İBB Şehir Tiyatroları’nın yeni sezonda öne çıkan oyunlarından birisi de Gülriz Sururi’nin uyarladığı Suat Derviş’in kaleme aldığı Fosforlu Cevriye geçen hafta Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nde tiyatroseverlerle buluştu. Oyunun yönetmeni Yelda Baskın ve dramaturgu Gökhan Aktemur Fosforlu Cevriye’nin sahnelerle tekrar buluşmasında geçen hazırlık sürecini anlattı.
Dışlanmış takibe uğramış bir aydın
Suat Derviş, günümüzde yeniden keşfedilen, romanları tekrar tekrar basılan bir yazar. Nâzım Hikmet’in 1920’de ona ithafen yazdığı Gölgesi şiirinde “Ağlasa da gizliyor gözlerinin yaşını Bir kere eğemediğim bu kadının başını” dediği Suat Derviş yazarlığının yanına fikir ve siyaset yönünü de koyarak Türkiye’de solun gelişimi konusunda çaba sarf etmiş bir aydın.
Ve bu yüzden de dışlanmış, takibe uğramış ve sansürlenmiş bir yazar olan Suat Derviş’in eserleri raflarla tekrar buluşuyor, sempozyumlarda çalışmaları ve yaşamı inceleniyor, adına sergiler düzenleniyor. İBB Şehir Tiyatroları da yazarın adını yaşatmak noktasında bu sezon Fosforlu Cevriye eserini repertuara aldı, teknik ve sanatsal yeniliklerle eseri günümüz hatta gelecekteki seyircinin izleyebileceği bir noktaya getirdi.
1930’ların Galatası
1968 yılında tefrika halinde yayınlanan Fosforlu Cevriye, 1939 yılların Galatasına götürüyor izleyiciyi. Anne ve babasını bilmeyen, kendinin yıldızlardan geldiğine inanan Cevriye, Galata’daki umumhanelerde yarı aç yarı tok bir yaşam sürerken hayatındaki ilk kez ona “siz” diyen kaçak bir idam mahkumu ile tanışır.
Tüm bu anlatı Suat Derviş’in gazetecilik yetenekleriyle ve gözlem gücüyle gerçekçi bir şekilde sayfalara yansıtılırken Derviş’in isteğiyle Gulriz Sururi tarafından oyunlaştırılmış. Suat Derviş Darülbedayi’de yani Şehir Tiyatrosu’nda sahnelenmesini arzu ettiği bu oyunu göremese de bugün Fosforlu Cevriye emin ellerde.
Yönetmen Yelda Baskın’ın ilk müzikal yönetmenliği olan Fosforlu Ceviye’yi Yelda Baskın ve Dramaturg Gökhan Aktemur’dan dinledik. Yine Şehir Tiyatroları’nda sahnelenen ve halen sahnede olan Yaftalı Tabut’ta da birlikte çalışan iki sanatçı Fosforlu Cevriye’nin sahnelenmesindeki teknik detayları ve oyuna hazırlık sürecini anlattı.
Kişisel yaşamınızda Suat Derviş ile tanışmanız nasıl gerçekleşti?
Yelda Baskın: Suat Derviş’i biliyordum fakat eserlerinden bu ölçüde haberdar değildim. Çok üretken çok eser vermiş bir yazar. Özellikle son dönemde İthaki Yayınları’nın da yazarın tefrikalarını elden geçirip basmasıyla Suat Derviş üzerine yoğunlaşıldığını görüyorum. Bu yıl da Suat Derviş’in 50. Ölüm yıl dönümü. Bunlarla birlikte esas olarak tanışmamız bu oyunla birlikte oldu.
Gökhan Aktemur: Yelda hocamın bahsettiği gibi Suat Derviş Osmanlı’nın son dönem aydınlarından biri olarak biliniyor. Aynı zamanda gazeteci ve yazar. Dönemin çok hızlı ve yaratıcı muhabirlerinden birisi. Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ni dünyaya duyurmuş bir gazeteci. Eserleri yaklaşık 13 dile çevrilmiş bir yazar. Aynı zamanda siyasi tarihimizde de önemli bir isim. 31 Mart Ayaklanması’ndan Denizlerin idamına her alanda Suat Ablayı görüyoruz.
