“Kölelik insanı alçaltır, alçaltır, o kadar ki ona köleliği sevdirir.”
Fransız filozof, Luc de Clapiers
Afrika, Avrupa’nın yoğun etkisine açılmadan önce, toplumsal hareketlilik bakımından dünyanın en durgun toplumlarından biriydi. Üzerinde özel mülkiyet hakkı olmayan toprağı korumak şartıyla herkes gereksinimine göre kullanıyor, elde ettiği ürünlerden ihtiyacından fazlasını başkasının ürünüyle takas ediyordu.
Afrika Kıtasının Atlantik kıyısı ve iç kısımlarındaki yerlilerin satılması ve sömürülmesine dayanan Atlantik Köle Ticareti Portekizliler tarafından 15. yüzyılda başlayıp diğer Avrupa devletlerinin de katılmasıyla 19. yüzyıla kadar sürdü. Köle ticaretinde Avrupa devletleri kadar Afrika devletleri de masum değildi. Şöyle ki; Batı ve Orta Afrika’dan toplanan kölelerin Yeni Dünya’ya taşınmaları için Avrupa ile Afrika devletleri arasında anlaşmalar yapılıyordu.
Milyonlarca Afrikalı köle olarak satıldı
Avrupalı esir tüccarları Yeni Dünya’ya taşıdıkları milyonlarca Afrikalıyı oradaki plantasyonlarda köle olarak çalıştırılmak üzere sattılar. Bu yeni ticaret kolu, Afrika’da bir ölçüde ekonomik hareketlilik yarattı. Kıyıdaki beyaz esir tüccarına içerilerden hemcinslerini yakalayıp getiren Afrikalılar, bu kıtanın koşulları içinde orta sınıf sayılabilecek bir konuma yükseldiler. Köle ticaretinin gelişmeye başlamasıyla Afrika’daki kabile şefleri ve hükümdarlar köle karşılığı Avrupalılardan aldıkları mallarla gelirlerini arttırarak zenginleştiler. Bu dönemde Afrika’da üretime yönelik bir alt yapı oluşmadı.
Afrika Kıtası için korkunç bir darbe olan bu yeni ticaret, ailelerinden ve vatanlarından koparılan milyonlarca insanın dramı bir yana, en sağlam insanların köle olarak seçilip götürülmesi nedeniyle Afrika’yı kuvvetli insan gücünden de yoksun bıraktı.
İnsanlık Tarihinin En Büyük Zoraki Göçü
Bazı çağdaş tarihçilerin tahminlerine göre, bu dönem içinde 12 milyon civarında Afrikalı Yeni Dünya’ya taşındı. İnsanlık tarihinin en büyük zoraki göçü kabul edilen Transatlantik Köle Ticaretinde farklı kaynaklara göre bu rakam 25, hatta 40 milyona kadar çıkmakta. Senegal başkanı Senghor’un Afrika sosyalizmi konusunda yapılan 1962 Dakar Kollokyumu’nda bildirdiği rakama göre ise, esir ticaretinin yapıldığı dönemde Amerika’ya 20 milyon esir vardı, ancak 1 esir son noktaya ulaşana kadar 9 tanesi av veya sevkiyat sırasında gemi ambarlarında öldüğünden, toplam rakam 200 milyona varmakta.
İşgücü ve Kölelik
Transatlantik Köle Ticareti Amerikan Kolonilerindeki ve daha sonra Amerikan Eyaletlerindeki işgücü eksikliğinden ortaya çıktı. Avrupa Kolonileri içinde işgücünden yararlanılan ilk köleler Amerikalı yerliler, yani Kızılderililerdi. Bu durum Afrika’dan yüklü miktarda ve uygun fiyata köleler getirilinceye kadar sürdü. Yeni Dünya’da Kızılderilileri esir alan Avrupalı sömürgeciler esir ticaretine pek de yabancı değillerdi. Karayip Adaları’nda savaş ve salgın hastalık yüzünden hayatını kaybeden Kızılderili nüfusun yerini bu dönemde Afrikalı köleler aldı.
Esir Ticaret Üçgeni
Esir ticaret üçgeninin bir bacağı Avrupa’dan ticari malların Afrika’ya ihracatıydı. Bu ticaretin ikinci bacağını oluşturan Afrika kabile şefleri, hükümdarlar ve tüccarlar, 1440 yılından 1900 yılına kadar köle ticaretinde aktif rol oynadılar. Bu ticaretde parmağı olan Afrikalılar, temin ettikleri hemcinslerini Avrupalılardan aldıkları ticari mallarla takas ettiler. Yeni Dünya’da kölelerin işgücü ile üretilen pamuk, şeker, tütün, pekmez ve rom gibi ticari malların Amerika’dan Avrupa’ya nakli ise üçgenin üçüncü ve son bacağını teşkil ediyordu.
