatması “kadınların kardeşliği” anlamında çok büyük önem kazanıyor.
Biz kadınların hepimizin birbirimize sahip çıkmak, düşenimizi hep beraber ayağa kaldırmak ve güç desteği vermek sorumluluğumuz var. İyi, âdil, şefkatli bir dünya için güçlü kadınlara ihtiyacımız gün geçtikçe artmakta. Ancak, aynı zamanda böylesine kadınları seven, sayan ve önemseyen iyi, âdil, şefkatli erkeklere de ihtiyacımız var. Erkekleşmeden güçlü olabilen kadınlarla, erkekliğini bir güç sahipliği olarak görmeyen erkeklerin birleşmesinde dünyamız çok daha yaşanır bir gezegene çevrilecektir, eminim.
Sevgiyle kalın.