Hayatınıza böyle girsem ne yapabilirsiniz?

Evet, bizim hep bir hikayemiz vardır. Tıpkı bu ilan gibi gireriz hayatlara. Bir bakarsınız, bir kediniz olur. Hiç ummadığınız yerde, hiç ummadığınız zamanda. Geçmişimizle geliriz, sizin hiç bilemeyeceğiniz geçmişimizle, bir parkta, bir yol kenarında, yaralı, aç, bakıma muhtaç…

Kimse sokaklarda gülüp oynarken evine alıp götürmez bizi. Hani, memleket neresi dersiniz ya birbirinize. Bizim memleket esasında sokaklardır. Ama kötülüğün olmadığı, arabaların, motosikletlerin vızıldamadığı, binaların arasında kaybolmadığımız sokaklar…

Sokaklarda yer olmayınca biz, evlere sığındık. Hani yaptınız ya öyle ayrımlar, ev kedisi, sokak kedisi, ciğercinin kedisi… Ah ben ah, ev kedisi miydim? Asla değildim. İçimdeki sürtük hep bahçeye çıkmak isterdi.

Az tırmalamadım, o sürgülü kapının camını. Sahi sizde de var mı o ayırım. Ev insanı, sokak insanı, ciğercinin insanı. Ama ev kedisi olmanın bana ne çok faydası oldu. Bol bol okudum, filmler izledim, Uzun’u dinledim, sonunda adıma uygun bir Eflatun oldum.

Sonunda sevdim evi, tembelliği, soba başı, battaniye altı, sıcak bir kucak, karnın tok, sırtın pek çok sevdim. Ama keşke o kapının bir gün bana açılacağını hiç beklemeseydim. Galiba bir tek o yordu beni.

Nedense, bir umut bekledim, bizimki bu, elbette açmayacaktı o kapıyı da, ben aralıktan fırlar mıyım diye hep bir umut bekledim.

 

Sahi, konumuz ilandı değil mi?

Yine gittim bizim eve. Yok aslında, sadece kediler, köpekler mi girer hayatınıza böyle. Aşk da delip geçmez mi? Bir anda bakarsın, Issız Adam filmindeki gibi dolmaları yiyen bir sevgili. “Aman dolmalar da çok güzel,” diye yerleşmiş mekâna. Oyy oyyy, oysa adamın bağlanması kaçıngan. Gidecek iki dakika sonra. Sizin dünyanızdan gözüme ne sahneler geliyor.

O bahçe kapısını aşamasam da, filmler var, bizim ev var. Her zaman da dolma sahnesi yaşanmıyor. Bir film vardı. Bizimki de sever. Hani o aşk var ya o aşk, Pretty Woman gibi de girer hayatına, tabii söz konusu Julia Roberts olunca, tüm korkular gider, esas adam kaçmayı bırak, elinde çiçeklerle zirvelere çıkar.

Ha sahi, Bir de narsist krallar var, kahkahasıyla yırtıverir kağıdı. Hiç anlamazsın ister Fadi, ister Fatoş, istersen de Fadime ol. Geçip gider bir on sene. Kayıp mı, kazanç mı? Kime göre neye göre. Orası beni aşar. Ama ben kedi Eflatun, diyorum ki, aşk, hiç gitmek istemediğin bir gezide, hiç ummadığın bir anda, geç kaldığında, erken geldiğinde…

Bulur mu bulur. Kaderin ağlarını ördüğü an dedikleri an, o an mı? Kader, o yırtılma anından önce mi çalışmaya başlıyor? “Rastlantının Böylesi” filmi gibi, o metroyu kaçırıyorsun ya da yetişiyorsun. İşte kader, o zaman mı başlar. Hani, şu fotoğraftaki gibi yırtılma olduğu zaman mı? İlmik ilmik örer o kader ağlarını. Ev midir insanın tek alanı? Ne alaka? Galiba o ilk yırtılmayı siz beyin zarında yaşıyorsunuz.

Hadi hayal edelim, beynin üstündeki ince zara, işte bu kedi gibi dalıyor bir insan. Aaa, sadece beyin mi en önemlisi kalbe. Bak, beynimiz farklı olsa da, kalbimiz aynı atıyor işte. Bizim de, sizin de kalbiniz dört odacıklı, kan dolaşımımız aynı. Ama bizim kalp, biraz daha hızlı atıyor.

