Benim kahveyle olan hikayem

Hayatımın esası kahve. Yemekten sonra kahvenin olmamasını düşünemiyorum. Derler ki, bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır. Yok, sayı ile anlatılamaz o sonsuz mutluluk. Bugünlerde okuduğum Stewart Lee Allen’in Kahvenin Hikayesi isimli kitabı, kahveyle ilgili ilginç bilgiler öğrenmemi sağladı.

Etiyopya’dan Yemen’e ve Hindistan’dan Türkiye’ye uzanan kahve yolculuğunda her coğrafyanın lezzeti, kahveye bakışı birbirinden farklıydı. Kitaba göre Hindistan; süt, şeker ve hindistanceviziyle kaynatılmış çözünebilir kahvesiyle dünyadaki en çirkin kahveyi yaparken, dünyanın en pahalı kahvesi de bir misk kedisinin yediği çekirdeklerin dışkısından çıkarmasıyla elde edilen “Kopi Luwak” isimli kahve.

Kitapta Türkiye seyahatinde belirttiği gibi, kahve Osmanlı İmparatorluğu’nun yükseliş döneminde Hakem ve Şems adlı iki Suriyelinin bir kahvehane açmalarıyla İstanbul’a gelmiş.

Kahveden nefret eden padişah IV. Murat sadece içkiyi değil, kahveyi de yasaklamış. Kahvehanelerde yangın tehlikesi olduğunu öne sürmüş ama gerçek neden bu mekânların halkın mantıklı tartışmalar yapabileceği mekânlar olması.

Evet, sohbetlerin en güzel eşlikçisi kahveyle ilgili benim de bir hikâyem var.

Kahveye, ders çalıştığım zamanlarda uykusuz kalmak için başlasam da, sonradan çok büyük bir keyif haline geldi benim için. Hatta, tüm seyahatlerimde valizime ilk koyduğum şey bir paket kahveydi.

O zamanlar elektrikli kahve makineleri yok. Özellikle yurt dışı yolculuklarımda cezvem ve fincanımla yola çıktığımı hatırlarım. Mısır’da kaldığımız otelin mutfağında Türk kahvesi yapmışlığım vardır.

Fincan da önemlidir benim için. İncecik kenarı, geniş ağzı olacak. Ayrıca pişimi önemli. Çok kaynamış olursa kahve tadını yitirir, telvesi, tazeliği, ateşi… Tüm ayrıntılarıyla, yemek yemesem yaşarım da, kahve içmesem yaşayamam.

Bazen hiç acıkmasam da, yemekten sonra kahve içileceğini düşününce derhal acıkırım. Ve kahvemi içtikten sonra, nerede olursam olayım fal kapatırım. Bir oyun gibi, ay doğdu mu, doğmadı mı? Karanlık mı aydınlık mı? bakarım.

Ne diyelim, Etiyopya’dan başlamasa da benimki de Kandilli Kız Lisesi’nde ders çalışırken başlayan bir yolculuk. Ama illa ki, Türk Kahvesi. Benim için var olan tek kahve, bir sade Türk kahvesi.

Yine kitaptan bir Türk Atasözü, Kahve; cehennem kadar kara, ölüm kadar kuvvetli, sevgi kadar tatlı olmalı.

Dr. Mürüvvet Meryem Türkili

Paylaş

Son Yazılanlar

Kadın emeğinin gastronomiye yansıması

Senelerdir severek yaptığım iş gastronomi yazarlığı ve bunun gibi yeme içmeye, damak tadına ilişkin konulardaki  etkinlikler. Resmi bir tanımı yok, verilmiş unvan da  değil. Sadece 

Gastronominin evrensel gücü

Altın Kaşık Ödülleriyle Mutfak Dostları Derneği’nin ödüllendirdiği yaratıcılık, FSUMMIT 2025’in vizyonuyla sektöre kazandırdığı yenilikler ve Husin belgeselindeki derinlemesine hikâye, gastronominin sınırları aşan gücünü gözler önüne

Prada dertsiz başına dert mi arıyor?

Tasarımlarından marka kimliğine, müşteri portföyünden sattığı hayallere kadar birbirinden çok farklı iki marka hakkında bir söylenti dolaşıyor lüks moda sektöründe… İtalyan moda devi Prada’nın, Capri

Sofralarımızın Ortak Dili

Yemek sadece fiziksel bir gereksinim değil; kültürel kimliğimizi şekillendiren, tarihimizin sessiz tanıklığını yapan ve insanlar arasındaki bağları güçlendiren evrensel bir unsurdur. Her ülkenin, her yörenin

Heyecanla beklenen birinci sayfa

Dag Solstad, her gün yazdığı bir sayfa ile romanlarını tamamladığını söylemiş. Ayağına gelen güne, dönme dolaba atlama adımı ile başlamanın hikayesi midir yazdıkları veya bitirdiği

Yılbaşı ve Vasilopita çöreği

Bir yılı geride bırakıp uğurlarken yeni umutlarla başlayan yeni bir yıla ‘hoş geldin’ diyoruz. Dilekler her zaman sağlık, mutluluk, sevgi ve barış olmak üzere; dostlar

Manav Türklerinin sofrasında zamanın izleri

Geçtiğimiz hafta sonu Tuzla, gastronomi tutkunları için benzersiz bir deneyime ev sahipliği yaptı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Kültür Daire Başkanlığı’nın hayata geçirdiği “Gastronomi Günlükleri” serisinin