Gerçek halam değildi, babamın uzaktan kuzeniydi ama hala derdik. Melek Hala, ismi gibi kendisi de melekti. Onu hep ellerinde kocaman hediye paketleriyle kapıdan geçmeye çalışırken hatırlarım. Neler neler getirmezdi ki? İlk oyuncak trenimi de o getirmişti, ilk guguklu saatimi de.
Sadece bana da değil, geldiğinde evdeki herkese mutlaka hediye getirirdi ve eve sık gelip giden komşuları, aile dostlarını da mutlaka düşünürdü.
Birinin evi mi taşınacak, kamyonu ayarlar, yeteri kadar insan ayarlar, her şeyin toparlanıp, taşınmasını ve yerleştirilmesini sağlardı. Birinin doktora mı gitmesi gerekiyor, geniş çevresi sayesinde uygun doktoru bulur, randevu alır, her şeyi ayarlardı.
Hızır gibi biriydi Melek Halam
Böyle iyilik meleği Halamı bir gün çok üzgün görünce şaşırdım, bu kadar iyi bir insanı kim üzmüş olabilir ki diye.
İlçeye yeni bir doktor atanmış, Halam da her yeni atanan kişiyle tanışmaya meraklı olduğundan ziyarete gitmiş, yalnız yaşadığını öğrenince akşamüzeri ihtiyacı olabilecek her şeyi derleyip toparlayıp, lojmana götürmüş. Ama doktor hanım kabul etmemiş. “Daha sizi yeni tanıyorum, bu kadar çok şeyi kabul etmeme imkan verecek bir bağımız yok” demiş.
Çok üzülmüş, ağlıyordu. “Sanki bunları alırsa, bana borçlu olacakmış, bir beklentiyle veriyormuşum gibi davrandı” dedi.
Halam bu olaya epeyce uzun bir süre üzüldü ve birçok kimseye de anlatıp, şunu söylemelerini bekledi. “Olur mu hiç? Sen insanlara hiçbir şey beklemeden iyilik yaparsın. Hepimiz biliyoruz.” Tabi ki birçok insan aynen böyle söyledi ama Melek Halam uzun süre rahatlayamadı.
Sonra doktor hanıma yavaş yavaş, makul küçük hediyeler yollamaya başladı. Kendisi de gitmiyor, birileriyle yolluyordu. Bir atkı, eldiven, yahut kurutulmuş reyhan gibi şeyler. Hastaneye gitmesi gerektiğinde de kesinlikle o doktor hanıma gitmiyor, zaten yakınlığı olan başka doktorlardan yardım alıyordu.
Sanki doktor hanımı mahcup etmeye, fikrini değiştirmeye çalışıyordu. Şunu demeye çalışıyordu: “Ben senin zannettiğin gibi biri değilim. Bunları iyilik yapmayı sevdiğim için yapıyorum ve hiçbir beklentim yok.”
Dedim ki hala ne zorun var? Diyelim ki onu minnettar bırakmak, sana borçlu olmasını sağlamak için yaptığını düşünüyor? Niye bunu bu kadar dert ediyorsun. Sen kendini bilmiyor musun? “Olmaz benim hakkımda yanlış bir fikre kapılsın istemem” dedi.
Doktor hanımla macerasını çok ayrıntılı takip edemedim ama doktor hanım sonunda akşam yemeği için davetini kabul ettiğinde çok mutlu olmuştu.
Bu sorunu atlattıktan sonra her şey yoluna girmişti halam etrafa hediye dağıtmaya, herkesin yardımına, işine koşmaya devam ediyor, mutlu mesut yaşıyordu.
Bir gün gene dertli bir şekilde bize geldi ve babama bir sorunu olduğunu nasıl çözeceğini bilemediğini söyledi.
Babasından miras kalan binayı kuzenlerinden biri, müşteri var istersen satalım demiş, O da kabul etmiş. Kuzenine vekalet yollayıp satışı gerçekleştirmişler. Binanın değeri beş yüz bin dolar civarındaymış.
