Mebus ile döneme farklı gözle bakmak

Feridun Büyükyıldız Mebus kitabıyla okuyucusunu İstanbul’un işgal yıllarına ve Cumhuriyet’in ilk dönemlerine, İstanbul’a götürerek Atatürk’ün yaverlerinden Recep Zühtü Soyak’ın işlediği bir cinayeti ele alıyor. Mebus’un merkezinde yer alan Recep Zühtü Soyak’ın kıskançlığı nedeniyle bir dönem birlikte olduğu Fatma Medeniye Hanım’ı öldürmesini ve ardından yaşananları anlatıyor yazar.

Dönemin siyasal atmosferi ayrıntılı anlatılıyor

Kitapta dönemin sosyal ve siyasal atmosferi de okuyucunun dönemi anlamasına yardımcı olacak kadar ayrıntılarıyla anlatılıyor. Kurgusal olsa da bir tarihi gerçekliği anlatan Mebus kitabının hazırlık sürecini yazarı Feridun Büyükyıldız Bi’nevi Gazete’ye anlattı.

Kütüphaneci olması sebebiyle araştırmalara aşina olan Büyükyıldız, özellikle kurgusal roman yazımının incelikli olduğunu söylüyor. Büyükyıldız, emekliliğinden sonra kurgusal roman çalışmalarına devam edeceğini belirtiyor.

 

 

Roman İstanbul’un işgal yılları ile başlıyor

“Mebus” kitabı kurgusal bir roman olarak geçse de tarihsel gerçeklerle direkt olarak örtüşen bir kitap. Bir yandan da dönemin İstanbul’unun atmosferini oluşturan unsurlara da yer veriyorsunuz. Eğlence kültürü gibi. Burada hangi detaylara dikkat ettiniz?

Roman, İstanbul’un işgal yılları ile başlar. Kitapta her dönem seçilen dil de dahil olmak üzere, dönemin ruhunu ve mevcut atmosferi yansıtma kaygısını taşır. İşgal yıllarında değişen İstanbul’u en çarpıcı yönü eğlence dünyasındaki farklılıklardır. İlk bölümler, işgalcilerle iş birliğine hazır olan yapılarla, batı tarzı eğlencelerde savrulan doğuyu hikaye eder. Toplumdaki değişimi anlamak için detayları insanın yaşam tarzında aramak gerekir. Giydiği, yediği, içtiği, değişen alışkanlıkları, dikkat ettiğim detaylardı.

 Bu atmosferi verebilmek anlamında kitaba hazırlık süreciniz ne kadar sürdü?

Hazırlık sürecinin çok uzun olduğunu itiraf etmeliyim. Kütüphaneci olmam nedeni ile arşiv bilgilerine, belgeler, kaynaklara ulaşmam konusunda rahatlığım uzun yıllar araştırma yapmama imkân tanıdı. Tarihin akışına ve olaylara aykırı düşmemek, yanlış bir söz söylememek adına ince eleyip sık dokumak zorunda kaldım.

Uzun süredir edebiyatla meşgul birisi olarak okuyucunun karşısına tarihin bu dönemini bir kurgu roman olarak aktarmak istedim. Uzun bir okuma sürecinin, titiz bir örgünün ürünü olarak yazmaya çalıştım. Çok sayfalı uzun bir metne dönüşebilirdi ancak zihinde soru işaretleri bırakan, “daha sonra ne oldu” sorusunu akılda bırakan, başka parçaları okuyucunun tamamlamasına müsaade eden, tadı damakta kalacak uzunlukta bırakmayı tercih ettim.

Bunun nedenlerinden birisi de 1940’lı yıllara dair bir çalışma daha yapma ihtimali olması. Okuyuculardan aldığım geri dönüşlerde dönemi, kişileri araştıran, belli kelimeleri sözlükten arayan, bahsettiğim ayrıntıların peşine tekrar kendisi düşen okuyucuların fazlalığı beni çok mutlu etti.

 “Bir Atatürk Kitabı Yazmadım”

Kitap bir yandan da “dönemin namuslu bir eleştirisi”ni yapmayı amaçlıyor. Bir yandan güç zehirlenmeleri ve haksızlıklar gibi olayların bu dönemde de yaşandığını görüyoruz. Kitapta da eleştirilecek noktaları sunsanız da o dönemin eleştirilecek noktaları nelerdi? 

 Kimi zaman milli, kimi zaman dini değerlerin birer zırh olarak kişisel çıkarlar uğruna kullanıldığı, tarihin her döneminde vardır. Cumhuriyetin ilk yılları yekpare ve sütten çıkmış ak kaşık değildir ve en önemlisi bu beklenmemelidir. Hatalı kararlar, hatalı insanlar daima var olmuştur. Meclis kürsüsünde vurulan Halit Paşa’dan tutunuz, Ermeni mallarına kadar karmaşık bir dönem de beraberinde yaşandı.

Tarih ile yüzleşmeyi, doğru bir gelecek kurgusu için son derece önemli buluyorum. Kitap özeline dönecek olursak, tek adam rejimlerinde güç zehirlenmeleri ilk önce o güçten nemalanan çevrede başlar ve toplumu sinsice sarar. Bunu engelleyecek yapı ise güçler ayrılığı, çoğulculuk ve sağlam bir demokrasi anlayışıdır.

