“Kim olursan ol, vermeyiz yerimizi”
Bizim evin hallerinden bahsedemiyorum çoktandır. Zor bu sıcaklarla yaşamak. E haliyle, güneşin altında keyif yapmak varken, geçemedim şu bilgisayarın başına. Fazla strese gerek yoktu. Hiç zorlamadım kendimi. Öylece çimlere bıraktım. Biz böyle mayışmışken, kıpır kıpır bir arkadaşı geldi bizimkinin. Üzerinde çivit mavisi kedi gözü gibi askılı, mini bir elbise. Neymiş Amerika’da yaşıyormuş. Tası tarağı toplayıp gitmiş. Bir şirketin yöneticisi.
Ben bizimkini bilirim, o bakışları da tanırım. Anlamsızca baktı suratına. İş başarısına sığınmış, zamanla yarışan, dediğim dedik bir kadın. Benim suratıma bile bakmadı. Konuştu da konuştu. Projeler, seyahatler… Ama anlarım ben bizimkinin bu bakışını. “Eeee, ne yani der o, “ Ama uzun yıllardır görmediği bu arkadaşına diyemedi işte. Ama boş boş baktı durdu. Sonra birden “en son ne zaman aşık oldun?” dedi.
Zaman yok, adam yok
Ay bizim o dimdik duran arkadaş bir yumuşadı, ama sonra hemen toparlandı. Sanki o rolden çıkmaması gerekiyormuş gibi. “yok şekerim, zaman yok, adam yok, kendimi de koşturmada epey bi bıraktım,” “Hah, konu geliyor estetiğe, “dedim. Sever bizimki, güzelliği. Bakımsızlığa hiç gelemez. Kiloya katlanamaz. Bu kez başladı ona tavsiyeleri, ben oraları hiç anlamam. Biz kedilerin botoksa, motoksa hiç ihtiyacı yok çok şükür. Oraları fazla dinlemedim. Şöyle bir gerindim yattığım yerde. Bizimki hemen “Eflatun” dedi, arkadaşına da beni, yani kedisini sevse der gibi bakış fırlattı. Ama kız oralı değil. Estetik konusu açılınca, “Eee haliyle Amerika’da bir iki kilo aldım,” Bizimki dayanamadı, doğruluk oklarını fırlatmaya başladı. “Bir iki mi, 6 kilo vermen lazım senin,” dedi. Kız “neee” diye bir çığlık attı. “Eee bu gider, bir daha da gelmez,” dedim. “Evet 6 kilo, bak Eflatun da 6 kilo” diye beni gösterdi. Ben orada bir yağ yığını gibi hissederken kendimi, bizimki yine rencide etti beni. Şimdi bu kız, bir Eflatun kadar kilo mu verecek?
Vermez, veremez de niye benzetme ben. Kız ilk defa bana dikkatle baktı. “Benim iki kedim var, fark ettin mi?” diye sordu bizimki. “aaa gerçekten sen söyleyince gördüm,” “Çünkü kendinle o kadar meşgulsün ki,” dedi bizimki. O derin konulara girmeyeceğim. Sonra bir şişe kırmızı şarap açıldı. Kızın hafiften ağladığını gördüm.
Sohbetlerle o kadar güzel, o kadar sıcak geldi ki ortam. Bizim salondaki koltuğa büzüştü bizim Amerikalı yönetici. Eee artık sıra Leyla’da. O da kendini gösterecek. Ben bir Yağ tulumu olarak sahneye çıktım. Olsun, versin kiloları. Beni hatırlayarak versin.
Leyla dedim, sabaha karşı bizim Leyla rahat durmamış, geçmiş tepesine miyav miyav, çünkü koltuğun ayakucu ona ait. Neyse ki, kız, hemen anlamış. Bacaklarını çekmiş kendine. Sabah anlatıyor bize. İçimden ne mi dedim, “dünyayı yönetsen de, biz kedileri yönetemezsin işte, hadi benim kadar kilo ver de gel…”