DÜNYAMIZIN GELECEĞİ TEHLİKEDE
Dünya nüfusunu besleyen en önemli kaynak tarım ve besicilik. İnsanoğlu asırlardır toprağı işlemiş, topraktan elde ettiği ürünlerle, beslediği hayvanlarla karnını doyurmuş.
Peki , 20. yüzyıla kadar iyi kötü sürdürülen bu işlev 21. yüzyılda da bizleri beslemeye devam edebilecek mi ?
Dünya nüfusunun 7 Milyar olduğunu varsayarsak, şu andaki verilere göre 850 milyon insan aç.
2050 yılında bu nüfusa en az 2-3 milyar daha ekleneceğine göre, gelecekte açlık büyük sorun yaratacak.
Nüfusu azalan Avrupa için açlık konu olamaz ama Asya’nın nüfusunu doyurmak için üretimini 2-3 misline, Afrika’nın ise tam 5 misline çıkarması gerekecek.
İnsanoğlu şimdiye kadar elindeki kaynakları sınırsız kullandı. Çok enerji, çok su, çok kimyasal ve çok mekanik kullanarak topraktan azami faydalandı. Ama, bundan böyle, topraktan ürün almamız zorlaşıyor. Tüm bu olanaklar doğal yolla ya da çevre sorunlarından dolayı minimum düzeye iniyor.
Su, enerji, kimyasal ve mekanik
Uzmanların tespitlerine göre,günümüzden yola çıkıp 2030 yıllarına kadar, insan bünyesine en fazla enerji sağlayan madde bitkisel yağlar olacak. Litresi 1.50 Euro olan bir litre bitkisel yağ yaklaşık 7200 kalori verirken, aynı fiyata satın alacağımız 1 kg şeker 4000 kalori, 0.5 kg ekmek 1200 kalori,100 gr et sadece 200 kalori sağlamaktadır.
Gelecekte dünya nüfusu nasıl beslenecek. Yerkürede her insan nasıl doyurulacak?
Bu sorulara verilecek cevaplar hemen hemen aynı yolları işaret ediyor. Yiyecek ihtiyacımıza cevap veren ürünlerin üretimini arttırmak üzere yeni stratejiler geliştirmek. İlk akla gelen,tarım yapılan toprakların alanını genişletmek olabilir. Geçmişden beri uygulanan bir sistem. Ancak zengin ve kudretli toplumlar daima en verimli, en kullanışlı olan alanlarda tarım yapmakta. Dağlık bölgelerde yaşayan fakir halkın, zor şartlarda teraslar açarak toprağı kullanmaları gibi. Bir başka çare, halen tarım yapılan alanların verimliliğinin artırılması olabilir.20. yüzyılda Avrupa, Kuzey Güney Amerika ve Asya’da uygulanmaya başlayan bu sistemin adı “Yeşil devrim”
Toprağa daha çok su ve gübre vererek, yoğun bakımla işleyerek randıman artırılmaktadır.
20.yüzyılda başlayan bu sistem, yeni yüz yıl başında kullanım limitlerinin sonuna gelmiştir.
Bir başka olasılık, verimsiz, çorak, susuz topraklarda hatta çöllerde, tuzlu topraklarda bile yetişebilen mucize bitkiler bulunması.
Bu konuda sürekli çalışmalar yapılmakta. Ancak, Dünya devletleri ve otoriteleri henüz GDO’lu bitkilerin bile kullanımı üzerinde anlaşamamaktadır. Bulunan bir iki bitkinin ise yetişmesi güç ve pahalı olacaktır.
Bir diğer çare,verimli toprakları sene içinde birkaç kere işlemek ve o kadar fazla ürün almak.
Sıcak ve nemli iklime sahip ülkelerde yılda üç kereye kadar ürün alınabiliyor. Ama iklim değişikliğinin bu konuyu nasıl etkileyeceği de henüz bilinmiyor.
FAO (Dünya Tarım Teşkilatı)nın verilerine göre, insanoğlunun beslenmesinde ürünlerdeki kayıp önemli yer tutuyor. Toprak rekoltesinden sonra kayıp yüzde 10-15 civarı.Bazı bölgelerde bu oran yüzde 50’ye bile çıkabiliyor.
Tahıl üretimine kayıp danelerden başlıyor. Ürün toplanırken daneler kayboluyor, bir kısmını kuşlar yiyor, depolamada bozulma, küflenme böceklenme ya da nakliye sırasındaki kayıplar da buna ekleniyor.
Yine FAO rakamlarına göre, Asya pirincindeki yüzde 10-15 lik kayıp bir yılda 5 milyon ton pirince karşılık, rahat ve bolluk içinde bir yaşama alışkın Batı ülkelerinde tüketicilerinin, tarım alanlarını tamamen yiyecek üretimine tahsisi, yani çiçek, yakıtlık odun, pamuk gibi yiyecek dışındaki üretimlerin terk edilmesi gerekli olabilir.