Afrikalıların direnişlerinden ve salgın hastalıktan korkan Avrupalılar Afrika içlerine girmeye pek cesaret edemiyorlardı. Afrika’nın içlerinden sağlıklı, işgücü yüksek, aylar süren zorlu gemi yolculuğuna dayanabilecek köleleri seçip Atlantik kıyısına getirmek ve Avrupalı köle tüccarlarıyla esirleri buluşturmak yerel tüccarların göreviydi. Köle olarak satılmak üzere belirlenen Afrikalıların, yakalandıktan sonra az da olsa serbest bırakılma olasılıkları vardı. Kıyıda köle olarak satılmak üzere bekletilen kişileri bazen aileleri kurtarabiliyordu ama tabii bunun bir bedeli vardı. Kurtarılmak istenen kişinin ya daha iyi niteliklerde bir başkasıyla takas edilmesi ya da yerine iki kişinin verilmesi gerekiyordu.
Aileler yakınını kurtarmak için bir başka köle olacak kişiyi bulmak zorundaydı
Yani ailenin, kendi yakınını kurtarmak için başka iki kişiyi kaçırması ve takas etmesine dayalı bir strateji gelişmişti. Böylece bazı insanlar kendi yakınlarını kurtarabilmek amacıyla köle ticaretine karışmak zorunda kaldılar. Afrikalı köleler dişlerinden başlamak üzere tepeden tırnağa sağlık kontrolünden geçirildikten sonra işe yarar olduklarına dair vücutları kızgın demirlerle dağlanıyordu. Kontrolden geçip kızgın demirle dağlanan köleler gemilerin ambarlarına istiflenerek Yeni Dünya’da plantasyonlarda çalıştırılmak üzere gönderiliyorlardı. Gemi yolculuğu sırasında sağlıksız koşullara maruz kalan köleler gemi güvertesinde dans etmeye zorlanıyor, ölüm orucunda olanlara zorla yemek yediriliyordu. Bir daha geri dönemeyeceklerinin bilincinde, insanlık dışı muameleyle karşılaşan kölelerden bazıları bu şartlara dayanamayıp güverteden denize atlayarak intihar ediyorlardı.
Afrika’nın batısında yer alan Gana, Kamerun ve Gabon; güney batısında Angola ve Kongo Demokratik Cumhuriyeti kıyıları Afrika’da Avrupalılar tarafından kölelerin satın alındığı ve nakledildiği bölgelerin belli başlılarıydı.
Yerel asil sınıf köle yapıldı
Angola’ya ayak bastıklarında yönetimi ele geçiren Portekizliler, yerli halkın, yerel savaşçıların ve o zamana kadar yönetimde olan asillerin büyük çoğunluğunu esir olarak Yeni Dünya’ya taşıdılar.
Anlaşmaya göre, kölelere işgüçleri karşılığında belirli bir ücret ödeniyordu. Köleler bu kazandıkları paralarla mal edinebiliyor ve belli bir süre sonra özgürlüklerini satın alabiliyorlardı.
Portekiz’i takiben İspanya, Fransa, İngiltere, İskoçya, Almanya, Danimarka ve Hollanda da Atlantik Köle Ticaretinde rol alan Avrupa ülkeleriydiler. Zaman içinde denizcilikte güçlenen İngiltere’nin Bristol ve Liverpool limanları köle ticaret gemilerinin yola çıktığı belli başlı limanlar haline geldi. 17.yüzyılda Liverpool’dan yola çıkan her dört gemiden biri köle ticaret gemisiydi.
Afrikalı kölelerin iş gücünden Avrupa’da da yararlanılmaya başlandı. 18. yüzyılda Bristol’de kurulan 35’e yakın şeker işletmesinde Yeni Dünya’dan getirilen şeker kamışlarından şeker ve rom üretiliyordu. Ayrıca ham pamuğun işlenmesiyle üretilen tekstil ile tütün ürünleri şeker ve rom ile birlikte gemilere yüklenerek Afrika’ya doğru yola çıkarılıyordu.
Sanayi Devrimine İvme, Köle Ticareti
Büyük kâr sağlayan köle ticareti mali, ticari, hukuki kurumların ve sigorta şirketlerinin desteğiyle yürütülüyordu. Ekonomistler, sanayi devrimi sırasındaki hızlı değişimin köle ticaretinden kazanılan paralar sayesinde olduğunu savunmaktalar. Rochester Üniversitesi profesörü, tarihçi-ekonomist Stanley Lewis Engerman 1974 yılında yayımlanan “Time on the Cross: The Economics of American Negro Slavery / Çarmıhta Zaman: Amerikan Zenci Ekonomisi” isimli kitabında köle ticaretinde Afrikalıların oynadığı rolü şöyle anlatıyor: “Avrupalı tacirler, köleleri kendilerine satacak Afrikalılara bağımlıydılar. Talep büyüktü, alan kısıtlı olduğu için her gemide ancak belli sayıda köle taşınabiliyordu. İngiliz malları ucuzlarken Afrikalı kölelerin fiyatı yükseliyordu. Köle ticareti Afrika toplumu için de kârlı bir işe dönüşmüştü. Ancak Avrupalı tacirlerden Afrika’ya akan paraya ne olduğu hâlâ tam bir muammadır!”
