Orman yangınları, kasırgalar, kuraklık, çevre kirliliği, türlerin soyunun tükenmesi… Çevreye verdiğimiz zararı hiçbir zaman normal karşılamadık ama bu sorunlara yol açan yanlış nerede? Evet bu sorunlara yol açmamızın sebebi hırslarımız ve bilgisizliğimiz ama bu canlılara neden önem vermeliyiz? Yaban hayatını neden korumalıyız?
Çevre sorunun kaynağı, çevreyi araçsal olarak değerlendirmemizden kaynaklanır. Doğal nesnelerden ‘kaynak’ olarak söz etmek de bunun bir göstergesidir. Halbuki doğanın değeri araçsal değil içseldir. Bu içsel değer, değerlendirmeyi yapanın varlığından bağımsız, kendi kendine ve kendisinde değerli olandır. Bu yüzden doğa, kendi çıkarı için korunması gereken değil zaten bu değeri içinde taşıdığı için korunması gereken bir yerdir. Bu görüşü benimseyen ve yaban hayatının önemine vurgu yapan Ahmet Emre Kütükçü ile olan röportajımız…
Bize kendinizden bahseder misiniz?
Veteriner hekimim. Yaklaşık 18 yıldır yaban hayvanlarıyla ilgili çalışıyorum. Son 7 yıldır doğal hayatı koruma vakfı WWF Türkiye’de Yaban Hayatı Uzmanı olarak çalışıyorum, ondan öncesinde de 5 yıl kadar Doğa Koruma Milli Parklar Genel Müdürlüğü Orman Bakanlığı’na bağlı orada Yaban Hayatı Uzmanı olarak görev aldım.http://www.wwf.org.tr
Yani benim uğraş alanım; yaban hayvanlarının tedavisi, kurtarılması ve rehabilitasyonu ama vakıfta yaban hayatıyla ilgili diğer konularda da destek ve danışmanlık hizmetleri veriyoruz.
Yaban hayatı konusunda deneyim kazandım
Yaban hekimi olarak tanıtıyorsunuz kendinizi. Ben daha önce yaban hekimi mesleğini duymamıştım. Yaban hekiminin bir veterinerden farkı nedir?
Aslında o, bir sosyal medya takma adı. Tabii yaban hayatı veteriner hekimi diye bir kavram var ama üniversiteden kimse öyle bir uzmanlıkla mezun olmuyor. Herkes veteriner hekim olarak ayrılıyor üniversiteden. Sonrasında kimisi büyükbaş hayvanları, kimisi çiftlik hayvanlarını, kimisi evcil hayvanları, kimisi egzotik hayvanları çalışıyor.
Bir de bu işin yaban hayatı kısmı var. Yaban hayatı eğitimiyle ilgili Türkiye’de akademik bir uzmanlaşma alanı olmadığı için, kendi adıma, sadece bu konuda çalıştığım ve başka bir alana girmediğim için yaban hayvanları konusunda deneyim kazandım diyebilirim.
Peki burada yaban hayatı kavramıyla tam olarak neyi kastediyoruz?
Bunun için önce ekosistem ve biyoçeşitlilikten bahsetmemiz gerekir. Ekosistem dediğimiz şey aslında yaşam alanları. Küçükten büyüğe bütün ekosistemler içinde bir biyolojik çeşitlilik barındırır. biyolojik çeşitlilik dediğimiz kavram da her şeyi içeriyor. Mantarlardan, bitkilere, sürüngenlerden, yırtıcılara, hepsini içeren bir kavram. İnsan müdahalesiyle şekillenmeyip kendini bu sistem ve çeşitlilik içerisinde idame ettirebilen, insan desteğine ihtiyaç duymayan canlıların yaşamına da yaban hayatı diyoruz.
Yaban hayatının herhangi bir durumda insan desteğine ihtiyaç duyduğu durumlar oluyor mu?
