“İşte”, hepimizin bildiği sözlük anlamıyla çıkar karşımıza sık sık, bir şeyi gösterirken işte deriz, anlatılan bir şey bitince ya da önemini vurgulamak için işte deriz.
Ama sinsi sinsi bir anlamı da var, sözcüğün sonuna sözü edilen kişiyi, biraz gıcık etmek, biraz da aşağılamak için yerleşiverir.
“çalışıyor işte”
“gidip geliyor işte”
Bazen hayat öylesine kocaman bir “işte” olur ki, yaşarız işte, sanki bir görev gibi, tamamlanması gereken bir iş gibi. İşte hayat dersen, bir kucaklarsın, sanki pencereyi açar mis gibi havayı içine çekersin, belki de en sevdiğin işi yapıyorsun ve belki de sırılsıklam aşıksın, ama, “hayat işte” dersen, çektiğin çile mi, hayatın muziplikleri mi gelir aklına bilinmez. Belki de yıllarca razı olmuşluk adına bir iç geçirme, pencereleri sıkı sıkı kapatmadır, o “işte”.
Birisinden bahsederken de, “çalışıyor işte,” denir, yaptığı iş önemsizleştirerek, oyalanıyor gibi. Belki tutkuyla yaptığı bir işi, annesi ya da babası, “gidip geliyor işte,” diye bir anda önemsizleştirir. Ama kolay kolay bir Genel Müdür, bir yönetici için, “bir şirkette Genel Müdür işte,” demez kimse.
“okulu bitirir, en azından öğretmenlik yaparsın işte,”
Ne yazık ki, hangi işi yaparsan yap, severek yap gibi bir mantıkla yetiştirilemediğimiz toplumda, öğretmenlik gibi kutsal bir meslek için, – bugün edebiyat ve yabancı dil tutkumu ortaokul öğretmenlerime borçlu olduğumu her zaman söylerim- ne yazık ki, bir kadınsan, “okulu bitirir, en azından öğretmenlik yaparsın işte,” denerek, sondaki işte kullanımıyla eğitime verdiğimiz önem bir kez daha vurgulanıyor.
Gelecek korkusu, kaygısı ve sorumluluklar bizi, hep güvenceli bir hayatın arayışına iterken, “işte” li yaşamlar başlar. Çocuklukta aileyle başlar bu “işte” ler, sınavlarla dolu geçen bir hayatta, tüm sınavları başarıyla versen de, bir bakarsın, senden “çalışıyor işte, gidip geliyor işte,” diye söz edilir ve sonunda da “yaşadı işte,” diye uğurlanırsın.
Türkçemizin bir diğer cümle sonu mucizesi “de, da” dır, o iki harf bir araya alaycı bir gülümseme gibi gelir, harika bir iş yaptığını düşünürsün, sonra birisi çıkar, tamam çok güzel olmuş da, der. Nedendir o da? Düşün dur.
Sezgin Kaymaz, “Bakele” kitabında, “Ben geldim de…” hikayesinde o kadar güzel anlatmış ki;
Yıllardır duyduğum bu de, da sorununu en güzel, hem kendisini hem de kitaplarını çok sevdiğim ki bu her zaman olmaz, yazarlardan Sezgin Kaymaz, “Bakele” kitabında, “Ben geldim de…” hikayesinde o kadar güzel anlatmış ki;
Pis huyu vardı; gıcık olurdum. Basar zile mesela, gider diafondan sorarsın: “Kim o?” Cevap değişmez:
“Ben geldim de…”
O “de” eki nasıl büyürdü gözümde. Niye arkadaş, niye? Sen geldinse sen geldin; o “de” ne? Ne gereği var?
Bazen “de” idi, bazen “da” tabii. Ses uyumuna göre artık. Bizde yattı diyelim. Sabah uyanırdım, bu açmış televizyon seyrediyor.
“Erken kalktım da…”
“Olsun.” Teselli eder gibi bir olsun çıkmış ağzından.
Tabii hikâye de, da ekiyle devam ediyor. Sezgin Kaymaz’ın o samimi, özgün diliyle, hüzünlü bir sonu oluyor da…
Elbette dilimizin zenginlikleri bitmez ama son bir sözcükten daha bahsetmek istiyorum.
Onu da bir arkadaşımla çok konuşmuştuk ve hüzünle gülümsemiştik. Bir toplulukta, “nerelisin?” diye sormuşlar, Doğu illerinden birini söyleyerek yanıt vermiş soru sorulan kişi. Karşı tarafın yanıtı ne olmuş dersiniz, “Olsun.” Teselli eder gibi bir olsun çıkmış ağzından. Gerçekten, nedir olan biten, kimi neye göre yargılar, etiketleriz.
“Ne iş yapıyorsun.”
“Yazıyorum.”
“Olsun”
Evet, acı acı güldürüyor beni, dilimizin iğnelemeleri. Ama söz konusu yaşamsa, dilerim ki orada, “yaşıyoruz işte,” olmasın, büyük harflerle İŞTE yaşamak olsun.
Mine TURKİLİ