Şu bina Kandilli, benim lisem
Doğum günümdü 25 Ağustos. En küçük kızım ve torunum Deniz, Üsküdar tarafında bir restorana gideceğimizi söyleyerek beni Anadolu yakasına getirdiler. Kandilli Kız Lisesi’nin koru tarafındaki araba kapısından geçerken, birden oraya saptık. Kandilli diye yüksek sesle mutlulukla seslendiğimi hatırlıyorum.
Kapı ardına kadar açıktı
Kızlarıma küçüklüklerinden beri “bakın, şu bina Kandilli, benim lisem,” diye defalarca gösterdiğim, denizin karşı yakasından hep mutlulukla baktığım Kandilli Kız Lisesi. Koru yolunun bitiminde demir kapıya geldik. Ardına kadar açıktı kapı. Oysa bu kapı bizim zamanımızda devamlı kilitli kalırdı. Kuleli Askeri Lisesi öğrencileriyle görüşme olmasın diye.
Görevli bir bey karşıladı bizi. Oradan mezun olduğumu ve 1947’den beri ilk defa geldiğimi sınıfımı yatakhanemizi, yemekhanemizi gezip görmek istediğimi söyledim. Anlayışla karşıladı ve “buyurun,” dedi. Ancak, bir zamanlar öğrenci olduğumuz üst kata çıkamayacağımızı söyledi. Zaten çıksam da her şey değişmişti. Görevli, “yukarıda düğün sahipleri var, bu akşam burada düğün var” dediği an, benim için her şey bitti. Benim görmek istediğim yerler, hatıralarım yok olmuştu.
Hafızamı zorladım ve o günlere gittim. Koridorlar bize ne kadar uzun gelirdi. Çekinerek girdiğimiz Müdür muavini Melek Hanım’ın odasına bakıyorum, uzun bir masa üzerinde bardaklar ve bir sürahi duruyor. Bizim sınıfımız 6F, beş kişiden oluşan bir fen sınıfıydı. İsimleri hatırlıyorum. Şükran, İlhan, Faize, Nermin ve ben.
Hocalarımızdan özel ders alır gibi okuduk
Biz hocalarımızdan özel ders alır gibi okuduk. Hepsi birbirinden değerliydi. En çok da Matematik hocamız Nihal Hanım. Lakabı sıfırcı Nihal’di ve ben en çok onun dersini severdim. Bizim sınıf için sıfır pek söz konusu değildi.
O zamanlar bitirme imtihanları yapılırdı. Tek tek sözlü sınava girerdik. Onun dersinden girdiğimde hocamın, sandalyesine yerleşip, sigarasını yakarak imtihanımı rahat bir şekilde izlemesini unutamıyorum. Yüzünde bana güvenen o ifade, her zaman başarılarımda yanımda oldu. Tam not almıştım o sınavda. Fizik Hocamız Yakup Hoca da resmi bir dairede müdürdü ve bize Fizik derslerine gelirdi. Hocalarımın hepsinin hayatımda ayrı bir değeri var.
Faruk Nafız Çamlıbel’in eşi Azize Hanım
Bir diğer hocamız da Faruk Nafız Çamlıbel’in eşi Azize Hanımdı. Biyoloji hocamız Azize Hanım, süper asil ve kibar bir hocaydı. Yıllar sonra Haseki Hastanesi’nde başhekim olan ve aynı dönemde çalıştığımız Prof. Dr. Alaeddin Yavaşça’dan duydum Azize Hanım’ın öyküsünü.
Azize Hocamın hastalığının ilk teşhisini koyar Yavaşça. İki dost bu acıyı paylaşırken Çamlıbel karısı için bir şiir yazar ve Alaeddin Yavaşça’ya bestelemesi için uzatır ve “ Artık bu solan bahçede bülbüllere yer yok” şarkısı anlatır bu hazin öyküyü.
Okumalıydım
Tabii, Kandilli’ye nasıl öğrenci oldum? Yeni yaşımda liseme yaptığım ziyaret beni çok daha gerilere götürdü. Ortaokul yılları biterken liseye nasıl gideceğimi düşünmeye başlamıştım. Bildiğim tek doğru, okumalıydım. O topraklarda atıyla yeri göğü inleten, hayran olduğum babamın zihniyetine göre, “kızlar okumazdı.” Benden önce iki ablamı ilkokuldan sonra okula göndermedi.
Onları gördüğüm için ben farklı çözüm yolları aramaya başladım. Liseyi garantiye almalıydım. Çalışkan bir öğrenciydim. Çok sevdiğim müdürüm Lütfü Bey’e ve tarih coğrafya öğretmenim İbrahim Göçmen Bey’e durumu açtım ve onlara beni liseye göndersin diye babamı ikna etmeleri için yalvardım. Onlar babamla iyi arkadaştı. Hocalarım bana parasız yatılı lise sınavına girmemi önerdi.
Böylece babam da emrivaki kabul edecekti. Onların desteğiyle sınava girdim. Çok da güzel geçti ve neticeleri belli olduğunda Kandilli Kız Lisesi’ni kazandığım öğrendim. Liseyi tanımadığım halde İstanbul olduğu için sevincim sonsuzdu. Babamla Adana’dan trenle İstanbul’a geldik. Babamın beni İstanbul’a teslim edişi, Haydarpaşa ve denize bakışım hayatımın saklı kalmış donmuş bir fotoğraf karesidir.
İlk kadın gazeteci Selma Rıza
Babamın beni yazdırmak için çıktığı Kandilli’nin merdivenlerinden şimdi ben çıkıyorum. 1899’da II. Mahmut’un kızı Adile Sultan adına okul haline getirdiği bina, 1986 yılında geçirdiği yangın sonrası adeta kişiliğini kaybetmiş, Sakıp Sabancı’nın restoresiyle artık Sakıp Sabancı Kandilli Eğitim ve Kültür Merkezi olmuş.
Ve ardından birçok organizasyona açılmış. Benim içim çok acıdı. Aklıma bize okul yıllarında anlatılan ilk kadın gazeteci Selma Rıza’nın Adile Sultan Sarayı’nın yatılı kız lisesi olarak açılması için o yıllarda gösterdiği çaba, ailesine karşı çıkması geldi. Türkan Saylan’ın bir köşede duran fotoğrafına uzun uzun baktım.
Evet, bu akşam bu sarayda düğünü olan bir gelin inecekti merdivenlerden. Bina kiralanmış, birileri de bu organizasyonlarla para kazanacaktı. Bizim seslerimiz, ders zilimiz, Selma’nın çabaları hepsi belki bir kenarda yazılı hikâye olacaktı. Bu binada artık ders zili çalmayacaktı.
Sen raydan çıktın artık
Liseyi okumuş olmama da tamamen kendi eserim ve gayretim. Bunları kendimi methetmek için yazmıyorum. Gençlere yol göstermiş olmam, benim için büyük bir mutluluk olur. Mutluluk sebeplerim hep biraz farklı zaten. Nerede çalışan bir genç görsem, ilk sorum, “okuyor musun?” oluyor. Benim İstanbul’ a gelişimle Üniversite yıllarında ailem de buraya geldi, ardından küçük kardeşlerim de okudu. Hiç unutmuyorum, Üniversite için babama hangi branşı seçeyim diye fikrini sorduğumda, “ ben karışmam, sen raydan çıktın artık,” demişti.
Dr. Mürüvvet Meryem Türkili