Negatif müdahaleler olmasa, dışarıdan bir desteğe ihtiyaç duyulmaz ama insanlar kendi neden oldukları olumsuz sonuçları geri döndürmek için belli müdahalelerde bulunmak durumunda kalıyorlar. Mesela daha önceden o yaşama alanında, o tür varken bir şekilde insan etkisiyle hem yaşama alanı zarar görmüş hem de tür yok olmuş. Önce o yaşama alanını restore ediyorlar sonra da o türü tekrardan oraya yerleştiriyorlar -reintroduction deniyor buna- Bu dünyanın her yerinde yapılıyor.
Rusya, ülkemizde görülen Kafkasya Leoparı’nı kendi hayvanat bahçelerinde üretip doğaya saldı. Bu verilen zararlar kendine düzelecek şeyler değiller çünkü bu müdahaleler doğal giden bir sürece yapılmış müdahaleler değil. Zaten verilmiş olan zararın düzeltilmesi için gösterilen bir uğraş.
Kimisi diyebiliyor, doğada yaralanan bir yaban hayvanına müdahale etmeyin o onun doğal süreci ama o yaralanma doğal bir süreçte gerçekleşmemiş ki onu öylece doğasına bırakalım. İnsanın olumsuz etkilerini doğadan silmesi gerekiyor ki doğa toparlanma sürecine girebilsin.
İnsan doğaya olumsuz etkisine son vermeli
Yaban hayatın sürerliliğini sağlamak için ilk önce yaban hayatını olduğu gibi bırakmak mı gerekiyor yoksa herhangi bir problem çıkabilecek düşüncesiyle (çevre koşulları yangınlar vs.) belli alanlarda müdahale edebileceğimiz durumlar için gözetmemiz mi gerekiyor?
Bazı doğa koruma kuruluşları, bir alanı tamamen satın alıyor ve o alanın etrafını tamamen çevirip hiçbir dış müdahaleye izin vermeden oradaki süreci izliyorlar. Sonra orada olan olumsuz durumları belli bir süreçte nasıl eski haline getirebilecekleri üzerine projeler hazırlıyorlar. Aslında doğanın kendi kendine toparlanma gücü çok yüksek, negatif insan etkisini kestiyseniz sizin herhangi bir destek vermenize gerek kalmaz.
Sadece alanın tahrip edilmesi değil, oradaki türler arası o ilişkinin de bozulmuş olması da önemli. Mesela yırtıcı türler o sistemden çıkarıldıysa bu sefer diğer türler kontrolsüz bir biçimde çoğalmaya hem kendi türünü hem de öteki türleri hem de yaşam alanlarına etki etmeye başlıyorlar. Yani o tür müdahaleler gerekiyorsa sistemin içinde eksiklik varsa, zincir bozulmuşsa onları düzeltmek için müdahale gerekiyor.
Yok olan türlerin artık deneylerle tekrar üretilmesi ve doğaya bırakılması mümkün mü?
Teoride hepsi mümkün, pratikte ne kadar uygulanabilir meçhul. Birincisi biyolojik çeşitlilik dediğimiz şey sadece tür çeşitliliği, yaşam alanı çeşitliliği değil. Genetik çeşitliliği de içeriyor. Siz o hayvanın genetik materyaliyle, onu tekrar oluşturabilirsiniz ama onun doğadaki adaptasyonunu nasıl sağlayacaksınız?
Birçok yaban hayvanı, insanlar tarafından, esaret altında farklı amaçlarla üretiliyor. Artık egzotik hayvan çeşitliliği çok geniş ama o üretilen aslan, kaplan gibi yırtıcılar aslında bir ev kedisinden farklı değiller. Kafeste üretilen bir aslanın, doğadaki aslanla hiçbir ilgisi yok. Doğaya bıraksanız doğadaki türüne de bir katkısı yok. Görünüş olarak aslan gibi görünebilir ama türü için hiçbir şey ifade etmez.