 “Mebus”, Atatürk’ün de hayatta olduğu bir dönem içerisinde geçiyor. O dönemi anlatan eserlere göre Atatürk’ün fazla dahil olmadığı bir anlatım var. Bilinçli bir tercih miydi?

 Romanda Atatürk’ün olay örgüsü içinde yer almaması bilinçli bir tercihti. Ben bir Atatürk kitabı yazmadım ve o şekle dönüşmesini de istemedim. Onun dışında ise romanda Atatürk’ün olaylara hâkim ve haberdar olduğu açık bir şekilde görülüyor. Tarihin çok bahsedilmeyen yönlerini okuyucunun önüne koyarak değerlendirmelerini onlara bıraktım.  Okuyuculardan geri dönüşler ise çoğu zaman “şaşkınlık” olarak aldım. Dönemin bütününü başka bir gerçekçilikle tartmalarına yol açtığını düşünüyorum.

Cumhuriyetin ilk yıllarında siyasi çekişmeler ve olumsuzluklar pek de dile getirilmez. Örneğin Yavuz-Havuz yolsuzluğu davası ve Recep Zühtü’nün işlediği cinayet gibi. Kitabınızda da idealist bir cumhuriyet portresi yerine gerçekçi bir anlatım tercih ediyorsunuz. Konu olarak Recep Zühtü olayını ele almanızdaki temel düşünce neydi?

Recep Zühtü olayı çok çarpıcıydı. Araştırmaya daldığımda o karışık ilişkiler karşıma çıktığında peşini bırakmamaya karar vermiştim. Siyasi bir tedirginlik, bana ne derler kaygısı olmaksızın, sadece gerçeğin peşine düştüm. Tarihi olaylara gömülü kalmaksızın, bir tarih kitabı niteliğine düşmeden okuyucunun bir film senaryosu gibi okumasını tercih ettim. Bu anlamda Recep Zühtü ve Medeniye ilişkisinin bu imkânı bana sağladığını düşünüyorum.

Tarihî kurgusal roman çalışmalarınızın devamı gelecek mi?

 Tarihe bakış açım değişmeyecek. Tarihte hiçbir şey göründüğü ya da anlatıldığı gibi olmayabiliyor. Okurlar tarih okumayı sevmeyebiliyorlar ancak tarihi kurgu romanı seviyorlar. Bu tür çalışmalarda ise tarihi gerçeklere sadık kalmak, yanlış ya da yanlı anlatmamak çok önemli. Bu doğrultuda eserler vermeyi elbette düşünüyorum ancak yarış halinde, çok yazan biri değilim. İnce eleyip sık dokumak ise zaman alıyor.  Bir yıl sonra emekliliğimle beraber daha çok zaman ayırabileceğimi düşünüyorum.

 Ahmet Çağatay Bayraktar

 

Paylaş

Son Yazılanlar

Buzullardaki mikroplar uyanınca…

Buzulda kilitli kalmış mikroplar uyandığında nelere sebep olur? Ozon tabakasındaki delik, sera gazı salımları, küresel ısınma, iklim krizi… Bilim insanlarının bu konulardaki öngörülerinin neredeyse hiçbiri

Denizden Gelen Sessizlik

Geçtiğimiz günlerde İstanbul’un gri gökyüzü altında Göztepe Parkı’na bakan Misina Balık’ın açık mutfağında, lüferin doğru boyda pişirilmesini izlerken içimde tuhaf bir sızı belirdi. Tabağa konan

Meze İle Kültürü Buluşturan Festival

Antalya’da her yıl ekim ayında düzenlenen Uluslararası Meze Festivali, yalnızca bir lezzet buluşması olmanın ötesine geçen kimliği ile dikkat çekiyor. Bu lezzetli festival üstlendiği misyonla

“Dergicilik Arkadaşlık Etmektir”

Bazı insanlar vardır aralıksız çalışır, emek verir, sırtındaki küfeyi o kadar benimsemiştir ki, onu asla yere değdirmeyecek, yere indirmeyi aklından bile geçirmeyecektir. Metin Celâl’i ODTÜ’de

Bir nesilden bir nesile Bodrum Cup

Ege’nin, bir gün yaprak kımıldatmayan rüzgarsızlığında, bir gün hortuma neden olan rüzgarında 7. kez yelken açan Maximiles Black Bodrum Cup, “Nesillerce” temasıyla dostluğu, deniz kültürünü

Bir güz günü betiği

Göğe bakıyorum; kuyuya düşmüş de, bir parçasını görebildiğim maviliğe çekip çıkaracak bir güç arıyor gibiyim. Öylesine hafifim; rüzgarla bir kuştüyü kadar kolayca yükselebilir veya geçen

Beden, Sessizlik, Zaman Üzerine Yolculuk

Marina Abramović Albertina Modern’de: Beden, Sessizlik ve Zaman Üzerine Bir Yolculuk. Viyana bu sonbahar, çağdaş sanatın en radikal isimlerinden Marina Abramović’i ağırlıyor. Ünlü performans sanatçısı,

Alanya’nın Sessiz Dönüşümü

Alanya’ya her gelişimde, kentin değişmeyen ritmini yeniden duymaya çalışırım. Güneşin sabahları denize düşüşü, Kleopatra Plajı’nın rüzgârla dalgalanan kumları, sahildeki taşların sessizliği… Bu kez, Türkiye Digital