Türkiye’de son yıllarda voleybol giderek popülerleşiyor. Daha doğru bir ifadeyle kadın voleybolu popülerleşiyor. Elbette ki bunda kulüpler ve milli takım bazındaki başarıların etkisi tartışılmaz. Zira bizler spordan çok spordaki başarıyı seven bir toplumuz.
Türkiye Voleybol Federasyonu’nun bu gelişmede katkısı büyük
Doğru planlama, organizasyon ve yönetimle bu başarıyı getirecek kulüplerin ve sporcuların önünü açtılar. Kutlamak gerekiyor. Ancak asıl iş şimdi başlıyor. Önemli olan bu noktada kalıcı olabilmek. Sürdürülebilir başarı için ise ilk adım ayakların yere basması.
TVF’nun Biz Voleybol Ülkesiyiz diye bir sloganı var. Voleybola farkındalık yaratmak, bu sporu daha da görünür kılmak adına güzel bir slogan. Eğer ki amaçlanan buysa…
Eğer ki bu slogan bir araç değil de gerçekten inandıkları bir söylem ise işimiz zor. Zira işin gerçeği biz bir voleybol ülkesi değiliz. Biz aslında sporun hiçbir dalının ülkesi değiliz, zira sporcu değiliz. Bunu baştan kabullenelim.
Sporu sevmiyoruz. İzlemeyi, hatta sadece kendi takımımızı izlemeyi ve o başarılı oldukça mutlu olmayı seviyoruz. Zaman zaman rakibin başarısız olması kendi takımımızın başarısından daha çok sevindiriyor bizi sağlıksız bir şekilde.
En ufak bir kayıpta hem rakibe hem de kendi sporcularımıza ağza alınmayacak yakıştırmalarda bulunabiliyoruz. Bunun sporun ruhuyla hiçbir alakası olmadığını da bilmiyoruz maalesef.
Biz Voleybol Ülkesiyiz; peki o halde geçtiğimiz hafta içinde ülkenin en büyük iki spor kulübünün Avrupa maçları niye izlen(e)medi? Galatasaray erkek voleybol takımı Challenge Cup yarı finalinde, Fenerbahçe erkek voleybol takımı ise CEV Cup çeyrek finalinde sahne aldılar. Voleybol ülkesinde ne yoktu peki sizce?
Doğru bildiniz, bu karşılaşmaların yayını yoktu. Maçlar izlenemedi bile. Hani voleybol ülkesiydik?
Adını doğru koyalım: biz kadın milli takım, Fenerbahçe, Eczacıbaşı ve Vakıfbank dışında voleybolla çok da ilgili değiliz. Onlar da uluslararası başarıları yüzünden izleniyor. Bu gerçeği kabullenebilirsek, şu anda ulaştığımız seviyeyi korumayı, hatta belki de voleybolu ülkenin en çok ilgi gören sporlarının başına çekmeyi de başarabiliriz. Ama daha yolumuz çok.
İstikrar ve çalışma önemli…
İstikrar ve çalışma denilince de akla gelen ilk isim Eda Erdem Dündar oluyor.
Otuz yedi yaşına merdiven dayamış bir sporcu olsa da yarı yaşındaki voleybolculara taş çıkartıyor Eda Erdem Dündar. Türk kadın voleybol tarihinin çok önemli isimleri oldu geçtiğimiz yüzyılda.
Hiçbirinin hakkını yemek istemem, hepsine saygım sonsuz. Ancak istikrarı ve elde ettiği başarılar ile Eda Erdem Dündar sanırım bu listenin en başında yer almayı hakediyor.
Voleybol gibi, sporcuların birkaç yılda bir takım değiştirdiği, hatta bir süre sonra gittiği takıma dönüp, sonra yine gittiği bir spor dalında, bir kulüpte on altı yıldır forma giymek, hem de bu süre boyunca hep takımın en önemli oyuncularından birisi olmak alkışı hakediyor.
Bizler birçok başarılı sporcu biliyoruz. Üst seviyelerde yarışmacı olabilmek için çalışmanın dışında hırs ve ego da gerekiyor. Bazı sporcularda bu iticilik boyutlarına varabiliyor. Oysa Eda Erdem Dündar bu özelliklerini son derece sempatik biçimde yansıtabiliyor.
Sürekli gülümseyen, pozitif davranan, doğru ve etkili mesajlar veren bir kaptan Eda. Üstelik de bu pozitifliği sadece kendi takım arkadaşları ve taraftarına değil, rakiplerine de aynı şekilde yansıtıyor.
Tüm bu özellikleri onu genç sporcular ve spora niyetlenen çocuklar için tam bir rol model yapıyor.
Çok sevildiği Fenerbahçe camiası da, taraftarın isteğiyle, Eda’nın bir heykelinin yapılmasına karar vermişti geçtiğimiz aylarda. Herhalde sezon sonuna kalmadan yerini alacaktır kaptanın heykeli. Bunu fazlasıyla hakediyor.
Behçet Üstün