Zengin insanların yaban hayvanlarını kendi yaşam alanlarından koparmaları…
Bir türün doğadan koparılması söz konusu değil, birçok ülkede bu sözleşmelerle yasaklı. Artık birçok egzotik hayvan türü esaret altında üretiliyor. Bu üretilen hayvanlar hem istediğiniz renklere göre üretiliyor hem de doğadan gelen hayvanların taşıdığı parazitleri taşımıyor. Burada sınırın şöyle konması lazım. Birincisi, bu hayvan doğadaki popülasyonuna zarar verecek şekilde doğadan mı alınmış? Yoksa esaret altında mı üretilmiş?
İkincisi, bu hayvanın esaret altındaki bakım şartları onun doğadaki şartlarına uyuyor mu? Mesela doğada günde onlarca kilometre uçan bir kuşu bir kafeste tutmak. Hiç bu konudan anlamayan birisi bile o kuşu öyle bir kafeste gördüğünde bir şeylerin yanlış olduğunu anlayabilir ama belli türler, doğada sadece bir taşın altında yaşayan bir sürüngen, esaret altında üretilmiş ve onun doğada ihtiyaç duyduğu her türlü koşul birisi tarafından sağlanıyorsa o zaman çok büyük bir problem değil çünkü o artık kedi-köpek gibi bir forma girmiş.
Dünyada çevreyi ve yaban hayatını korumaya yönelik alınan mevzuatlar 70li yıllardan sonra alınmaya başlamış. Günümüze geldiğimizde bu çevreyi ve doğayı korumaya yönelik alınan kararlar yeterli mi ya da işlevli mi?
Çoğu tabii ihtiyaç oldukça, eksiklikleri fark edildikçe güncelleniyor ama asıl sıkıntı mevzuatların uygulanmasında. Bizim de taraf olduğumuz birçok sözleşme var ama çoğu ülke bu sözleşmelerde vaatte bulunduğu şeyleri uygulamıyor. Korunacağına söz verdiği bir alanın deresine HES yapıyor, madenciye satıyor ya da normalde koruyacağını vaat ettiği belli alanları veya türleri koruyacak teknik ihtiyaçlarını karşılayamıyor ya da maddi anlamda yeterince destek olamıyor. Yani ya yetersizlik anlamında uygulanamıyor ya da art niyetlilik anlamında uygulanmıyor.
Ekonomik kaynakları buraya harcamak istememe, bu durumu bu kadar önemli görmeme durumu?
Türkiye’de genel olarak doğa korumayla uğraşan insanlar, halkın gözünde, birilerinin boş zamanında yaptığı hobi amaçlı işlermiş gibi görülüyor. Durumun ciddiyeti çok da algılanmış değil. doğa korumayla ilgili kuruluşun belli bütçesi var ama mesela kaçak avcılıkla mücadele olsun, yasa dışı alandaki müdahalelerin engellenmesi söz konusu olsun tabii ki personel yetmiyor, oraya kullandıkları teknik yetmiyor yani sağladıkları bütçe de başka bir çok şeyle kıyasladığınızda yetersiz kalıyor.
Bunların hiçbiri umursanmıyor ama çünkü işin içine ekonomik sıkıntılar girince elinizdeki en değerli şey olan doğaya yöneliyorsunuz ve bunlar daha az tepki çeken şeyler. Elbette belli bir kesim tepki gösteriyor. Bir şirket mesela yüz tane proje hazırlıyor. Siz buna tepki gösteriyorsunuz ve kendinizi başarıya ulaşmış gibi hissetmenize yetecek kadar projeden vazgeçiriyorsunuz ama belki de şirketler onu baştan öyle kurguluyorlar. ‘Biz yüz tane planlayalım, on tanesinden vazgeçeriz, doksan tanesi işlese yeter’ diye.
Bu şey gibi, ekonomik kriz çıktığında doğa tahribatı daha da artıyor çünkü ekonomiyi desteklemek için daha fazla sahip oldukları değerlerden taviz vermeye başlıyorlar.
