Genç kız ve kadınlara yol arkadaşı
Hep derim ya “Ben yüreğimin sesiyle yaşarım, yüreğimin sesiyle yazarım.” diye. İşte; ‘Ay Taşı Tanrıçaları’ da öyle yazılan kitaplarımdan biri oldu. İki senedir üzerinde çalıştığım tarihi romanıma “Sen dur, ben yazılmak istiyorum önce.” deyiverdi, dosyaların içinden. Aslında zaten yazılmıştı. Yıllardır okurlarımdan genelden veya özelden gelen sorulara verdiğim cevaplardı. Kimi; el yazısıyla yazılıp postaya verilmiş, kimi; mail yolu ile, kimi; sosyal medyada özelden, kişisine yazılmış mektuplardır, özünde yatan Ay Taşı Tanrıçaları’nın. Tabii içinde bir de, benim şimdiye kadar yazıya dökmemiş olsam da hayatıma yazılmış yaşanmışlıklar var. “Yaşam koçu” değilim. Ama çok derin, çok farkındalıkla, çok şey yaşadım. Kimsenin hayatına yön vermek haddim değil. Ama bana beni soranlara cevaplarımla benim gibi yaşamak isteyenlere ipuçları verdim. Sadece ipucu da vermedim. Aynı zamanda kararlarıma, seçimlerime, duruşuma sebep perde arkasındaki hazırlığımı, düşünce yapımı, hayat felsefemi anlattım. Yani yaşamla, yaşamın getirdikleri ve götürdükleri ile aramda kurduğum kimyanın lâbaratuvarını, şiirsel ilişkinin mısralarını, teatral doyumun repliklerini verdim. Ay Taşı Tanrıçaları bir tavsiye kitabı değil. Hayatın tüm zorluklarına rağmen güçlü durmak, güçlü yaşamak isteyenlere (özellikle genç kızlar ve kadınlara) bir yol arkadaşı, moral desteği.
Hepimizi eşdeğer ve kardeş yapacak mükemmel unsurlar çürütülüyor.
Benim her şeyden önce önemsediğim şey; insan olmak ve insanı diğer canlılardan ayıran ve kutsal addettiğim farklılıkların farkındalığını yaşamak. Renk, dil, din, cinsiyet, politika, siyaset, gelenek, görenekler… hiç biri insanlığa, insanın kendisine ait ve sahipliğini, hür irade ile düşünme ve seçme hakkına baskın çıkmamalı. Hiç bir değer yargısı, “hür ve iyi ve şefkâtli bir insan” olmaktan daha önemli olmamalı. Ama maalesef, bizi esas insan yapacak değerlerin hepsi, az önce saydığım tüm diğer, yine insanca yaratılmış ve ötekileştirme, ayırma getiren değerler tarafından ezilerek kullanılmakta. O başlıklardan birinin bir faktörüne dahil iseniz, o grubu korumak, kollamak ve geliştirmek uğruna, her şeyin mübah olduğu savunuluyor. Yani, her fraksiyon kendini yaşatmak için önce insanlığın ana değerlerini ve insan olmanın getirdiği yüce özellikleri bastırıyor ve kendi için kullanıyor. Her biri kendi içinde bir prototip yaratıyor ve herkesi, hepimizi eşdeğer ve kardeş yapacak mükemmel unsurlar çürütülüyor.
Bu çürümeden, yaşamın her zorluğunda, her kaousunda olduğu gibi yine en çok kadınlar ve ardından çocuklar nasibini alıyor. Onlar, kurbanın kurbanı oluyorlar. Bu sebepten, Ay Taşı Tanrıçaları’nı aslında her yaştan, her cins için yazmama rağmen, kadın öğesi öne çıktı. Bana yöneltilen soruların da daha ziyade kadın okurlarımdan gelmesi de ayrıca etken bunda.
Kadınlar bunu niye kabul ettiler?
Kendime de sorularım var Ay Taşı Tanarıçaları’nda: Çağlar boyunca bereketin, üremenin, yaşamın, tanrısal gücün sembolü olarak tanrıçalaştırılan, uğruna adaklar verilen kadın figürü nasıl oldu da, ezilen, itelenen, bastırılan susturulan cinse dönüştü? Kadını o zaman tanrıçalaştıran düşünce neydi, sonra, erkek nasıl, neden düşman oldu kadına? Kadın neden kendisini önceleri tanrıça yapan ilâhi özelliklerinden dolayı sonradan “pis”, “günahkâr” kabul edildi? Kadınlar bunu niye kabul ettiler? Kadını susturan, ezilmeye razı kılan ne? Kimi kadınlar nasıl diğerlerinden daha güçlü olabiliyor? Kadın niye kadınlığını erkeğin kendi cinsiyetini yaşadığı gibi doğal yaşayamıyor? Bir bütün olmamız üzere yaratılmış biyolojik farkındalıklarımız neden bunca ayrışmaya yol açmış? Hepsini derledim, toparladım, ortak paydada en çok buluşanları bir araya getirdim. Ay Taşı Tanrıçaları’nda.
