Tamam, biliyorum. Siz insanlar, bir şey yapıyorsunuz, ama söylenerek yapıyorsunuz bazen,” hayır” diyemediğiniz için söyleniyorsunuz. Bizimkinin de bir kız arkadaşı var. Kedileri sevmiyor, adım gibi eminim. Bizimki benden vaz geçmez, ben rahatım. Biliyorum, bu arkadaşı, çok insani duygularla ama en önemlisi de bizimki mutlu olsun diye, en sevdiğim somon balıklı mamayı da getiriyor. Biliyorum, güzel bir merhamet var içinde, iyi bir kıza benziyor. Ama bana o mamayı verirken sessiz sessiz söylenmiyor mu, anlıyorum.
Sezgilerim var benim
Ona bir hayat dersi vermek istiyorum. Bakıyorum, anlamıyor tabii. Öyle de kibar suratlı ki, bembeyaz bir teni var, benim bakışımı görünce pembe pembe kızarıyor, gözlerini kaçırıyor. “Ahh be kızım diyorum, yapma, içinden gelmiyorsa yapma,” Biz kediler, söylenmeyiz, canımız istemezse yapmayız. Ama siz öyle misiniz, yok ayıp olacak, yok ya beni sevmezse ya da ne bileyim bizim gibi olay yerini terk edip “hayır” diyemediğiniz için, söylenip duruyorsunuz.
Bilirsin, hep kokluyorum, taze mi diye bakıyorum mamaya
Çünkü ben kendime değer veriyorum. Neyse ki paketi önümde açıyorsun. Anlamıyorum sanıyorsun değil mi? O mamayı her zaman yerinde duran kabıma oflayıp, puflayıp boşaltmıyor mu? Çok alınıyorum. Bizimki bazen bahçede oluyor. Görmüyor aramızda olan biteni. Sonra bir güzel otururken, ona “kendine gel,” mesajı vermek için, bir tırmık atıyorum, benim psikopat olduğumu iddia ediyor. Ya geliyorum, uslu uslu yanına oturuyorum, dönüp bakmıyor suratıma, ee o zaman niye bana mama alıyor? Kim bilir nerede, kimlere neler yapıyor da ben görmüyorum. Bir tırmık atıyorum, ah bizim dilimizi bilse, anlayacak.
“Yapma, içinden gelmiyorsa yapma, bak atıyor her şeyi içine. Sessiz sessiz oturuyor.”
İyi kız, iyi arkadaş,” diyorlar ona. Bizimkine de arada bir tokat gerekiyor, onu da atamıyor, kırmamak adına susuyor, kendine de susuyor,” Şimdi bizimkinin de tip tip arkadaşları var. Bazısını kendime benzetiyorum, pat pat doğruyu söylüyor. Haa söylüyor da ne oluyor. Bizimki de kedi gibi, anlıyor ama, işine gelmiyor. O da hayatı, kendi beynini tırmıklıyor. Bir de her dediğini haklısın diye onaylayan arkadaşları var. Bizimkine iyi geliyor. Niye mi? Anlatıyor çünkü. Birisi anlatsın, karşı taraf dinlesin, kime iyi gelmez ki … Bizimkinin kafasında bin bir soru, tırnaklarıyla beynine ulaşıyor. Bu evde biz iki kediyiz aslında. Ve ben o tırmıkla, en başta o bana mama getiren iyi kıza ve insanlığa bir şey anlatmak istiyorum. “Yapmayın, sırf iyilik adına içinizden gelmiyorsa yapmayın.”
Kimseye kendimi sevdirmek için uğraşmam ama. Fernando Pessao’nun şu lafını anımsadım ; “Ne zaman güneşin altına uzanmış bir kedi görsem, insanlığı düşünürüm.”
Önümüzdeki günlerde güneş tüm güzelliğiyle kendini gösterecek, ben portakal ağacımızın altına uzanacağım. İşte o zaman bizimki de tip tip arkadaşlarıyla, şu masanın başında oturup ilişkileri, insanları ve hatta gününe göre tarihi, felsefeyi konuşacaklar. O arkadaşı da gelecek, belki mamamın yanında okumak için yanına bir kitap alacak. Kurulacak şu sandalyeye. Kitapta şöyle yap, böyle yap öğütleri de olacak. Ben de serilmişim ağacın altına, ah bir konuşabilsem. Ne mi derim? “Bırak onları güzelim, gitme öyle çok uzaklara, kaybolma kitapların arasında, O kitaplar da sana “hayır de, “ diye yazmıyor mu, yazıyordur bir yerlerde. Ama sen ne yap biliyor musun? Portakal ağacının altında sere serpe serilmiş beni seyret. Yanına geldiğimde anla, sana anlatmak istediğimi, parmak uçlarınla bir okşa usul usul beni. Var, benim de sana öğreteceklerim var… “
Eflatun