Stres, korku falan olursa 240 bpm’ye kadar çıkıyor. Şimdi kalp atıyor da, biz sizin gibi aşık olmuyor, sadece duygusal güçlü bağlar salgılıyoruz. Oksitosin, o güçlü bağ hormonu bizde de var tabii. Ama aşk acısı, bizi yanıp tutuşturmuyor, hayattan koparmıyor.

Zaten biliyor musunuz? Biz, köpeklere nazaran insan beynine daha çok benziyoruz. Sizinle beyin kıvrımlarımız çok benziyor. Duygusal merkezler bizde var da, dil ve mantık merkezleri yok. Mantık olmasın daha iyi. Aşkın mantığı yok ki. Seviyoruz, bağlanıyoruz, baktık olmadı gidiyoruz.

Oysa siz, biten aşkın arkasından mantık arıyor? Neden, nasıl sorularının yanıtını aramakla o yaklaşık 1 kiloluk beyninize yüz kilo ağırlık yüklüyorsunuz. Ağırdır düşünceler, nedenler, niçinler. Sanki sorular, yanıtlarıyla hafifleşir, yanıt olmayınca yüreğe de beyne de oturur.

Şimdi düşünüyorum da, biz sıcak bir yuva, mama ararken, bunu bulduk mu, dünyanın en mutlu kedisi olurken, size yetmiyor bunlar, o eksikliği hissediyorsunuz? O beyin zarını, kalp zarını yırttırıyorsunuz. Tam da, o resimdeki gibi, izin veriyorsunuz, izin. Çok karışık, çok, sizin işler çok karışık. Sadece aşk mı?

İnsanları da böyle sokuyorsunuz hayatınıza, kiminiz o kağıdı koymuyor bile hayatına, gelen gelsin, giden gitsin, kapı açık, yırtmaya bile gerek yok. Yok ya, gidin bir kedi alın eve daha iyi. Eflatun der ki, hani o fotoğraftaki kağıt var ya, bu kadar kolay yırtılmasına izin vermeyin.

Hadi gözünü kapatın, kendi dairenizi oluşturun, kim, ne kadar nasıl girdi? O kalabalıkla ya da birkaç insanla mesafeniz nasıl? Ve sizin o kağıdınız ne kadar kalın? Şimdilik bu kadar olsun.

Bu arada önümüzdeki yazıda Uzun hakkında muhteşem bir dedikodum var. Uzun var ya Uzun diyorum, devamı bir sonraki yazıya…

Eflatun

Paylaş

Son Yazılanlar

Kayıp Bağlantı: Okulda, İşte ve Umutta

Bir zamanlar gençlerin hayalleri, ellerini uzatsalar tutacak kadar yakındı. Şimdi, o hayaller uzaklaştı. Türkiye’de 18–24 yaş arasındaki her 100 gençten 31’i artık ne okulda ne

Buzullardaki mikroplar uyanınca…

Buzulda kilitli kalmış mikroplar uyandığında nelere sebep olur? Ozon tabakasındaki delik, sera gazı salımları, küresel ısınma, iklim krizi… Bilim insanlarının bu konulardaki öngörülerinin neredeyse hiçbiri

Denizden Gelen Sessizlik

Geçtiğimiz günlerde İstanbul’un gri gökyüzü altında Göztepe Parkı’na bakan Misina Balık’ın açık mutfağında, lüferin doğru boyda pişirilmesini izlerken içimde tuhaf bir sızı belirdi. Tabağa konan

Meze İle Kültürü Buluşturan Festival

Antalya’da her yıl ekim ayında düzenlenen Uluslararası Meze Festivali, yalnızca bir lezzet buluşması olmanın ötesine geçen kimliği ile dikkat çekiyor. Bu lezzetli festival üstlendiği misyonla

“Dergicilik Arkadaşlık Etmektir”

Bazı insanlar vardır aralıksız çalışır, emek verir, sırtındaki küfeyi o kadar benimsemiştir ki, onu asla yere değdirmeyecek, yere indirmeyi aklından bile geçirmeyecektir. Metin Celâl’i ODTÜ’de