Türkiye’nin uzun süredir gündemini meşgul eden sokak köpekleri sorunu, köklü ve insani bir çözüme kavuşmayı bekliyor. Ancak geçtiğimiz günlerde TBMM‘ye sunulan yeni yasa teklifi, sorunun özüne inildiğinde, kalıcı bir çözümden ziyade geçici ve sorunlu bir formül sunuyor.
Zira teklif, asıl meselenin köpeklerin sokaklarda oluşu değil de sanki varlıkları olduğu yanılgısına kapılmış görünüyor. Yerel yönetimlere, toplayacakları sahipsiz köpekleri “kamu güvenliği, anatomisi bozuk hayvan” gibi oldukça geniş kapsamlı gerekçelerle öldürme, yani “ötanazi” yetkisi veriyor.
Bu durum, bir yanıyla acı bir çaresizliğin yansıması sayılabilir. Ama özünde, hayvanların yaşam hakkını yok sayan bir anlayışın tezahürü.
Oysa sorunun temelinde, bugüne dek belediyelerin ve ilgili kurumların mevcut yasalar çerçevesinde üzerlerine düşen sorumluluğu hakkıyla yerine getir(e)memiş olmaları yatıyor. Türkiye’de 2004’ten beri yürürlükte olan 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu, tüm belediyelere kendi yetki sınırları içinde geçici hayvan bakımevleri kurma ve kısırlaştırma zorunluluğu getirmişti.
Aradan geçen 20 yılda ise bu görevi layıkıyla yerine getiren belediye sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. Bakanlık verilerine göre, ülke genelindeki 1389 belediyeden sadece 234’ünde barınak var. Üstelik mevcut barınakların çoğu da modern hayvan refahı standartlarının çok altında.
Halbuki 5199 sayılı Kanun’un öngördüğü “Yakala-Kısırlaştır-Aşıla-Bırak (YKAB)” yöntemi, bugüne dek bu sorunu kökten çözmüş ülkelerde bolca denenmiş ve başarısı kanıtlanmış bir yöntem. Özetle, sahipsiz köpekler yakalanıp kısırlaştırıldıktan ve aşılandıktan sonra alındığı ortama geri bırakılıyor ve böylece popülasyonu kontrol altında tutmak mümkün oluyor.
Uzun vadede köpek sayısını azaltmanın en insani ve etkili yolu bu. Yoksa, ötanazi sorunu kökten çözmek bir yana, daha da kronikleştirip ağırlaştırabilir. Ötanaziye yönelen kitlesel itlaf politikaları ise bilimsel verilerle asla örtüşmüyor, etiğe ve vicdana sığmıyor.
Çözüm için, Hollanda ve Belçika gibi başarılı örneklerde olduğu üzere, öncelikli adım modern ve hayvan sağlığını önceleyen barınakların sayısını arttırmak olmalı. Ancak barınak, kalıcı yaşam alanı değil, geçici bakımevi işlevi görmeli. Buralarda kısırlaştırılan, aşılanan, sağlığına kavuşturulan hayvanlar daha sonra uygun kişilere sahiplendirilmeli. Bir yandan da yaygın farkındalık kampanyaları ve eğitimlerle bilinç düzeyi yükseltilmeli.
Bu arada, sahiplenme farkındalığı son derece önemli
Çünkü, Çevre ve Şehircilik Bakanlığının verilerine göre Türkiye’de 4 milyona yakın köpek bulunuyor. Bu sayının Almanya’da 10,3 milyon, İngiltere’de 12 milyon olmasına rağmen, bu ülkelerin sokak köpeği sorunuyla boğuşmuyor olmasının nedeni, sahiplenme oranının yüksek olması. Türkiye’de hanelerin yalnızca yüzde 5’inde köpek beslenirken, Almanya’da yüzde 21, İngiltere’de ise yüzde 33 oranında hanede köpek besleniyor.
Elbette tüm bunlar, ilgili tüm paydaşların koordineli çabalarını, ciddi bir bütçeyi ve siyasi iradeyi gerektiriyor. Burada, hayvanseverlerin gönüllü desteği de önemli bir rol oynuyor.
Aslolan, sorunun özüne odaklanmak. Yani belediyelerin yasal yükümlülüklerini yerine getirmesini sağlamak, YKAB yöntemini etkin biçimde ve ülke sathında uygulamak, kısırlaştırma-aşılama-sahiplendirme zincirini kesintisiz ve kararlılıkla sürdürmek, toplumsal bilinci yükseltmek. Ötanazi gibi geçici ve sorunlu reçetelere sarılmak değil.
Ayrıca okuma için: https://evrimagaci.org/turkiyede-sokak-kopegi-sorunu-nasil-cozulur-17769
Hamza Bağırsakcı