Köle Ticaretine İlk Resmi Yasak, Hawai Devrimi
Afrika’nın sağlıklı nüfusunu kaybetmesine, yerel dilinin, kültürünün ve dininin tahrip olmasına neden olan köle ticaretine karşı zaman içinde ahlaki, ekonomik ve politik muhalefet başladı. Köle ticareti ilk olarak Hawai Devrimi’nde (1791-1804) resmen yasaklandı. Köle ticaretinde hayli aktif rol oynayan Danimarka, köle ticaretini 1792’de kanuni olarak yasaklayan ilk ülke oldu. İngiliz Parlamentosu Hawai Devrimi’nden üç sene sonra, 1807’de, Amerika ise İngiltere’yi takiben 1808 yılında köle ticaretini kanunen yasakladı. Afrikalı kimi kral ve kabile şefi köle ticaretini hayli kârlı bulduklarından bu uygulamanın son verilmesini istemediler. Kimi ekonomistler İngiltere’nin aldığı köle ticaretini yasaklama kararının arkasında bu işin artık kâr getirmemeye başlaması olduğunu düşünüyor. İngiltere parlamentosu köle ticaretine son verilmesini 25 Mart 1807’de aldığı kararla yasalaştırmasına rağmen denizaşırı sömürge topraklarının bulunduğu Britanya İmparatorluğu’nda köleliğin fiilen yasaklanması ancak 1833 yılında mümkün olabildi. Kanunen yasaklanan köle ticareti uzun yıllar kapalı kapılar ardında Doğu Afrika’dan Arap ülkelerine doğru devam etti.
Güney Afrika, Durban’da 2001 senesinde gerçekleştirilen “Irkçılık Karşıtı Dünya Konferansı” sırasında Afrika ülkeleri köle ticaretinde aktif rol almış ülkelerin kendilerinden özür dilemelerini istediler. Bazı Avrupa Birliği ülkeleri özür dilemeye hazırken, özellikle İngiltere, İspanya, Hollanda, Portekiz ve Amerika Birleşik Devletleri gibi ülkeler özür dilemeye karşı çıktılar. 27 Kasım 2006’da Tony Blair İngiltere’nin Afrika köle ticaretinde oynamış olduğu aktif rolden dolayı Afrikalılardan kısmi olarak özür diledi.
Luanda Esaret Müzesi
Angola’nın başşehri Luanda’da yaşarken, uzun süredir tadilatta olan Ulusal Esaret Müzesi’nin Mayıs 2007’de kapılarını tekrardan açtığının haberini alır almaz yola koyuldum. Ulusal Kültür Mirasları Enstitüsü tarafından 1997 yılında kurulmuş olan, Luanda’nın 18 km güneyindeki müzeyi gezmeden önce gerek Baskın Oran’ın “Azgelişmiş Ülke Milliyetçiliği – Kara Afrika Modeli” kitabından gerekse internetten yazımın başında sizlerle de paylaştığım konu ile ilgili detaylı araştırmayı yapmıştım. 17. yüzyılda Luanda’dan Amerika’ya gönderilecek olan köleler sevkiyat gemilerine bindirilmeden önce günümüzde Ulusal Esaret Müzesi adıyla hizmet veren, o dönem şapel olarak kullanılan iki katlı binada zorla vaftiz edilirlermiş. Müzedeki vitrinlerde Yeni Dünya’ya zorla götürülen kölelerin plantasyonlarda çalışırken fotoğrafları, köleleri taşıyan gemilerin ambarlarında maksimum köle taşıyabilmek amacıyla çizilmiş krokiler, sağlık kontrolünden geçirilen kölelerin temsili resimleri, kaçmasınlar diye ayaklarına bağladıkları demir prangalar, yemek yedikleri taslar, beyazlarla köle avcısı siyahlar arasında imzalanmış anlaşmalar sergileniyor. Gemilerin ambarında sağlıksız koşullarda zoraki tutulan köleler uzun süre gün ışığına çıkmadıklarından ve C vitamininden yoksun beslendiklerinden dolayı iskorbüt hastalığına yakalanıp çoğu hayatını kaybetmiş ve bedenleri okyanusa atılmış. Güçlü bünyeye sahip olup sağ kalmayı başaranlar ulaştıkları limanda satışa tabi tutulmuşlar.
Müzeden ayrılırken, binanın çıkış kapısının hemen yanına yerleştirilmiş olan anı defterine Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, önderimiz Atatürk’ün şu sözlerini yazıyorum: “Özgürlük olmayan bir ülkede ölüm ve çöküntü vardır. Her ilerlemenin ve her kuruluşun anası özgürlüktür.”
Figen GÜNDÜZ