Teorik bir hesap yaparsak, bir hektar kaliteli,verimli iyi cins toprak alanımız olsun.
Su, yeterli teknik bilgi, tarım ilaçları, gübre kullanımı ile bu toprak sadece sebze, meyve, tahıl ve bitkisel yağ üretimi ile yılda 30 kişiyi besleyebilir.
Aynı toprağı et, süt, yumurta üretmek için kullanırsak besleyeceği insan sayısı yılda 5-10 kişiyi geçmez.
Sadece kırmızı et için kullanırsak bu sayı daha da düşer.
Batılı toplumlardaki aşırı et tüketimi alışkanlığı bu hipotezin gerçekleşmesine mani. Bu alışkanlığın değişmesi, insanların et tüketimini azaltması da yıllar alabilir.,
Dağları, şehirleri, ormanları, yolları, çölleri ve buzul bölgelerini çıkarırsak, dünya yüzünde tarıma müsait toprakların oranı sadece yüzde 12, yani 13.1 milyar hektarda sadece 1,5 milyar hektar.
Bu toprakların ülkelere göre dağılımı ise;
%65 i Belgaldeş, %57 si Hindistan, %7 si Rusya, % 3 Mısır, Peru, Kongo
Elimizde 1,5 milyar hektar tarıma elverişli toprağın tamamını kullanamıyoruz. Besiciliğe ayrılan mera ve orman bölgeleri çıkınca kalan yüzde 38’lik kısım, hızla artan dünya nüfusunun beslenmesine yeterli olmuyor.
FAO dan bir başka çarpıcı rakam:
1960 da 0.43 Hek. Alan bir insanı rahatlıkla besleyebiliyordu.
Bu rakam 80’li yıllarda 0.25 hektar düştü, 2050 de 0.15 hektar olacak.
Elbette bu rakamların geçerliliği ülkelerin ekonomik, demagojik, coğrafi ve iklimsel durumları ile çok ilgili.Ülkeye göre değişiyor.
Avustralya’da bir kişinin rahatlıkla beslenmesini sağlayacak 2,5 hektar tarım alan, Çin’de 0.12 hektara düşüyor.
- ve 19. Yy da yerküredeki ekilebilir tarım alanları olabildiğince genişletildi.21. yy da ise sonuna geliniyor. Şu anda elimizde olan, Amazon bölgesi, Asya’nın tropikal bölgeleri ve Afrika’daki bazı bölgeler.
Ümit verici bir nokta, küresel ısınma sonunda Kanada ve Rusya’daki buzullarla kaplı bölgelerde tarım yapabilme olanağı oluşması.
Tarım yapma imkanı verecek bu alanların korunması da bir başka sorun oluşturmakta.
Bir de Erozyon adı verdiğimiz bir büyük düşman mevcut.
Özellikle kalkınmakta olan ülkelerin topraklarında su ya da hava şartlarından dolayı büyük toprak kayıpları oluyor.
Sudan kaynaklanan kayıplar 1100 Milyon Ha
Hava şartlarından kaynaklanan kayıplar 600 Milyon Ha.
Bir başka tehlike, şehirleşmenin yaygınlaşması.
Modern şehirler, alt ve üst yapıları ile geniş yerler kaplıyorlar. Şehrin çevresine barajlar, yollar, parklar, stadyumlar, çöp alanları ekleniyor.
İnsanoğlunun beslenmesi sadece tarımla gerçekleşmiyor. Toprak kadar önemli ikinci gereksinim su.
2050 yılında su konusu da yerküremizin önemli bir sorunu olacak.
Esasında Dünya’ya uzaydan bakıldığında görünüm hep mavi.Denizlerdeki tuzlu su miktarı azalmıyor. Sorun tatlı su rezervlerinde.
Dünya tatlı su rezervlerine göre, 1950 yılında kişi başına düşen yıllık miktar 16800 m3 idi.
Bu rakam günümüzde 6800 m3,2025 için tahmin edilen 4800 m3
Dünya su rezervinin kıtalar ve ülkeler arası dağılımı ise hiç adil değil.
Bilinen rezervin hemen tamamı 10-12 ülkenin elinde, başta gelenler
Rusya, Brezilya, A.B.D, Kanada, Çin, Endonezya, Hindistan, Peru ve Kolombiya
Eşitsiz su dağılımına güzel örnek, Dünya nüfusunun yüzde 40’ını barındıran Orta Doğu ve Afrika’ da tam 80 ülkenin susuzluğa mahkum kalacağı öngörülmüş. Bu arada, Katar, Kuveyt, Dubai gibi petrol zengini körfez ülkelerinin deniz suyundan tatlı su elde etmek gibi pahalı bir yöntemi kullanmaları olası.
Özellikle Güney Amerika en şanslı kıta. Dünya nüfusunun sadece yüzde 6 sını, buna karşılık su rezervlerinin ¼ nü elinde bulunduruyor.
