Bu bir film eleştirisi değil. Sadece bir filmden çıktıktan sonra, önümden geçen film şeridi ve bir haykırma isteği. Cem Karaca gibi, “ohh be…” deme isteği.
Bundan tam 20 yıl önce Cem Karaca’nın cenazesinden döndüğümde Sanathaber.net’e onu anlatan bir yazı yazmıştım. Cem Karaca’yı kendi istediği gibi tekbir sesleriyle uğurlamıştık. Şaşırtmayı başarmıştı cenazesinde de.
O, benim hayatımın bir dönemiydi
Ablamların genç kız odasında duvarda onun ayağını göstererek oturduğu kocaman bir posteri vardı. Herkesin pek bilmediği kapıcı Kasım ve kızı Safinaz’ın hikâyesini anlatan Safinaz’ın da longplayi vardı.
Annem, o yıllarda iki zıt kutup olan Barış Manço ile Cem Karaca’yı karıştırırdı. Onun için ikisi de uzun saçlı, ikisi de şarkıcı. Televizyonda çıkınca ya da gazetede gördüğünde, belki de bize tekrar tekrar söyletmek için, bu hangisi dediğinde, “ayağını gösteren adam” derdik.
Çocukluk yıllarımda ablamların izinde onun şarkılarıyla büyüdüm. Seher ablam İstanbul Teknik Üniversitesi’nde okuyor ve dönem 80 öncesi, yürüyüşler, marşlar, öğrenci ölümleri, sağcı mısın, solcu musun yılları.
Ablamın da o üzerinden çıkarmadığı bir parkası vardı. Parkayla gidip gelirdi okula. Ve ablama bir şey olacak diye korkan ben, ne zaman Cem Karaca’nın o yıllara imzasını atan muhteşem parka şarkısını duysam ağlardım.
O dönemin ortamında bir ses çıkardı gürül gürül üniversitelerde, sokaklarda. Tıpkı Cem Karaca’nın “gençler ve genç kalanlar” la başlayan, herkese ulaşan sesi gibi. Ben onun şarkılarıyla büyüdüm. Tamirci Çırağı, 1 Mayıs, Namus Belası.
80 sonrası yıllarda yine Cem Karaca vardı. Bu kez “Sen de başını alıp gitme” , “Sevda kuşun kanadında” ,” Islak Islak bakma öyle” diye bir gençlik heyecanımızda, sevdalarımızda da yanımızdaydı.
Sonra gazetecilik yıllarım, röportaj için Cem Karaca ile Gülhane Parkı’nda buluştuğumuzu anımsıyorum. O yıllarda Tempo Dergisi’nde muhabirim. Hayal mi, gerçek mi, yıllardır bir posterde onunla büyüdüğüm “ayağını gösteren adam” karşımdaydı işte.
Bu hikâye bitmeyecek
Özellikle İsmail Hacıoğlu’nu oyunculuğunu, Cem Karaca’nın sesi olmak için verdiği emeği kutluyorum. Çatışmalı ve sevgi dolu bir baba oğul, hasret dolu bir baba oğul ilişkisi ve babasının cenazesinde yanında olamayan, oğlunun, sevdiğinin hasretini çeken bir Cem Karaca.
Emrah Karaca ile havaalanında kucaklaşma sahnesi, film sonunda gösterilen siyah beyaz fotoğraflardan sonra istenen DNA ve filmin kaldırılma isteği, ne yazık ki bu hikâye bitmeyecek, hayatının o döneminde yer almayanların sesi anlamsız bir yere çıkacak.
Onun tartışmalı filmini izledikten sonra gittim, bir sürü yere gittim. Film hakkında çok yazılacak, eleştirilecek, biliyorum. Ben filmin etkisinden hala kurtulamadım. Film belki size bir şey ifade etmeyebilir, oyunculuk olmamış falan da diyebilirsiniz.
Ama bir dönem vardı Türkiye’de, işte o dönemi yaşayanlar adına tek duygum, Cem Karaca’nın “ döndüm baba, döndüm işte, oh be” der gibi, “yaşadık be, yaşadık, ses çıkardık oh be,” demek geldi içimden. Bizi şarkılarıyla besleyen bir Cem Karaca vardı. Şanslıydık oh be.