Ne yaman ikilem; bir yanda, şemsiyesi altında yaşayanlara bağışladığı özgürlüğün tek savunucusu rolünü oynarken, diğer yanda soluksuz çalıştırdığı insanları kendisine ömür boyu hizmet ettirerek ödeştiğini varsaymak.
Marketlerin, alışveriş merkezlerinin, bankaların, isimlerinin başına ‘özel’ nitelemesi geldiğinde, gücündeki tartışmasız ayrıcalıkların duyumsatıldığı nice kapıları günün her saati açık tutan; dinlenceyi, ailesini, seyahati, eğlenceyi, eğitimi, gelişimi unutturulan, emeği değersizleştirilen çoğu gencecik sayısız insandan dem vuruyorum.
Yarı robotlar
Türlü gereksinimleri umursanmayıp, karşılıksız kalan, yarı robot bu insanların, aynı işi yapmak üzere programlanıp, koşullara direnmeyi ve bir şeyler talep etmeyi ‘akıl edemeyen’ robotlarla kıyaslanma tehdidine uğradıklarını ironik olarak varsayıyorum. Dayatılan koşullara direnmeye ‘akıl erdirmek’, ‘aklı yetmek’ konusunda soyumuzun gelip vardığı yerin içler acısı durumda olduğunu görüyorum.
Koca toplum düşünürlerinin hepimizi programlamaya olan itkileri, dönüp dolaşıp çetrefil sonuçlarıyla da olsa ‘ bizim dediğimiz olacak’ demelerine geliyor.
Kendileri için yararlılık ölçütlerini enikonu değerlendirdiklerinde, ‘insan denilen varlıktan bizim isteğimizle bu kaldı’, ‘şimdilik biz bu halini daha çok sevdik’ dediklerinde, kusursuz boyun eğişi ile robotları çalıştırmaktan haz duymadıklarını söyleseler; omuzları düşmüş, bakışları umut yoksulu, kemeri belinden boynuna dolayacak çaresizliği yaşayan insanlara karşı bitmeyecek bir savaşı sürdürdüklerine hepimizi ikna edebilirler.
Sadece varsıllığın, erkin sahibi olarak değil, ekmeğimizi, suyumuzu veren değil; herkesin nasıl yaşayacağını belirleyen tartışılmaz üstünlüğü karanlık çağların devamında sürdürme görevini devir aldıklarını hatırlatırlar.
Saint Simon, yüzyıllar önce bilimsel, paylaşımcı, eğitilerek uzmanlaşan insanların ortaklaştığı bir sistemin işlerlik kazanması ile başlıca eşitsizliklerin giderilip, herkesin mutlu olduğu bir toplumsal düzenin oluşabileceğini ileri sürmüştü. Bu pozitif düşünceler haklı olarak birçok düşünürü derinden etkiledi.
Küllerinden doğmak
Acımasızca süren ekonomik rekabetin derinleştirdiği çelişki ve çekişmelerin durmadan hırpalayıp dip tabakalara çökelttiği emek gözeleri, kendilerini tanımlayan yasaların ve yeterli görülen hakların hoyratlığını bazen karanlıkta yapraklarına kapanan bir çiçek sabrıyla karşılıyorlar. Bazen bir maden ocağının karanlığından insanlığın ortak bilincini yüreğinde hisseden bir ses duyuluyor. Direniyorlar… Küllerinden yeniden doğmaya niyetli ise, yangınlara aldırmıyor insan.
Bir filozof olmalı içimizde; tozun, toprağın, gürültünün hengamenin içinde değerinden bir şey kaybetmeyeni tanıyıp saklayacak, yanı sıra bir yiğit olmalı, hep yiğit kalacak, biraz da buyurganları sofralarından kaldıracak.
Safa Özkızıltan
.