ÇOK DOKUNANLAR RAFI – 3
Bazı kitaplar tohum tabiatlıdır. Öyle bir anda, tek bir tuşa basarak güncelleme yükler gibi değiştirmez insanı. Okurun zihninde uygun bir toprak bulduğunda, oraya bir düşünce tohumu serper ama. O tohum da yaşamla sulandıkça, bazen hızla, bazen de mevsimini bekleyerek filizlenir ve biz, değişimi olup bittikten sonra fark ederiz. Kalbimizin, zihnimizin astarına o tohumun tam olarak ne zaman, kim tarafından atıldığını da bilmeyiz çoğu zaman.
Yabancı Yayınları’nın yeni kitaplarından Erdem Yılı da o tohum tabiatlı kitaplardan. Ancak yalnızca tohum serpmekle de kalmıyor. Öncesinde toprağını hazırlayıp sonrasında can suyunu da veriyor.
Erdem Yılı’nı okurken aklıma sık sık, Aliya İzzetbegoviç’in Özgürlüğe Kaçışım adlı kitabındaki, “İnşa edebilmek için yıkımın olması gerekir. Sadece öfke yıkabilir, sevgi yıkamaz. Öfkenin hayatın zorunlu ve faydalı bir parçası olmasının sebebi budur,” sözü geldi. Belki de Kim Liggett’in roman boyunca yazarın istediği iki temel duygudan biri öfke olduğu içindir. Ama okurunda belirli durumlara karşı öfke uyandırmayı amaçlayan onca kitaptan birinde değil de Erdem Yılı’nda aklıma düşmesi bu sözün, yalnızca bu duygunun varlığından değil, galiba biraz da çok uzun zamandır ilk kez bu kadar amacına uygun kullanıldığına şahit olmamla ilgili olabilir.
Öfke iktidarı sever
Öfke, genellikle kıvılcımı çakıldıktan sonra başıboş bırakılan, hızla ve kontrolsüzce büyüyen bir yangın gibidir. İşlevini tamamlayıp geri çekilmez, iktidarı sever. Ama Liggett öfkenin verdiği bu güç yanılsamasına kapılmayarak o yangını kontrol altında tutmayı başarmış. Belki de içeriğinden bağımsız olarak beni en çok etkileyen yönü buydu kitabın. Öfke ve umut arasında kurduğu o hassas denge. Çünkü yıktıktan sonra yenisini inşa edebilmek için de umuda ihtiyacımız var.
Erdem Yılı, belirsiz bir çağda, distopik bir evrende kurgulanmış olsa da her başarılı distopya gibi konduğu yerden içinde bulunduğumuz çağı, dünyayı ve toplumu yansıtmayı amaçlayan ve işin aslı bunu çoğu örneğinden daha iyi başaran bir roman. Tanıtımlarında geçtiği şekliyle; “Kabullenilmiş çaresizliğin ve geleneklerin altında ezilen kızlarla kadınlar arasındaki karmaşık ilişkiye ve bu süreçte almak zorunda oldukları zor kararlara dair cesur bir distopya”.
16 yaş ve vahşi bölgede bir yıl
Yazarın kurduğu bu evrende, kızlar on altı yaşına geldiklerinde toplum için tehlike arz ettiğine inanılan “sihirlerinden” kurtulmaları için kasabanın dışındaki vahşi bir bölgede bir yıl geçirmek zorundalar. Bu dönem de “Erdem Yılı” olarak adlandırılıyor ve bu sınavı atlatıp “sihirlerinden kurtularak” kasabaya dönmüş olan hiçbir kadın, bu deneyimden bahsedemiyor, çünkü cezası ağır. Dolayısıyla her sene on altı yaşına gelen kızlar, neyle karşılaşacaklarını bilmedikleri bir yolculuğa çıkıyorlar. Bizler de okur olarak romanın anlatıcısı Tierney’yle birlikte Erdem Yılı’nın iç yüzünü öğreniyoruz. Türünün diğer örnekleri gibi, bu kitapta da son âna kadar çözülmeyen bir gizem ve son sayfaya kadar dinmeyen bir heyecan var. Bunlar artık nadir bulunan, dolayısıyla özellikle öne çıkarılacak şeyler değil. Ama kitabın başarısı da burada. Özünü, anlatmak istediğini aksiyona ve gizeme feda etmemesinde.
Hikâye distopik bir kasabada geçse de gerçeğin ta kendisini anlattığı, bilhassa da biz kadınlar çok iyi biliyoruz. İstisnasız tüm kadınların hayatlarının bir noktasında muhakkak maruz kaldıkları bakışların, düşüncelerin, sırıtışların ve davranışların oldukları gibi alınıp bir distopyaya yerleştirilmesi ve orada hiç ama hiç sırıtmaması korkutucu değil mi?
Ama başında da dediğim gibi, yazar yıkıcı duygular ile inşa eden duygular arasında hassas bir denge gözetiyor. Anlattığı dünyanın ektiği öfke tohumlarının yanında aykırı, şüpheci, zekâsını kullanmayı bilen ve merhametli ana karakteri Tierney ve başardıkları aracılığıyla umudu da yeşertiyor, “Otlar böyledir işte. Kökünü kazırsın, dikildiği toprağı yakarsın, yıllarca canlanmaz ama her zaman bir yolunu bulup yine yeşerir,” diyerek.
Ve teşekkür yazıları
Kitapların en sevmediğim kısımları yazarın, okurun tanımadığı ve muhtemelen de okur okurmaz unuttuğu bir dünya isim sıraladığı teşekkür kısımlarıdır. Ancak Erdem Yılı’nın teşekkür yazısı, uzun zaman aklımdan çıkmayacak. Zira yazarın kısacık bir andan, uzun vadede okurların düşünce ve davranışlarında değişim yaratma potansiyeli bulunan bir hikâyenin nasıl doğduğunu anlattığı satırlar yazarın kitap boyunca aktarmak istediği tüm duyguları tek bir kapsüle sıkıştırmış gibiydi.
Elif Nihan AKBAŞ