Halam bina satıldıktan sonra kuzenine demiş ki, acelesi yok, bir ihtiyacınız varsa kullanın, bana peyder pey ödersiniz. Kuzeni de çok sevinmiş, bir iş kurmayı düşünüyordum, iş kurayım ben, sana fazlasıyla öderim demiş. Bir senet, sözleşme falan bir şey yapmamışlar. Kuzeni o parayla bir bina alıp, küçük bir butik otel açmış ama aradan beş sene geçmesine rağmen tek kuruş ödememiş.
Geçen sene arayıp, paraya ihtiyacı olduğunu biraz ödeme yapabilirler mi diye sormuş. Valla çok sıkışığız bu ara ama işler açılınca tabii öderiz demişler. Bir süre sonra tekrar aramış gene benzer bir şey söylemiş ama aramamışlar. Babam hukuk bildiğinden ve insanların çeşitli çatışmalarını çözmede başvurduğu bir insan olmasından dolayı babamdan yardım istiyordu.
Babam kendisinin de uzaktan kuzeni olan kişiyle görüştü ve ödemelerini sağladı. Sanırım otellerini satıp ödediler. O zaman söylenen şey, oteli alış fiyatı ile satış fiyatı arasında 3 kattan fazla fark olduğu, kuzene borcunu ödedikten sonra bir milyon dolardan fazla para kaldığıydı.
Ben bu kısmıyla değil de halamın tutumuyla ilgiliydim. Dedim ki “Hala, neden parayı istedikleri gibi kullanabileceklerini ve diledikleri zaman ödeyebileceklerini söyledin? Böyle söyleyince dilediklerince paranı kullanma hakkını vermiş olmadın mı?”
Dedi ki ben öyle dedim ama düşündüm ki, “Olur mu öyle şey derler, teşekkür ederler ve paramı yollarlar.” Ya da acil bir ihtiyaçları varsa küçük bir kısmını kullanıp, bir iki ay içinde onu da öderler. Ben böyle yapacaklarını tahmin edememiştim.
Anladım ki aslında olduğundan daha cömert ve alicenap olarak bilinmek istiyor. Parayı önerecek, onlar almayacak ama vermiş kadar olacak. Sanki parayı sonsuza kadar onların kullanımına vermiş kadar şükran ve minnettarlık duyacaklar.
Halam arada böyle sorunlar yaşasa da insanlara yardım etmeye, sorunlarını çözmeye devam ediyordu. Ta ki eşi Cemil Amca hastalanana kadar. Cemil amcanın hastalığı kötüydü, çabuk ilerledi ve kısa sürede kaybettik.
Halamın dikkati eşinin kaybından ziyade cenazeye ve sonrasında ziyaretine kaç kişinin geldiği, kaç kere geldiklerini, ne kadar kaldıkları ile ilgiliydi.
Cenazeyi kaçıran kişiler hakkında konuşuyor, Görüyor musunuz Elif Hanımlar gelmedi, oysa ben onların çocuklarına tüm üniversite boyunca burs vermiştim gibi şeyler söylüyordu.
Cemil Bey bir beyaz eşya markasının bayisiydi. O ölünce çocukları da İstanbul’da olduğundan dükkânı başkasına devrettiler. Kocasından kalan çok fazla bir şey olmadığı, bir iki mülk ile bankada biraz para olduğu anlaşıldı. Çocukları ile paylaşınca da kendisine çok bir şey kalmadı. Cemil Amca iyi para kazanıyordu ama Melek Halam da iyi harcıyordu.
Artık daha hesaplı davranması gerektiği halde kendini tutamayıp elindeki parayı da kısa sürede ona buna dağıtıp, sadece düşük bir emekli maaşıyla geçinmeye mahkûm oldu. Çocukları arada para yollasalar da o eski parıltılı, cömert hayatından eser kalmamıştı.
