Evlerin bütün hallerini ısrarla sıradanlaştıran, odalardaki her ayrıntıyı değişimden uzak tutmayı başarmış adımlar, gün boyu ‘geçmişin ruhu’ denilen algıyı titizlikle denetler. Gözün gördüğü apaçık bir eserdir; her gün defalarca santim santim çekilen perdeleri ile sanki ışığın kabul töreni yapılmaktadır. Hafif bir rüzgarın engelleyebileceği fısıltılar, içinde yaşadığı güne artık aldırmayan bir kaynağın iç sesidir.
Gözler bir nehrin akışına dalan gözlerdir. Anı-evrenden bugüne ulaşacağı yollar öyle uzak ve tekinsizdir ki tek başına bir şey yapabilecek gücü kalmamıştır. Çıkıp da gelse birileri; tüm perdeleri, camları açıp, panjurları itiverse, size göre tertemiz bir hava, bolca ışık ve hayatın dipdiri esintisi girecektir.
Gönül Hanım mutludur aslında
Gönül Hanım, kırlarda dolaşıp papatya, gelincik toplamış kadar mutlu, güler yüzlüdür aslında. Uzlaşmaz mutluluğu ile uzun zaman önce yitip gitmiş olsa da, eşinden kalanları, uç uç anıları, uçuca yaşananları unutmayı aklından geçirmemiştir. Günü telaş atının sırtında geçireceğine, notalara dökülmüş şarkılar gibi, anılara nakşedilmiş hayatı seslendirmeye gönüllüdür.
Yalnızlığına iç döken Gönül Hanım
Savrulma ve çırpınışlara inat, hayatın, söz verdiği dinginliği hatırlaması gerekecekti artık. Eşini kaybettikten sonra eksilenleri yerine koyma telaşına kapılmamış, yalnızlığına içini dökerken hiç sesini yükseltmemişti. İki semazenden biri kalmıştı, Yaman Bey devam ediyordu semasına. Gönül Hanım, emanet aldığı anıları kalan ömrünün azığı olarak taşıyordu.
Şelaleden dereye atlayan bir balık kadar neşeli ve oyun severdi Yaman Bey; benzersiz yaşam tarzı, müthiş tuluat yeteneği ile tek kişilik koca bir kadro gibiydi. İşten dönüşünde; vapurdan iskeleye atlayıp, geride bırakıp denizin ve günün çalkantılarını, coşa koşa eve gidişi görülmeye değerdi. Kabına sığamayan bu yaman adam, eşi ile geçirdiği bunca zamanın tek bir anını ziyan etmeye kıyamazdı. Yaşadıkları evler, her katmanı ile yer ve gök, diğerine sunulduğunda bir tansığın parçasıydı. O kocaman mavi gözlerindeki ışıltıyı getirip getirip ayaklarının dibine döküverirdi.
Yaman bey koridorda nehir gibi akardı
Evine, eşine ithafen ‘ gönül mekanım ‘ derdi. Yaman Bey koridorda nehir gibi akar, salonda gazete kitap deryasında yelkenlenir, mutfak masasında birkaç duble rakısı ile uçan dizelerle savrulurdu. Akşamın bir vakti, kütüphaneden çektiği bir kitabın içinde akan dizeleri dökerdi ortaya. Dizelerin çoğu o anda birbirleri ile buluşmuş, sevecenlikleri ile kucaklaşmış olurdu. ‘Akan bir suyun içinde olsam bir yaprak bir dal parçası gibi, gidişine kapılsam düşe-yazmış gibi, kendimi bilecek kadar gölgeli, yol boyu şarkılar söylemeli’.
Bazen mum alevini ürkütmeyen bir bekleyiş sezilir, çoğu zaman iki güvercin konuşmasını andıran sesleri ile bir dua, bir içten yakarış duyulurdu. Her akşam kavuşmanın ayrı bir öyküsü, dile gelişi, musikisi vardı. Koca sahneleri kurup kaldırmak yorardı sonunda Yaman Bey’i, ‘yetmişlikler birbirini devirdi’ diyerek nihayet yatardı.
Babam baki olana döndü, biz vaki olanda devam ediyoruz
Yaman Bey’in gidişinden sonra gelini ‘Babam baki olana döndü, biz vaki olanda devam ediyoruz’ demişti. Ona göre sıkıntılar imtihan, yitişler kaçınılmazdı. En büyük yitip gidişe yol alırken, sevinçlerin, mutlulukla kendinden geçişlerin hazzı sönüktü. O son nefesini vermiş, üzerine son kürek toprak atılmıştı ama son yağmurlar da uğramış, son yapraklar da üzerinde uçuşmuştu.
Gönül hanım şimdi bir başına oturuyordu
Zamanlarının çoğunu baş başa geçirdikleri mutfak masasında Gönül Hanım şimdi bir başına oturuyordu. Fark etmeden göz kapaklarını yarıya indirmiş olarak, eşinin sayrı hallerinin çok gerisinde, tüm yaşamını dolduran görüntüleri; sevgi, sevecenlik, acı, hüzün ile tekrar tekrar yaşıyordu. Neşeli hallerini, şakalarını anımsadıkça gülümsemekten alamıyordu kendini. Bir gören olur diye etrafa çekinerek göz gezdiriyordu. Hemen özleyivermişti eşini.
Sabahları güneş ışığındaki kızıllığın o eski fotoğrafta çocukların yanaklarını pembeleştirdiğini görüyor, akşamüstleri ise kendisi ve eşinin aynı fotoğrafta solgunlaşan, bir alından ötekine devam eden kırışıklıklarında kaderlerinin birlikteliğine değen ruhunu usulca avutuyordu. Nicedir akşam yemeği telaşı yoktu artık. Güneşin boyu, posu endamı, görkemiyle terk ettiği günü, bir kez daha görebilmekti belki insanların derdi. Oysa Gönül Hanım Ihlamura bakan pencerenin önünde, fark edilmeden yapılan bir ayin gibi göz kapaklarını aralayıp, az önce ehlileşen bir yaban atının kalbini taşıdığı günlerden kalan demleri uysalca yerli yerine koyuyordu.