Yasalar tamam, sıra yaşama geçirilmesinde

8 Mart Dünya Kadınlar Günü… Birleşmiş Milletler tarafından insan hakları temelinde kadınların siyasi ve sosyal bilincinin geliştirilmesine, ekonomik, siyasi ve sosyal başarılarının gündeme getirilmesine ayrılan bir gün…

Gönül isterdi ki, kadınların böyle bir özel güne ihtiyacı olmasın.

Neden bir insan sadece kadın olduğu için, desteğe, sırtının sıvazlanmasına ya da siyasi veya sosyal bir başarı gösterdi diye kutlamaya ihtiyacı olsun ki?

Bütün bunlara kadın ya da erkek her insan ihtiyaç duymaz mı?

Kadın ve erkek; insan denen türün iki ayrı cinsini değil; sadece iki farklı cinsiyet özelliklerini taşıyan canlılar değil midir?

Farklı özelliklere sahip olmak, sadece farklı olmak değil midir?

Bu durum neden birini diğerinden üstün kılsın ki?

Ne yazık ki, 21’nci yüzyılda insanlık bu yalın gerçeği kabul etmekte zorlanıyor. Bu nedenle ilerlediğimizi söylemek maalesef hâlâ mümkün değil… Ve her geçen gün, bir başka kadın bu gelişmemiş zihniyetin kurbanı oluyor. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu verilerine göre bu yılın şubat ayında 28 kadın cinayeti işlendi. Ayrıca 12 kadının ölümü de şüpheli olarak kayıtlara geçti.

Medeniyet dediğiniz şeyin insan zihninin gelişmişliği ile alakalıysa, kim hâlâ medeniyetten söz edebilir?

8 Mart dolayısıyla Türkiye’de kadın hukukunun öncü ismi Avukat Nazan Moroğlu ile buluştuk. Ne de olsa, mesele adalet meselesi… Hukukun, adalet getirebilme meselesi ise bu işin en önemli parçalarından biri…

Moroğlu diyor ki; “Yasalar tamam, şimdi yaşama geçirmek için mücadeleye devam…”

Erkek egemen zihniyetin engellemeleri nedeniyle eşit haklar tam anlamıyla yaşama geçirilemiyor.

Siz Türkiye’de kadın hukukunda ilk akademik çalışmayı yapan ve uzun yıllar bu konuda emek vermiş öncü bir isimsiniz. Bugün geldiğimiz tabloyu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye’de Cumhuriyetin kuruluşunun ilk yıllarında yapılan devrimlerle, özellikle kadın hakları açısından eşit yurttaşlık hakları ve siyasette eşit temsil hakkı tanınarak doğru bir başlangıç yapılmıştı. Laik hukuk kurallarının en önemli özelliği zamanın ihtiyacına göre değişiklik yapılabilen kurallar olmasıdır. Bugün geldiğimiz noktada günümüz ihtiyaçlarına göre başta Anayasa olmak üzere, yasalarda eşitlik yolunda düzenlemeler yapıldı ve Devlete eşitliğin yaşama geçirilmesi yükümlülüğü verildi.

Anayasa Madde 10: “Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Devletin kadın erkek eşitliğini sağlamak amacıyla alacağı tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanmaz.”

Aynı zamanda “Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Kaldırılması Sözleşmesi” ve kadına yönelik şiddetle mücadele açısından İstanbul Sözleşmesi ile kadın erkek eşitliğine yönelik diğer uluslararası belgeler Türkiye tarafından onaylandı. Böylece kadın hakları eşitlik ilkesi çerçevesinde sağlam hukuki temellere dayandırıldı. Ancak erkek egemen zihniyetin engellemeleri nedeniyle eşit haklar tam anlamıyla yaşama geçirilemiyor.

Kadına şiddet insan hakları ihlalidir

Kadının maruz kaldığı maddi manevi şiddet konusunda yanlış kodlanmış kültürel kodlar olmak üzere birçok neden sayılabilir. Ancak hukuki boyutunu konuştuğumuzda, bu alanda eksikler ve yanlış uygulamalar neler olmuştur?

