“Sakin ve sabırlı olmak hayatımın sınavı”

Evrencan Gündüz ile yeni “tekli”si “Sen de İnanma” vesilesiyle buluştuk

“Sen de İnanma”, birbirini seven ama kendilerinden ödün vermemelerinden dolayı birbirlerinden olanların hikâyesi. Çağımız ilişkilerinin belki de en yaygın krizlerinden biri… Üstelik bu sadece aşk ilişkisi için de geçerli değil. Eserin sahibini bulmuşken soruyoruz; sence nedir bu halin kaynağı? İlaç niyetine çözüm sunan bir laf ediyor; “sabır…”

Müzikten ve hayattan konuşuyoruz. Müziğe dair hayallerinden, örnek aldığı sanatçıdan, hayatta en çok kafasını kurcalayan sorudan bahsediyor ve diyor ki; “Motivasyonum ailem ve içimdeki ben. En zor anlarımda kendime sürekli yapabileceklerimi tekrar etmem. Sakin ve sabırlı olmak hayatımın sınavı… Bu hayatta sakin olduğum sürece başaramayacağım şey yok sanırım.”

İnsanlar kendilerinden ödün vermedikleri için birbirlerinden oluyor

“Sen de İnanma” birbirini seven ama bir arada da olmayan ya da olamayan hikâyelere atıfta bulunuyor gibi. Siz nasıl bir hisle yazdınız?

Aslında aynı anlattığınız gibi, buna yakın hislerle yazdım şarkıyı. Yazdığımda 17 yaşında, aşkı ve sevgiyi daha bu kadar yoğun yaşamamış biriydim. Ama insanların yaşadıkları, aralarına giren insani duygular, kendilerinden ödün vermemelerinden dolayı birbirlerinden olmaları bana çok anlamsız gelmişti. İnsanın, dünyanın en değerli şeyi olan sevgiyi bulduğu halde, kendini alıkoyması ne kadar üzücü… “Sen de İnanma”, bunları gözledikten sonra ortaya çıktı.

Şarkı değil bazen senin parça için pişmen gerekiyor

Şarkıyı yazdıktan 8 yıl sonra dinleyenlerinizle paylaşmışsınız. Bunun özel bir nedeni var mı?   

Aslına bakarsanız, şarkıyı yazmak demek onu icra edebilmek anlamına gelmiyor. Bazı şarkıların uzun süre fırında beklemesi lazım. Şarkı değil de, bazen senin parça için pişmen gerekiyor da denebilir.

Sizce aşk ile ilişkimiz ne durumda? İlişkilerimizi nasıl yaşıyoruz? Bu, sevip de bir arada olamama durumu sizce neden kaynaklanıyor?

Bence “Nerede ah o eski aşklar” diyecek kadar yaşlı olmasam da, gördüklerim ve duyduklarım kadarını söyleyebilirim ki, çoğunlukla aşkın değerini anlamadan çöpe atıyoruz. Buluşmak ve kavuşmak diye bir şey kalmadı. Telefonlar ve mesajlaşmalar aşkı bozuyor. Eskiden ev telefonunu aileden biri açacak endişesiyle gizli buluşmalar, mektuplar vardı. Ne bileyim sanki o zamanlarda aşkın “sabır” da gerektirdiğini öğreniyordu insanlar. Sözler tutuluyordu. Belki günler önceden “tam o saatte, o günde ve tam orada” buluşuluyordu mesela.

Aşk birbirine ayna olmaktır

İki insanın birbirine duyduğu hissin ötesinde, geniş anlamıyla sizce aşkın hayatımızda nasıl bir yeri var? Aşk nedir?

Aşk bence her şeyiyle ve olduğu gibi biri ile uyumlanmak ve onda kendini bulmaktır. Birbirine ayna olmaktır.

Müziğinizi nasıl tarif edersiniz? 

İsmim gibi evrensel diyebilirim. Daha da evrensel olması için çalışıyorum tabi.

İyi müzik duymayalı uzun zaman oldu 

Peki sizce iyi müzik ile popüler kültür arasında nasıl bir denge var?