Suat Derviş’in hayatını incelerken hangi detaylar gözünüze çarptı?
Yelda Baskın: Bilgesu Erenus’un kaleme aldığı Yaftalı Tabut oyununda Fatma Nudiye Yalçı’nın hayat hikayesini sahneye taşıdık. Fatma Nudiye ile ilgili araştırma yaparken Suat Hanım ile de çok karşılaşmıştık. Çünkü aynı dönemi paylaşıyorlar, birçok anıları var. Bu da benim için özel bir buluşma oldu.
Gökhan Aktemur: Bir yandan Suat Derviş’in ablası Hamiyet Hanım ünlü tiyatro sanatçısı Bedia Muvahhit ile çocukluk arkadaşı. Bir başka arkadaşı da Nazım Hikmet. Tiyatroculuk, şaircilik oynayan bu çocuklar büyüdüklerinde Sultanahmet’teki işgal karşıtı mitinglere beraber gidiyorlar.
İşin tarihi magazinsel bir yönü de var. Yaftalı Tabut’ta da yer alan Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu “Deli Nizam” Fatma Nudiye ile evliyken aynı dergide çalıştığı Suat Derviş’i tanıyor. Tutkulu aşkların adamı Deli Nizam Fatma Nudiye ile olan evliliklerinin çalkantılı döneminde Suat Hanım’a aşık oluyor.
Nazım Hikmet de aşık oluyor…
Gökhan Aktemur: Evet, Suat Derviş üç evlilik yapıyor fakat Nazım Hikmet’le ölene kadar arkadaşlığı ve yoldaşlığı devam ediyor. Bir yandan Nazım Hikmet’in “Bir türlü eğemedim bu kadının başını” cümlesi geçen şiiri yazmasının sebebi de Suat Derviş’tir.
Oyun 1939 yılında Galata’da geçiyor. Bir yandan da güncel sorunlara da yer veren bir oyun. Örneğin kimi sahnelerde, dans ve müzik koreoografilerinde kadına şiddete karşı bir mesaj var. Oyunu günümüze taşırken nelere dikkat ettiniz?
Yelda Baskın: Teksti ve romanı okuduğumda sokaktaki her şeye rağmen güçlü kadınların, zorluk içinde var olan kadınların Suat Hanım tarafından acıma duygularıyla zavallı göstermediğini, bu gibi etiketler yapıştırmadığını gördüm. Bu anlamda çok güzel ve gerçekçi tasvir etmiş. Ben de sahnelemede buna dikkat ettim. Bu anlamda değişmeyen bazı şeyler var, örneğin kadına şiddet. Bugünde de bu durum var. Metinlere, yazıldığı zamanki kavramların bugünkü karşılığıyla karşılaştırarak bakmayı seviyorum.
Gökhan Aktemur: Suat Derviş sınıfsal bakış açısıyla hayatı gören bir insan. Eserlerinin bir kısmında da bu bakış açısını görüyoruz. Fosforlu Cevriye’de bu bakış çok bariz. Toplumun en alt kesimleri, İstanbul sokaklarının “tırnak aralarında” yaşayan, ezilmiş ama dik durmaya çalışan insanlar.
Açlar, yoksullar ama sefil değiller. Cevriye karnını doyurduğunda kendini şanslı sayan bir ana karakter. Beraberinde çocukların, kadınların, esnafın, azınlıkların hikayesini de ezilmiş ve öteki olarak tanımlanan kesimlerin hikayelerine de tanıklık ediyoruz. Fosforlu, Suat Hanım’ın yaşadığı siyasi baskı ortamında anca tefrikalar halinde yayınlanmış kitap olarak basılamamış.
Döner sahne yönetmen için iştah kabartır
Oyun, Galata Köprüsü’nden Kamondo Merdivenleri’ne, bir hanın çatı katından meyhaneye kadar farklı mekanlar pratik bir şekilde sahneye aktarılmış. Dekor değişiminde izleyicinin oyunla ilgisini koparmamak için döner bir sahne kullanılmış.
Yelda Baskın: Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nin döner bir sahnesi var ve öncelikle biz bu sahneyi kullanmaya oyunun sahne tasarımını yapan Barış Dinçer ile karar verdik. Aslında döner sahne bir yönetmen için iştah kabartan bir imkan çünkü çok az tiyatro sahnesinde var. ve bunu da her yönetmen ister. Oyunun ilk provalarında bu döner sahneden vaz mı geçsek diye düşündüm.