Bir ülkenin gelişmişliğini gösteren en önemli şey doğa koruma, tarım ve sanayisinin birbiriyle eşdeğer olması lazım. Mesela ABD Kanada gibi ülkeler. Mesela Kanada’nın madencisi gelip bizim burada kocaman ormanımızı yok edebiliyor ama Kanada’da milli parklarda bi patikadan bile çıkamıyorsun o kadar sıkı korunuyor.
Bunu önemsemiyor dediğiniz insanlar, eğitim açısından eksik olukları için mi böyle düşünüyorlar yoksa görmedikleri şeyin kendilerine zarar vermeyeceklerini mi düşünüyorlar?
O türlerle kendi yaşam ihtiyaçları arasındaki bağlantıları kuramıyorlar bu insanlar. Yedikleri içtikleri her şeyin bir şekilde geldiği toprağın sağlıklı kalması ya da sağlıklı bir ekosistemle ancak o türler var oldukları sürece senin de verimli ürünlere ulaşabileceğin gibi. Ekosistem hizmetleri diye bir şey var.
Tabii bu illa bir canlının, bize maddi anlamda bir getirisi olması gerektiği anlamına gelmiyor, o canlı o ekosistemde varsa onun bir görevi, yeri vardır bu sistem içerisinde ama bizim insanımız genellikle ‘bana ne faydası var’ şeklinde düşünüp hareket ettiği için illa o türün ona olan faydasıyla ilişki kurması gerekiyor öbür türlü onu korumak için içinde bir duygu barındırmıyor.
Ülkemizde 401 tür yok olma tehlikesiyle karşı karşıyayken Türkiye’deki yaban hayatının durumu nedir?
‘IUCN Red List’ diye bir liste var. Onun belirli bir sınıflama sistemi var; hassas, tehlikede, kritik tehlikede diye. O üçüne girdiği zaman bu türler, tehdit altında diye sınıflandırılıyor. Bizim ülkemizde yaşayan ama dünya ölçeğinde sınıflandırmasında da tehdit altına giren bir tür olduğunda bizde de otomatik olarak sayı ortaya çıkıyor.
Bizde en çok tehlike altındaki türler iç su balıkları ve sürüngenler. Bu canlılar, dar alanlarda yaşayan, endemik canlılar oldukları için tehdite çok açıklar ve herhangi bir müdahalede kolayca zarar görebiliyorlar. Bizdeki o sayıyı artıran durumun sebebi de bu ama bu durumun ciddi olmadığı anlamına gelmiyor.
Durum ciddi çünkü Türkiye’nin birçok yerinde maden ruhsatları verilmiş hatta bazı illerin yüz ölçümünün yüzde 60’ı maden izni verilebilecek potansiyele dönüştürülmüş. Bir göl düşünün. O gölü besleyen yukarıda bir dağ olsun. Siz, o dağı taş ocağına dönüştürdüğünüzde, gölde ve dağda birbirleriyle dengeli bir şekilde yaşayan sürüngenler ve iç su balıklarının hiçbirini önemsenmeden yok etmiş oluyorsunuz.
Avcılara izin verilen hayvan sayısı çok fazla
Türkiye için durum umut verici değil.
Sulak alanlar çok kötü, ormanlarda tahribat, tahribat sonucu çoğu yerde kuraklık, orman yangınları giderek daha da şiddetli oluyor yani olumlu bir gidişat yok. Bazı yerlerde belki kuş sesleri bile duyulamayacak. Bunun üzerine bir de avcılık var hala. Sanki hayvanların üzerinde bu kadar baskı yetmiyormuş gibi. Bir de çok yüksek sayılarda avlanmalarına izin veriliyor. Bazı canlıların zaten verilen izni uygulasa avcılar, o tür tamamen yok olur ülkede. O kadar yüksek avcı sayısıyla izin verilen hayvan sayısını çarpsanız öyle bir sayıda hayvan yok zaten.
2021 yılında olan orman yangınları nasıl problemlere sebep oldu?
