Popüler kültüre hapsolmuş en popüler davranışlardan biri nedir diye sorsanız, hiç düşünmeden popüler kültüre küfretmektir, derim.
Sondaki lafı başta söyledim ama mevzunun özeti bu sevgili okur… Zira bir cümle içinde bu kadar popüler kültür lafı geçirmek tam da sosyal medya ile beslenen(!) popüler edebiyat furyasına kapılmayla başlayan ve zamanla nasıl olduğu anlaşılmadan eriyen sözcük dağarcığının sonucudur. Üstelik eriyen sadece sözcükler de değil…
Ne diyor Noam Chomsky? Dil sadece bir iletişim aracı değil, aynı zamanda düşünceyi şekillendiren bir süreç ve ona göre dili incelemek, zihinsel süreçlerin doğasını anlamak için bir yol…
Dilin kullanımı ve sözcük dağarcığı daralınca, zihnimiz yani dünyamız da daralıyor. “Birey” olmanın peşinden koşarken tek kişilik, tek zihinlik zindanımızda hapsoluyoruz ve beynimiz büzüştükçe, kendimizi dev bir özne sanırken küçük birer nesne olup çıkıveriyoruz. Sistem…
Aslında popüler kültüre küfredecek hayata dair çok konu var ama ben bugün edebiyatı seçtim. Zira kültürsüzleşmenin ana direği kitapsızlaşmak(!) Hadi itiraf edelim, en son ne zaman büzüşen beyin damarlarımızı açacak, idrak kanallarımızı genişletecek, hayal dünyamızı uçuracak, ayaklarımızı yerden kesecek bir kitap okuduk?
Türk ve dünya klasikleri olmasa vay halimize… (Bu konuda ciddiyim, çok satan yazarlarımız bozulmasın) Hatta daha acısı var da o kadar düşmek, enseyi karartmak istemiyorum.
Hadi söyleyeyim, daha acısı ne mi?
Tabii ki en son ne zaman kitap okuduğunu hatırlamayanlar… Hayattan öğrenmeye saygımız sonsuz ama eline hiç kitap almamış gencecik insanlarla konuştuğumda, bunu son derece gönül rahatlığı ile anlattıklarında, yüreğimin daraldığını hissediyorum. (Önceden okumadığımızı söylemeye utanmak gibi fren sistemlerimiz vardı. Artık o da yok.)
Evet, her zaman “Okumakla adam olunmaz” derim fakat bu okumamaya kılıf oldu mu, cahilliğe varıyor iş. Nitekim, cahillik dediğimiz bilmemek değil, öğrenmeyi reddetmek…
Daha fenası da epey zamandır “yazar” olmanın dayanılmaz popülerliği…
Herkesin bedelini ödemeden yazar olabileceğini düşünmesi… Sonuçta özgür bireyleriz kardeşim, çok istersek biz de yazar oluruz, değil mi? Değil.
Ayaklar baş olunca, başından geçen günlük olayları sıralayıp, ‘roman’ diye basma cesaretini gösteren arkadaşlar, neye göre kime göre gaza geliyor bilmiyorum ama edebiyatın bu olmadığını biliyorum. Ne güzel değil mi? Hepimiz “okur” olmadan “yazar”ız. Sıkıştık mı yapay zekâ yetişiyor zaten, biz niye beynimizi yoralım?!
Şimdi gelelim zurnanın zırt dediği yere… Buraya kadar safsatanın önde gideniydi bu yazı. Popüler kültüre küfretmenin dayanılmaz konforuyla geveleme lüksüydü.
Aslolan küfredilmeyi hak edenin arasında dolaşırken, beyninle, zihninle, dilinle, edebiyatınla, yaratıcılığınla, enerjinle var olabilmektir. Saflık olmayan, gerçek umut odur ki iyi olan her zaman ayırt edilir. İyi olan her zaman yolunu bulur… Enseyi karartmayın, aynaya bakın, derim. Okuyun, derine inin ve çok çalışın, derim ya da çalışmayın, siz bilirsiniz. Lafım sadece “yazar”lara… Biraz da kendime düşünceler…
Hemingway’in “Afrika’nın Yeşil Tepeleri”nde söylediği gibi, bazı yazarlar bir başka yazarın tek bir cümle yazabilmesine yardımcı olmak için doğmuştur. Bir işi yapabilen yapar yapamayan üzerine konuşur efendim…
Bugünlük kesilen ahkam bu kadardı, buraya kadar geldiyseniz hepinize iyi okumalar…