Popüler kültür şarkıları söz odaklı ve bol tekrarlıdır. Coğrafyanın seslerini barındırır ve aslında alışkın olanı verir insanlara. Alışkın olanın tüketilmesi ya da beğenilmesi kolay olur. Eğer eser ölümsüz ise yani “eser” olmak için yazılıp çizildiyse, o zaman popüler olmasında kanımca sakınca yok. Ama eğer fastfood gibi ya da o yaz çıkan yeni bir dondurma gibiyse kısa ömürlüyse benim için değersizdir. Eski aşklar gibi eski 90’lar popuna sımsıkı sarılan ve 90’lardaki tüm şarkıları yeniden aranje eden bir müzik piyasası içerisindeyiz. Bu da benzinimizin bittiği anlamına geliyor ya da yeni arayışlara, yeni bestekârlara kulak vermemiz gerektiğini. Bu durumda bir gün “alternatif” dediklerimiz de popüler olabilir ya da kapital sistem, sürekli telif ödemeleri ile çok para kazandıran şarkıları gündeme getirmeye zorlayarak internet çağına kafa tutmaya devam edebilir. Her ne olursa olsun, lütfen artık müzik olsun. Türkiye’de gerçekten iyi müzik duymayalı uzun zaman oldu popüler müzikte.

Yavuz Çetin gibisi hâlâ gelmemiştir

Blues müzik, sizce Türkiye’de kendine nasıl yer buluyor? Siz bu yerin neresindesiniz?

Aslında hiçbir yerinde… Yavuz Çetin’in trajik ölümü emin olun Türkiye’deki blues severleri hâlâ derinden sarsıyor. İnsanların zamanında onu bağrına basmayışı ve ona “hak ettiği değeri” vermeyişi, bizi şu an onun kenarda kalmış en küçük performanslarını bile kocaman gözlerle izlememizi sağladı. “Keşke”ler çok gelir bu cümleden sonra tabi… Keşke böyle olmasaydı da şimdi onu dinleyebilseydik de… Yavuz Çetin Türkçe blues yapılabileceğini bize gösteren ilklerdendir Türkiye’de. Hâlâ onun gibisi gelmemiştir. Aynı zamanda sevgili babamın “Anasının gözü cin gibi” albümü de çok radikal ve cesaretli bir işti ve o zamanın gençlerini derinden etkileyen aykırılıkta bir albümdü. Türkiye’deki blues dinleyen çok kemik bir kitle var. Blues müziğe sarılan ve orada kendini bulan bir sürü de genç var ki, bu da beni çok mutlu ediyor.

Anadolu Funk albümü geliyor

Ben kariyerimin başında “Umarım hak ettiğin değeri görürsün” döngüsünden kaçınmak ve bu döngünün içinde hiç “ hak ettiğim değeri” bulamamaktan endişe ettiğim için, kolay ve anlaşılabilir pozitif besteler yapmaya çalıştım. Barış Manço‘nun bestelerine dikkat ederseniz her zaman anlaşılır, sade ve tüm yaştan insanların dinleyebileceği türdendir. Şarkılarımın içinde her zaman blues etkisi ve cümleleri duyabilirsiniz. Ama harbi şöyle baba bir albümüm yoktur Blues içerikli. Bu yüzden benim Türk Blues müziğine katkım çok değildir. Ama çok mutluyum ki yeni gelen Anadolu Funk albümünden sonra bir daha röportaj yaparsak cevabım tam tersi olacaktır.

Sözlü müzik yapmak istemiyorum

Sanat yaşamınızda nasıl bir gelecek hayal ediyorsunuz?

Sözlü müzik yapmak istemiyorum. Müzik başlı başına bir dil zaten. Ben edebiyatçı değilim, zaten hiçbir zaman bu konuda da iyi olamadım. Çoğu sevenim aksini söylüyor ve çoğu bana “Mevsim Çiçekleri” ya da “La La La” gibi şarkıları gösteriyorlar. Mevsim Çiçekleri’ni “Kenan şarkısı gibi olsun” diye düşünerek yazdım bunu kimse bilmez mesela. Aklım sürekli başka tarzları kendileştirme simülasyonları ile üretti o şarkıları. Tabi belki bazıları bunu reddedebilir. Belki de benim bu uyumlanamayışım, aslında yine “popüler ve alışagelmiş” kombinasyonları tercih etmeyişimdir. Ben aşkı ya da hasreti sözlerim yerine melodilerimle anlatınca iyi bir “yazar” olmuyorsam, o zaman başka dünyalara gitmem gerekiyordur belki de. Sonuçta bir sürü gezegen var, birileri yaşıyordur elbet.