Kader denen baş eğdirme kültürü
Erkeğe nazaran daha çok kadına düşmüş “acı”, “ağrı”, “sancı” ve “endişe” dolu takvimleri gözden geçirirken ve özellikle bu coğrafyanın kadınlarının “kader” denilen baş eğdirme kültürüne bakarken, kadınların zorlukları yaşamak, karşılamak ve aşmak üzere dünyaya yollandığına bir kez daha inandım… inanıyorum ki; kadın acıya ve zora erkekten daha tahammüllü olduğu için tabiat ona böyle bir beden vermiş ve gerekleri olan zorlukları da beraberinde sunmuş. Regl ağrıları, hamilelik ve doğum sancıları, lohusalıkla, uykusuz emzirme aylarıyla geçecek zamanları erkeklerin ne kadar kaldırabileceğini bilemiyoruz, denenmedi ama kadının bütün bunları doğal olarak yaşayıp aştığını biliyoruz. Hâlâ da her gün milyonlarca kadın aynı çemberin bir tarafından geçip durmakta. Ayrıca kadınlar erkeklerin uğraştığı bir çok alanda, fırsat verilse neredeyse her alanda da başarıyla yer alabiliyorlar. Ancak, erkeğin genlerinde yazılı gücünü gösterme alanı olan vahşi doğada ava çıkmak, yüz yüze cephede vuruşmak ve erkek cesaretini göstermek fırsatı pek kalmadı. Şimdi, erkek erkil (ata-erkil demiyorum, özellikle) toplumlar, erkek gücünü ispat etmek için kadının güçsüz, aciz, değersiz olduğunu ispatlamaktan başka çare bulamıyorlar. Diğer taraftan; kadını seven, sayan ve onunla ayrı değil “bütün” olmanın nimetini kavramış erkekler, topluluklar, kadının gücünü sahiplenip onların aileleri, toplumları, gelecekleri için ne kadar önemli olduğunun farkında güçlerini buluşturmayı, birleştirmeyi başarıyorlar.
Bu iki zıttın kavgasında, şimdi, güçlü kadınlara her zamankinden fazla ihtiyacımız var ve tabii güçlü kadınları seven, güçlü, komplekssiz, şefkâtli, cesur, etik değerleri yüksek erkeklere de ihtiyacımız var. Böyle politikacılar, öğretmenler, din adamlarına da açlığımız var.
Bütün olun. Tam olun Çağrısı…
Kadın ve erkek, beraber bir bütün ve tamamız. Dünyayı, ileri nesillerimizi ancak buna inanmak kurtarır. Bu anlamda kadına ve erkeğe “Bütün olun. Tam olun. Bir insan için hem erkek, hem kadın gerekli.Tamamlamak ve tamamlanmak için iki cins yaratıldık.” çağrısını yapan bir kitap, Ay Taşı Tanrıçaları… Ama bu güçlü buluşmalar için “şefkât”i de elzem görüyorum, satırlarımda anlattığım üzere. Zira şefkâtin olmadığı bir ilişkide, toplumda, gerçekten sevginin her hangi bir derecesi ve huzur olması mümkün değil.
Ardından; doğumdan ölüme, buluğ çağından menapoza, ilk öpüşten cinselliğe, seksten aşk yapmaya, flörtten evliliğe, hamilelikten emzirmeye, ebeveynliğe, sevdiğini kaybetmekten dulluğun zorluğuna, yastan ikinci bahara, yeniden âşık olmaya, hayatın tüm evrelerini, kendi yaşanmışlıklarım, hayat seçimlerim ve izlediğim hayat tecrübelerinin etrafından, içinden anlatıyor Ay Taşı Tanrıçaları… tebessüm de var içinde, düşünce de, hüzün de, kazançlar da var, kayıplar, dibe vuruşlar da… ama özellikle her şeye rağmen nasıl güçlü kalınır, en çok da o var… ve tabii aşkı anlatıyor Ay Taşı Tanrıçaları... aşkın ne olup, ne olmadığını, nasıl korunduğunu, niye uzaklaştığını… arkadaşlığı anlatıyor, tanış olmaktan başlayıp dostluğa, yarenliğe giden… seçip geride bırakabilmekten ve yola devam etmekten bahsediyor ve her uzaklaşmanın kaçmak olmadığını anlatıyorum Ay Taşı Tanrıçaları’nda… Kalıplara uymadan kendine ait kalarak yaşamanın güzelliklerini ve gücünü anlatıyorum. Tabiatla, evrenle buluşmanın, iç sesini dinlemenin, şükretmenin, vefanın, umudun, özgüvenin gücünü anlatıyorum. Zorluklara, çaresizliklere kuşbakışı bakıp suyun üzerine çıkabilmenin mucizesinden bahsediyorum…. ve daha nice insanî, insana ait duygudan, iç sesten, düşünceden ve tavırdan dem çalıyorum… “Duyguların cinsiyeti olmaz.”,
“Gözyaşının cinsiyeti yoktur.” diyor, erkekleri, acılarından, hüzünlerinden dolayı ağlayabilmeye davet ediyorum. “Biz kadınlar duygusal erkekleri severiz.” diye hatırlatıyorum, her ne kadar “Erkek adam ağlamaz” diye büyütülmüş olsalar da…
Bunlar hayatın, hayatımın tamamı mı? Hayır, tabii ki değil. Daha çok şey var anlatılacak ve yaşanacak… Yeter ki; “Ben” olarak kalayım, “Ben” olarak yaşayayım, ben bana ait olayım… Yoksa, başkalarının hayatını yaşayıp başkasını anlatmış olurum.
Hepiniz sevgiyle kalın.