Biliyorum sizin için covid-19 bir bela gibi, yakanıza yapıştı ve hayatınızı berbat etti. Hepiniz evlerinize kapandınız ve birbirinizi evde ziyaret edince de öcü gibi bakıyorsunuz. O maskelerin ardında daha da korkmuş görünüyorsunuz. Ben evde en yeni koltuğun en rahat köşesine kurulup bizim eve gelenleri net olarak izliyorum. Hem gelip oturuyor, sohbet ediyorlar hem de en ürkek halleriyle annemden uzak, çoook uzak olabilecekleri yere ilişip, sanırım içlerindeki kaotik duyguların yatışmasını bekliyorlar. Annem korkuyor mu bilmiyorum ama onun hayattaki en büyük korkusu benim yan bahçeye atlayıp kaçmam, yani onu terk etmem olduğu için bu korku ona vız geliyordur eminim.
Özgür bebeklikten mahkum erkekliğe
Bundan 10 yıl önce annem beni Salacak Parkı’nda bulduğunda henüz 5 aylık özgür bir bebektim. Kelebeklerin, kuşların peşinde koşturuyordum ve taksi şoförü abilerin bana verdikleri simit parçaları ile karnımı doyuruyordum. Muhtar teyzenin parkın kıyısındaki iş yerine girip çıkıyordum ve o kadar ısrarcıydım ki beni kovamıyordu bile. Geceleri bazen köpeklerin seslerinden, kötü insanların tekmelerinden ürksem de yıldızların altındaki ılık gecelerde müthiş uykular uyuduğumu hatırlıyorum. Sonra bir sabah, annem beni bana sormadan kucağına aldı, sevdi, okşadı… Elinde tuttuğu bir kutuya koyduğu gibi doğadan kopardı. Buna resmen çocuk kaçırma denirdi ama kimse dememiş olmalı ki ben hayatıma yine Salacak’ta ve parka 200 metre ötedeki evde devam etmeye başladım. Ev, benim için bildiğiniz bir hapishane, sabahları, akşamları hala ağlıyorum bahçede oynamak için ama annem takıntılı bir kadın olmalı ve çok da inatçı… Hala hapishane mahkumlarının havalandırmaya çıktığı gibi ben de bahçede kısa süre hava alıp otları yiyerek dolaşıp, dönüyorum. Dönüyorum dedimse kendi isteğimle değil, çoğunlukla bahçeyi sulayan hortumun korkutucu suları bana değmesin diye eve koşuyorum…
Neyse efendim, covid-19’dan eve alınma öyküme ve buraya neden geldim derseniz, kısaca anlatayım: Biz evde, annem ve ablam Leyla ile oturuyoruz bir süredir. Leyla ablam çok sakin ve artık yaşlandığı için ben de sıkılıp onu rahatsız etmeyeyim diye köşesinden kalkmıyor. Ama anneme ne demeli? Geçen günkü yazımda evde müzik sesi yok demiştim. Sanki duymuş gibi sürekli müzik dinliyor ama bizimki de kulak. Beethoven’dan Metallica’ya oradan Deniz Tekin’e geçiyor. Bir de sağır mı ne hep yüksek sesle dinliyor… Sonra kalkıyor diyeceğim ama… Yok kalkmıyor, hep bilgisayarının ve telefonunun başında bir işler çeviriyor. Bana da dedi ki, “Sen de artık tüm şikayetlerini ya da bize öğreteceklerini buradan yazarsın.” Sanırım Bi’neviGazete’den söz ediyor. Madem böyle demokratik bir ortam var ben de biraz kalem oynatacağım bu durumda.
İtirazım var!
Kardeşlerim ben bir kediyim, duygularım varsa da sizinkiler kadar bağımlılık yaratan türden değil. Yani bir kediyi severken onu hapsederek incitmeyin. Biraz güneş görmesini, hava almasını sağlayın. Hatta bunu bize borçlusunuz!
Ameliyat ettirerek kısırlaştırdıysanız yumuşak battaniyeleriniz ya da kazaklarınıza, karşı cins muamelesi yapacağımızı unutmayın ve biz eylemdeyken boşuna çığlıklar atmayın.
Siz acı çekiyorsunuz diye bunu anlamamızı beklemeyin. Yani ağlıyorsunuz diye gelip boynunuza sarılmıyoruz, çektiğiniz çoğu acının bize göre çok da acı bir tarafı yok. Yani ne kadar acı çekerseniz çekin bizim suyumuzu, mamamızı hazırlamanıza engel olamaz bu durum ve tabii ki kumlarımızı temizlemenize. Başka ne işiniz var ki?
Siz gece boyunca bir yağlı boya tablo üzerine çalışmış, kendinizce harikalar yaratmış olabilirsiniz ama sabah uyandığınızda o boyalarla bizim, evdeki parkeler üzerinde yarattığımız desenler daha güzel olabilir. Niye kıskanıp kızıyorsunuz ve çılgınca bağırıyorsunuz anlamıyorum?
Bir kedinin gözü daima dışarıdadır ya da eve yeni gelen bir misafirde… Siz anında gözden düşebilirsiniz, paylaşmayı öğrenin:) Bir de ben bu aralar Müslüm Gürses’in İtirazım Var parçasını dinlemek istiyorum, içimden hep onu söylüyorum. Yani evde gümbür gümbür onu çalar mısınız benim için?