Kitaplarımızın tarihten söz açan sayfalarından bize kalanları, yaşadığım zamanın savaşlarıyla devam eder buluyorum zihnimde. Hayatımızın en basit ve en doğal gerçeği imiş gibi savaşlar devam ediyor. Sürekliliğinden ödün vermiyor; onun varlığını yok edecek ortak bir zihnin egemenliği oluşamadığı için, barış ve yaşam hakkını savunan değerlerimiz ürkmüş, bezmiş, korkmuş, büzüşmüş bir kuytu zaman ve mekanda varolma mücadelesi veriyor.
Tarih kitaplarında savaş var barış yok…
Savaşın yakıp yıkarak yok ettiklerini galiba belleğimiz de toza çeviriyor. Hayatta kalmayı başaranların derdi olmuyor başka bir zamanın savaşı. Tarih kitaplarında yazmıyor anlaşma maddelerinden sonrası. Sayfalar baştan başa savaşlar işgaller, zaferler, anlaşmalar, kaybedilen ve kazanılan topraklar, komutanlar, ordular, savaş taktikleri, renkli, her zaman cenkli, çizgili büzgülü sınır çizilmiş haritalar, tahtında krallar, otağlar, meydan bulunca birbirine dalaşıp duranlar, insana dönmeyecek azalar, vuruşma, katliam, talan, baskın….
”Hocam başka bir savaşla devam ediyor, sonraki sayfa”
Daha onlarca sözcük var tarihi anlatırken görev üstlenen; bu kadar sığ ve yakın görevleri siperde yan yana aynı korku ve dehşet ile paylaşan, parçalanan hecelerinden kimseye umar olmayan sözcükler. Sınıfta arka sıralarda bir öğrenci söz alıp, aklımızı karıştırıyor, ”Hocam başka bir savaşla devam ediyor, sonraki sayfa”. Oysa anlatmalı tüm öğretmenler savaşlar yok olmadan rahat yüzü göremeyeceğimizi bu dünyada. Savaşlar değil, savaşların verdiği dersler anlatılmalı bu okulda. Değil mi ki tarih kitaplarında savaşan, varlığını yengiler ile sürdüren vardır, öyleyse barış her zaman kekeme bir savcı olarak anılacaktır.
Her birimiz için bir başkasıdır haklı ve haksız
Anlıyoruz ki savaş, ortalıkta görünmediği zamanlarda da karakoncolos köşesinde postallarını çıkarmadan beklemektedir. Ne işe yarıyor dilimiz, kalemimiz; usanmadık mı çaresizlikle gevelediğimiz sözlerin anlamsızlığından. Her birimiz için bir başkası olan haklıdan, haksızdan. Hır çıkaran özel bir bölgesi yok beynin. İki ayağın üzerine dikildiğimizden beri, kafa tutar olmuşuz birbirimize. Korku, kaygı, tasa yeryüzünde yaşama dahil olduğumuzdan bu yana beynimizin bir köşesinde pinekliyor. Kavgacı, bozguncu, rakip peşinde olan bölgeleri de öyle. Hangi özelliklerini daha çok kullanırsak yerini pekiştiriyor, bir sonraki nesil istemese de bu genetik aktarım ile yaşama başlıyor.
Barış neden genetiğimizin efendisi olamıyor
Beynimiz çevreye, her tür karşılaşmaya birçok mücadele yöntemleriyle uyum sağlıyor. Her çağın beyni, öncekilerden az çok farklı olarak gelişen bir yapı gösteriyor. Beynimizin derinliklerinde acı, hayal kırıklığı, bozgunlar ve yıkımlar yerine, sadece barışın yüreği ve dilinin bellenmesidir dileğimiz. O zaman neden barış el üzerinde tutulup, hepimizin en doğal öğretmeni, genetiğimizin efendisi olamıyor. Tasa içinde burkulan yüreklerimiz neden ancak gözlerini kapayınca kavgasız, yıkımsız bir yaşam düşleyebiliyor.
Beynimizin bir bölümü asker kaldıysa, geri kalanı çiçek toplayamıyor. Unutmak gerek kavgaların, ayrımcılığın dilini, bellettiklerini. Bulup en doğru sözü niyetlensek hep bir ağızdan söylemeye, ezcümle güzelliğine erecek olsak barışın, yok olduğunu göreceğiz yaşamda onulmaz karşıtlıkların.