Artık ne dara düşen insanların yardımına koşabiliyor ne de davetler, ziyafetler verebiliyordu. Etraftan yardım etmek isteyen varlıklı kimseler olduğunda hepsini reddediyordu, kimseden bir şey almıyordu. Sadece bizim gibi çeşitli akrabalık ilişkisi olan birkaç yakınından zorla da olsa bir şeyler kabul ettiği oluyordu.
O dönemde daha önce tanımadığım kendisinden 3-4 yaş küçük kız kardeşini de tanıdım. Dilek Hala. Dilek Hala, Melek Hala’ya hiç benzemiyordu, o da oldukça sosyal, girişken biriydi ama başkalarını memnun etmeye çalışan biri değildi.
Bir üniversitede öğretim üyesiydi, şaşırtıcı ölçüde zeki ve güzel bir kadındı. Bir gün eskilerden konuşurken Dilek Hala dedi ki “Abla ben doğana, hatta biraz büyüyene kadar sen şımarık ve başkalarına aldırmaz biriymişsin.”
Kendi emeği ile yapabileceği şeyler olursa gene yapmaya gayret ediyor ayrıca insanların bürokratik işlerine yardım etmeye çalışıyordu ama bir süre sonra bunları bıraktı. Çünkü kendisinden okulunun değiştirilmesini isteyen bir öğretmen için milli eğitim müdürünü aradığında eskiden bir dediğini iki etmeyen müdür soğuk karşılamış, ilgilenmemişti.
Bir süre sonra içine kapandı, bir iki eski dostu ve yakını dışında insanlarla görüşmez oldu. Çok şikayet ediyor, sürekli söyleniyordu.
Rahatsızlandığında arayan olmadığında ya da pestil, tarhana açacağı zaman yardıma gelmediklerinde günlerce söyleniyordu. Şaşırtıcı bir şekilde yaptığı tüm yardımları bütün ayrıntılarıyla hatırlıyordu.
Başka konularda hafızası bu kadar iyi olmadığı halde kime ne yardım ettiyse nasıl bir iyilikte bulunduysa kuruşu kuruşuna hatırlıyor ya da kim için kimden ricada bulunduğunu, neler konuşulduğunu, iş hallolduktan sonra teşekkür için nasıl bir hediye yollamış olduğunu falan çok ayrıntılı bir şekilde hatırlıyordu.
Acaba yazıyor muydu dedim ama hayır öyle bir defteri falan yoktu
Belli ki aklının bir köşesini belki de en kıymetli köşesini buna ayırmıştı. Şöyle şeyler söylüyordu “Ben onun çocuğu için Hacettepeden kimsenin randevu alamadığı hocayı bulup randevu almıştım ama, O şimdi yüzüme bile bakmıyor.”
İnsanların yaptıklarına şükran duymuyor olması ya da bunu ilelebet sürdürmüyor olması O’na çok dokunuyordu. “Bu kadar nankör olduklarını bilsem bu kadar uğraşmazdım, yazıklar olsun bana” diyordu.
Sonra bir çeşit mucize oldu. Bir akrabalarından büyük bir miras kaldı. Kocasının zamanından daha büyük maddi imkanlara kavuştu.
Ve halam hiç bunlar yaşanmamış gibi neredeyse tamamen eski hayatında geri döndü. Gene yoksullara yardım ediyor, gene odunu bitene odun yolluyor, çocuğunu okutamayanın okul masrafını karşılıyordu. İlk büyük hayırseverliği de o günlerde kasabayı yasa boğan Nezaket Hanımın cenazesi ile ilgili tüm organizasyonu üstlenmek olmuştu.
Tek bir farkı vardı, yoksullaştığı dönemde kendisine yardım etmeye çalışan bazen de yardım etmiş olan insanlarla pek görüşmek istemiyor, onlardan uzak duruyordu.
Doğan Şahin