Kadına yönelik şiddet bir insan hakları ihlalidir. Bu insan haklarını önlemek ve mağduru korumak gerekir, bu nedenle kültürel kodlar şiddetin haklı nedeni yapılamaz. Nitekim İstanbul Sözleşmesi’nde “Namus, din, gelenek, görenek, kültür adına yapılan savunmaların kadına yönelik şiddetin gerekçesi olarak kabul edilmeyeceği; şiddet içeren olaylarda, arabuluculuk ve uzlaştırma gibi alternatif çözüm yollarının uygulanmaması” gerektiği önemle vurgulanmıştır. Ancak, örneğin uygulamada Sözleşme’nin bu hükmünün aksine ülkemizde kadına karşı işlenen tehdit, basit yaralama, hakaret gibi suçlarda da bu suçlar uzlaştırma kapsamına alınmıştır. Bu uygulama şiddet gören kadını kendisine şiddet uygulayan erkekle uzlaşmak için uzlaşmacıyla görüşmek zorunda bırakmakta ve ikincil bir mağduriyet yaşatılmaktadır.

Eşitlik ve Kadın Bakanlığı kurulsun

Bugün hukuki olarak bu şiddet sorunun önüne geçebilmek için yeterli düzeyde miyiz?

Şiddet önlenebilir, bu konuda İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı yasa ile neler yapılması gerektiğinin yol haritası çizilmiştir. Şiddetin nedenleri çok yönlüdür, bu nedenle şiddetin önlenmesi için de çok paydaşlı kararlı, uzun soluklu sürdürülebilir bir çalışma yapmaya ihtiyaç vardır. Burada en önemli konu bütün çalışmaları koordine edecek bir kurumsal yapının olmasıdır. Kadın Bakanlığı 2011 yılında kaldırılmış yerine Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı kurulmuştu. Şiddetle mücadelece için, yaşamın her alanında kadın erkek eşitliğinin sağlanması için acilen bir Eşitlik ve Kadın Bakanlığı kurulmasına gereksinim vardır.

Avrupa’da kadına seçme ve seçilme hakkını ilk tanıyan ülke Türkiye, bu konuda sizce bugün neden bu kadar sorun yaşıyor?

Türkiye’de kadınlar 87 yıl önce milletvekili seçme seçilme hakkını kazandılar. Ancak, siyasetin erkek egemen örtüsü bir türlü kaldırılamadı. Aslında kadınların siyasette eksik temsili bir demokrasi meselesi. Zihniyet değişikliği kolay olmuyor. Eşit temsil için mücadeleyi kararlı bir şekilde sürdürmemiz gerekiyor.

Kadının kendi hayatı üzerinde karar vermesi kabul edilemiyor

Sizce İstanbul Sözleşmesi üzerine neden bir tartışma yaşanıyor bu ülkede?

İstanbul Sözleşmesinin yaptırım gücü var, ülkelerin uygulaması izleniyor. Bu nedenle siyasi irade rahatsız olmuş olabilir. Ama asıl sorun, kadının evlilik konusunda, boşanma konusunda olduğu gibi her açıdan kendi hayatı üzerinde karar vermesini, erek egemen zihniyet kabul edemiyor. Şiddetle mücadele için bağlayıcı, yol gösterici kurallarıyla İstanbul Sözleşmesi kadınlar için çok önemli.

Kadın konusunun, en önemli kalkınmışlık göstergelerinden olduğunu düşünürsek ve bunun bir zihniyet meselesi olduğu gerçeğinden yola çıkarsak, hukukun daha işler hale getirilmesi için neler değişmeli?

Hukuk alanında eksikler çok az,  büyük sorun uygulamaya geçirilememesinde… Veriler toplanmıyor. Nerede sorun yaşanıyor, sayısal olarak görülemiyor.

Bu, Türkiye’ye özgü bir sorun değil. Dünyada da böyle bir sorun olduğu gibi aynı zamanda da tarih boyunca dönem dönem kadınların sahnede daha çok göründüğü ya da hiç görünmediği zamanlar olmuş. Sizce insanlar, bu konuyla gerçek manada ne zaman ve nasıl yüzleşebilir ki “kadına şiddet” diye ayrı bir ifade kullanmak zorunda kalmayalım?

1979 tarihinde kabul edilen “Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Kaldırılması Sözleşmesi” yasalarda ve yaşamda var olan ayrımcılıkların kadınların medeni durumuna bakılmaksızın kaldırılması için çok önemli bir yol haritası çizmişti. Türkiye’de de yasaların bu yolda değiştirilmesi için itici güç olmuştur. Ancak yaşamın her alanının ayrıntılı bir şekilde düzenlendiği bu Sözleşmede o tarihlerde “kadına yönelik şiddet”  henüz acil çözüm bekleyen bir sorun olarak görülmemişti. Yıllar içinde ayrımcılıkların kaldırılmasını zorlaştıran bir soruna “kadına yönelik şiddet” tanısı kondu, tanımı yapıldı, türleri konusunda farkındalık yaratılması, önlemek için çok yönlü mücadele edilmesi kabul edildi. 1992 yılında Birleşmiş Milletler’de “kadına yönelik şiddetin bir insan hakları ihlali olduğu” kabul edildi ve 2011 yılında imzaya açılan, 2014 yılında yürürlüğe giren İstanbul Sözleşmesiyle kararlı bir süreç başlatıldı.