Avrupa’ya bakarsak,nüfusun yüzde 13’ünü barındırmasına karşı su rezervlerinin yüzde 8’ine sahip.
Doğu ve Güney Akdeniz’deki 12 ülkenin su hanesine “ kritik” yazılıyor. Mısır ve İsrail kaynaklarının yüzde 90’ını kullanıyor. Libya ve Filistin tamamını kullanmakta.
21. yüzyılda, dünya nüfusunun üçe katlandığını, buna karşılık su tüketiminin altıya katlandığını görürüz. Ancak su tüketimi kıta, ülke ve ülkenin gelişmişliğine bağlı olarak değişiyor.
Avrupa ortalamasında,kişi başı günlük tüketim 300 lt, Amerika’da 600 lt (N.York ta 1000 lt), Avusturalya’da 1000 lt, Afrika’da sadece 30 lt.
Bugün gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerde musluklardan akan suyun büyük bölümü ziyan olmakta. Çoğu zaman alt yapı,dağıtım şebekesi gibi teknik ya da insanların duyarsızlığı gibi sosyal nedenlerle,Kahire ve Meksiko’daki su kaybının yüzde 70 lere vardığı belirlenmiş.
Peki dünyadaki su rezervlerinin sağlıklı ve temiz olduğunu söyleyebilir miyiz?
Maalesef hayır.
Sularımız, tarım ilaçları, suni gübreler, kimyasal atıklar ve mikroplarla kirlenmiş durumda.
Dünya nüfusunun yarısının henüz sıhhi tesisatı yok. Bir milyar insan ise mikroplu su içmekte.
Dünya Sağlık Teşkilatının rakamlarına göre, yılda 3,4 Milyon kişi, mikroplu sudan kaynaklanan dizanteri, kolera, diyare gibi hastalıklardan ölmekte. Yani günde tahmini 10.000 kişi,çoğu çocuk.
Bu konuda uzmanlar karamsar: Acil önlem alınmaz ise,2050 yılında dünya nüfusunun yarısının temiz,içilebilir suya erişmesi mümkün olmayacak.
Su kaynakları süratle tükenmekte. Küresel ısınma ile nehirlere tatlı su sağlayan buzullar hızla erimekte.
Himalayalar üzerindeki buzullar, her yıl eriyen buz kitleleri ile Asya’nın belli başlı nehirlerine 8.6 Milyar m3 su veriyordu. Bu da yüz milyonlarca insanın yaşamını sağlıyordu. Ancak hızlı erimeyle bir gün bu buzullar da yok olacak.
Aynı şekilde, Kenya’da Klimanjaro üzerindeki buzullar 1963 den beri yüzde 40 azalma gösterdi. Ölçümlere göre,1912 ye göre buzulların verdiği katılım miktarında yüzde 82’lik düşüş var ve 15 sene sonunda bu tamamen yok olacak.
Gelecekte 12 milyar insan nasıl beslenecek?
Gelişmiş ülkeler bu soruya cevap ararken,yeni tarım sistemleri deniyorlar.
İlk defa 1930’lu yıllarda A.B.D de dile getirilen Hidroponi (hydroponie) bir çare olabilir mi?
Aztek zamanına kadar uzayan, geçmişte kullanılan bu sistemde, bitki kökleri toprak yerine suda yetiştiriliyor. Daha açık bir deyişler, bitki büyümek için topraktan aldığı besinleri, bu kez sudan alıyor. Elbette beslendiği suyun gerekli tüm besin ve mineralleri içinde bulundurması gerekli.
Avrupa’da 1699’da tanınmış, 1850’li yıllarda Alman Liebig tarafından denenmiş.
10 yıl sonra Sachs & Knop sistemi yeniden denemeye başlamış.
1970 de NFT den Dr.Alan Cooper tarafından kullanılmış. Sonuçta bu sistemin kullanılabilir olduğu ve 12 Milyar nüfusun beslenmesine yeterli gıdayı sağlayabilecek tarıma müsait olduğu açıklanmış
Tarım için gerekli geniş kırsal topraklara ihtiyaç duyulmadan, kırsal dışında şehir ortamında dahi ürün yetiştirmek bu sistemle olabilecek.
Hidroponi, daha da geliştirilerek şimdilik dünyanın gelecekteki beslenmesine bir çare olarak görülmekte.
Bilim adamları yeni sistemler bulmak için devamlı araştırmakta…
Umarız kısa zamanda uygun,elverişli bir çare bulunur, gelecekte tüm dünya beslenebilir.Böylece geleceğimizi tehdit eden açlık sorunu da ortadan kalkar.
Sevim Gökyıldız
Kaynak kitaplar:
“9 milliards d’hommes à nourrir, un défi pour demain”.
Marion Guillou, Présidente de l’Institut National de la Recherche Agronomique (INRA)- Gérard Matheron .
“ Nourir l’humanité”
Bruno Parmentier