Sonuçta birçok canlının yaşam alanı orası. Bazı türler toprağın altına giriyor saklanıyor. Bazı türler yangının varlığını önceden hissedip yangından uzak alanlara kaçıyorlar. Ama daha çok zemine yuva yapan ya da zeminde hareket eden kara kaplumbağalar gibi canlılar bu durumdan ciddi etkilenenler. Bu canlıların yangından kaçma potansiyeli çok az ve bölgeye endemik canlılar o yüzden en çok zararı görenler de onlar.
Kendini alandan kurtaran canlılar da, kurtulsalar bile artık alan tahrip olduğu için beslenme ve barınma ihtiyaçlarını karşılayamamaya başlıyorlar. Birebir gözlemleyemesek bile bu nedene bağlı sonrasında ölümler ve kayıplar meydana gelebiliyor. Etkilenmemeleri neredeyse mümkün değil.
Çevreyi eylemlerimiz ve eylemsizliklerimizle nasıl etkiliyoruz?
Doğaya karşı bireysel olarak yaptıklarımız çok önemli. Mesela tüketim alışkanlıklarımız. Sonuçta bizim bireysel tüketimimiz bu sanayiyi, onların yol açtığı doğadaki tahribatını oluşturuyor. Biz talep ettikçe onlar yeni alanlar açıp, yeni ürünler çıkarmak istiyorlar. Bu, ihtiyacımızdan fazlasını tüketme ve ziyan etme alışkanlığımızdan kaynaklı.
Doğaya daha az zararlı ya da doğaya dost olan üretim modeline geçmiş şirketlerim ürünlerini tercih etme ya da bu müdahaleyi yapanların siyasi bir kaynağı olduğu için siyaset üzerinde ne kadar baskı oluşturursanız o siyasetin de o rant, sanayi şeylere o kadar taviz verme anlamında durumu olur.
Yaban hayatını korumaya yönelik bizim yapabileceğimiz şeyler ya da sizin yaptığınız şeyler nelerdir?
Bireysel olarak yapabileceğimiz şeyler çok fazla. İster kırsalda ister şehirde yaşayalım, orada yaşayan hayvanların hayatını kolaylaştırabileceğimiz birçok şey var. Mesela şehirden örnek vereyim, şehirde yaban hayatının en çok sorun yaşadığı konular, yaralanma risklerinin fazlalığı. Bize getirilen hayvanların çoğu ormanda arabalar tarafından yaralanmış hayvanlar ya da geceleri ezilen kirpiler, kaplumbağalar.
Ormanlık alanlarda, orman içinde araç kullanırken belli bir hızda gidilirse ya da Gecenin belli bir saatinde o hayvanların aktif olabileceğini düşünerek dikkatte araç kullanılırsa bu sorun büyük ölçüde engellenebilir. Bir diğer sorun da ev kedilerinin göç eden kuşları avlamaları. Bunun için en azından bu kuşların göç dönemlerinde sahipleri kedilerini dışarıda bırakmayabilir ya da kedisinin nerede olduğunu kuşun fark etmesini sağlayabilecek ses çıkarıcı bir tasma takabilirler.
Şehirde, şehir yaban hayatı yönetimi yapılmalı. Bu hayvanlar hangi dönemlerde şehri nasıl kullanıyorlar, yapılacak uygulamalar ne olmalı planlanmalı. Yani hayvanların dönemlerine göre bizim müdahalelerimizi ayarlayabilmemiz gerekiyor.
Size yaban hayatının tehlikede olduğunu düşündüren şey ne olmuştu?
Beni en çok etkileyen şöyle oluyor, mesela çocukluğumda gittiğim bir ormanı tekrar gittiğimde eski halinde bulamamam yanmış alanın tahrip edilmiş olması, orada olduğunu bildiğim ağaçların orada olmaması ya da çocukken orada yüzdüğüm derenin yukarısına hes yapılıp kurumuş olması akmıyor olması, bir alanda gittiğimde gördüğüm kuşların hayvanların artık orada olduğuna dair işaretlerin kalmaması hep geçmişle kıyaslamak ve o değişimin sürecine tanık olduğumda oradaki o kötüye gidişin oradaki türleri etkilemesi o süreci görmek yetiyor.