Yasalar tamam, şimdi yaşama geçirmek için mücadeleye devam…

Son soru, uzun yıllar boyunca bu konuda çalışmış bir isim olarak, bu konuda umudunuzu nasıl koruyorsunuz?     

Kadın haklarında yıllar içinde gerek kanun önünde gerek uygulamada yaşanan gelişmelerin yakın tanığı olarak, çok önemli adımlar atıldığını görüyorum. Örneğin 1993 yılında “Ailede demokrasi – Toplumda demokrasi” talebiyle Medeni Kanun değişikliği için İstanbul Kadın Kuruluşları Birliği olarak açtığımız imza kampanyaları, TBMM’de yaptığımız görüşmeler uzun solukla çabalardı. 2020 yılında Medeni Kanun’da “eşler arası eşitlik” aile hukukunun temel ilkesi olarak yer aldı. Diğer yasalarla ilgili benzer mücadeleler verdik. Son yıllarda kadın dernekleri, kuruluşları dayanışma içinde hep birlikte mücadele ediyoruz. Yasalar tamam, şimdi yaşama geçirmek için mücadeleye devam…

Dilek KARAGÖZ

Paylaş

Son Yazılanlar

Kadın emeğinin gastronomiye yansıması

Senelerdir severek yaptığım iş gastronomi yazarlığı ve bunun gibi yeme içmeye, damak tadına ilişkin konulardaki  etkinlikler. Resmi bir tanımı yok, verilmiş unvan da  değil. Sadece 

Gastronominin evrensel gücü

Altın Kaşık Ödülleriyle Mutfak Dostları Derneği’nin ödüllendirdiği yaratıcılık, FSUMMIT 2025’in vizyonuyla sektöre kazandırdığı yenilikler ve Husin belgeselindeki derinlemesine hikâye, gastronominin sınırları aşan gücünü gözler önüne

Prada dertsiz başına dert mi arıyor?

Tasarımlarından marka kimliğine, müşteri portföyünden sattığı hayallere kadar birbirinden çok farklı iki marka hakkında bir söylenti dolaşıyor lüks moda sektöründe… İtalyan moda devi Prada’nın, Capri

Sofralarımızın Ortak Dili

Yemek sadece fiziksel bir gereksinim değil; kültürel kimliğimizi şekillendiren, tarihimizin sessiz tanıklığını yapan ve insanlar arasındaki bağları güçlendiren evrensel bir unsurdur. Her ülkenin, her yörenin

Heyecanla beklenen birinci sayfa

Dag Solstad, her gün yazdığı bir sayfa ile romanlarını tamamladığını söylemiş. Ayağına gelen güne, dönme dolaba atlama adımı ile başlamanın hikayesi midir yazdıkları veya bitirdiği

Yılbaşı ve Vasilopita çöreği

Bir yılı geride bırakıp uğurlarken yeni umutlarla başlayan yeni bir yıla ‘hoş geldin’ diyoruz. Dilekler her zaman sağlık, mutluluk, sevgi ve barış olmak üzere; dostlar

Manav Türklerinin sofrasında zamanın izleri

Geçtiğimiz hafta sonu Tuzla, gastronomi tutkunları için benzersiz bir deneyime ev sahipliği yaptı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Kültür Daire Başkanlığı’nın hayata geçirdiği “Gastronomi Günlükleri” serisinin

2024 biterken ekonomik beklentiler

Yılın son iki günündeyiz. Borsa İstanbul yılı yüzde 34 getiri ile kapatmak üzere. Hisse senetleri bazında getiriler değişkenlik gösterse de, özellikle mevduat faizlerinin cazibesi borsanın

Hayatta bazen seyirci koltuğuna oturursun

Hayatta bazen seyirci koltuğuna oturursun. Seyretmek istersin sadece… Susarsın. Konuşsan anlamazlar zaten. Dışarıdan bakmakla yetinirsin. Çünkü “miyav miyav” desen deli diyecekler. Ama ne çok şey

250 baz puanlık irrasyonellik!

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) aylardır ciddi bir baskı altındaydı. Piyasalar, reel sektör, iş dünyasının büyük bir bölümü ve siyasi çevreler politika faizinde indirime gidilmesi