Acı ve olumsuzluktan beslenen bir toplumuz, mutluyken bile üzgün şarkılar dinleriz

Hem hayatınızın genelinde hem de sanat üretiminiz açısından gelişiminizi besleyen ve size motivasyon sağlayan unsurlar nelerdir? Nasıl?

Motivasyonum ailem ve içimdeki bendir. En zor anlarımda kendime sürekli yapabileceklerimi tekrar etmemdir. Stüdyoya girdiğimde zamanla ve insanları uyumlamayla uğraşırken, hep soğukkanlı olmam gerekir. Sakin ve sabırlı olmak hayatımın sınavıdır. Bu hayatta sakin olduğum sürece başaramayacağım şey yok sanırım. Beni besleyen şeyler güzel ve iyi şeyler… Genellikle acı ve me/ma eklerinden beslenen bir insan topluluğu olarak yetiştiğimiz için, herkes “çok mutlu” şarkıları kaldıramayabilir. Çünkü biz mutluyken de üzgün şarkılar dinleriz. Biz bir acayibiz. Sen de İnanma’yı yayınladığımızda insanlar çok şaşırmıştı. “Nasıl yani Evrencan da üzülebiliyor muymuş?” yorumlarını da hissettim diyebilirim.

Sizin için hayattaki en önemli soru işareti nedir?  

Ben bundan önceki yaşamlarımda kimdim?  Acaba beynimde anlık olarak dönen o efsanevi dünya ötesi müzikleri kaydedebilecek bir cihaz ortaya çıkacak mı?

Pandemi bana iyi geldi

Sokaktan beslendiğinizi ifade eden birisiniz. Pandemi koşulları hayatınızı nasıl etkiledi?

Pandemi beni sokaklardan alıkoydu doğru. Ait olduğum yerlere, sokaklarda koşulsuz sevgi ve hizmet etmeyi özledim. Ama durum böyle olunca bende var olan besteleri bitirmek ve yayınlamak ile uğraşıyorum.  Zaten bestelerin çok da kenarda, köşede beklemesi iyi değildir. Yeni gelecek şarkılar zaten bundan iki sene önce yazılanlar… İnanın kendime yetişemiyorum. Bu pandemi bana iyi geldi diyebilirim. Zaten büyük hayallerim vardı. Hayat durunca hepsiyle teker teker uğraşacak çok zamanım var. Ne mutlu bana.

Dilek Karagöz

 

Paylaş

Son Yazılanlar

Dijital içeriklerin gastronomiye etkisi

Gastronomi, bir yandan kadim geleneklere ve yerel tatlara dayanırken diğer yandan sürekli yeniliklerle şekillenen dinamik bir alan. Bu hızlı değişimin önemli bir ayağını, hiç şüphesiz

Gastronomide geleceği şekillendirmek

Turizm, gastronomi ve ağırlama sektörleri, hem ekonomik hem de toplumsal açıdan dünyada çok önemli bir yer tutuyor. Bu alanlar, hem yerel kültürlerin korunmasını hem de

Bu resimlerde herkesin duygusu saklı

Bilinçdışı renklerle konuşuyor. “Bazı organik meseleler” Ressam, oyuncu ve iç mimar Melis Babadağ, “bazı organik meseleler” isimli ilk kişisel resim sergisini The Art Capsule Gallery’de

Edebiyat ve popüler kültür

Popüler kültüre hapsolmuş en popüler davranışlardan biri nedir diye sorsanız, hiç düşünmeden popüler kültüre küfretmektir, derim. Sondaki lafı başta söyledim ama mevzunun özeti bu sevgili

Tarihin en eski rehberi olan genetik

Son dönemde ne kadar çok duyar olduk değil mi ? DNA artık kulağımıza eskisi kadar uzak gelmese gerek. Sahi uzak mıydı ki, bizler genetik parçacıklar

Emlak işletmeleri sosyal medyadan mahrum

2025 yılı emlak sektörü için yeni kararlarla başladı. ⁠1 Ocak 2025 tarihi itibarıyla, sadece kiralık taşınmaz ilanları için, “Yetki doğrulaması yapılmadan ilan verilemeyecek” şekilde karar

Gıdada gelecek için yol haritası

Aralık ayında yayımlanan ve Sodexo ile Harris Interactive iş birliğiyle gerçekleştirilen İkinci Uluslararası Sürdürülebilir Gıda Barometresi, 7 binden fazla kişinin katılımıyla sürdürülebilir gıda sistemine geçişin