Çünkü bir boş mekanı çok severim, o alana yerleşmeyi ve oyun kurmayı. Fakat zamanla somutlaşınca ve birbirimize göre hareket edince alıştım. Çünkü döner sahne de bir oyuncu gibi. Bütün tasarımı böyle gerçekleştirdiğimiz için mutluyum. Sonuçta dünya dönüyor, alem dönüyor. Doğru kullanılmadığında ise kasvet veren bir şey.
Işık kullanımı da dikkat çekiciydi. Özellikle annesi ve babası olmayan Cevriye’nin yıldızlardan geldiğini düşünmesi sırasında tüm sahnenin yıldızlarla kaplanması ışığın da oyunda bir rolü olduğunu hissettiriyor.
Yelda Baskın: Gülriz Sururi’nin bu güzel uyarlamasında yıldızlar başrolde. İstanbul, Cevriye, Galatalılar ve yıldızlar başrolde yer alıyor. Başından beri yıldızlarla ilgili fikirlerim var. Işık tasarımcısı oyuna sonradan dahil olur ve Kemal’in de (Işık tasarımı Kemal Yiğitcan’a ait) içinden adeta bir ejderha çıktı. Ben bir fikir sunduğumda çok güzel karşıladı. Oyunu izlerken bazen Van Gogh’un ışık harelerine gidiyorum veya Miro’nun tablolarına gidebiliyorum.
Oyun konusu ve Galata’nın arka sokaklarında geçmesi itibarıyla argo kullanımı var. Oyuncular da bunu oldukça doğal bir şekilde sahneye taşıyor.
Gökhan Aktemur: Suat Hanım dil konusunda oldukça uzman. Bence her yazar kendi diline tutkundur aynı zamanda ama Suat Hanım gazeteci olarak gözlem yaptığı sokaklar akla gelmeyecek yerler. Görüştüğü insanlarla da röportajı yaptıktan sonra da belirli aralıklarla o insanların durumunun ne olduğunu öğrenmek için görüşmeye gidiyor. Oradaki insanlara yardımcı olabilmek için yüksek mercilerle görüşüyor.
İstanbul’un esrar tekkelerinden tutun randevuevlerine kadar tüm dar sokak ve batakhanelerini o dönemde bir kadının bilmesi çok büyük bir iş. Bir yandan azınlıkların dillerine hakim, o dilin hangi mahallede nasıl konuşulduğunu biliyor. Ama beni asıl etkileyen oyunda kenar mahalle insanları ve seks işçilerinin yer almasına rağmen bir tek küfür yok. Suat Derviş’in yazarlık başarısı da böyle bir şey. Bu anlamda 10 yaşındaki yeğenimin de izleyebileceği bir oyun.
Yelda Baskın: Sahne ve kostümle birlikte dil kullanımına da dikkat ettik. O zamanın sokak diline yer verirken eril ifadelerden kaçındık.
Sizin oyun üzerine kattığınız bir yorum oldu mu?
Yelda Baskın: Biz romanı sahneye taşımadık, Gülriz Sururi’nin Suat Hanım’ın isteğiyle yaptığı uyarlamayı sahneledik. Fakat bir yandan da oyuna çalışırken romanla da bir ilişki kurmak istedim. Çünkü beni roman çok büyüledi. Romanı okuduktan sonra bu oyunu sahneleyebilirim dedim.
Oyuna hazırlanırken oyunculara Fosforlu Cevriye’nin başrol olduğunu ama her oyuncunun oyunda nasıl yer tutacağını kendilerinin belirleyeceğini söyledim. Yani romanı okuyup, oyun kişilerine sahip çıkmalarını önerdim. Koca bir romanı elbette sahnelemek imkansız fakat her oyuncu kendi karakterini bilirse ona göre bir oyun kuracağımızı söyledim.
Bir yandan oyuncular sahneleme öncesinde “geliyom, gidiyom” gibi bir dil kullanacağımızı sandılar. Bildiğimiz figürler ve taklitlere dayanarak sahneleyeceğimizi düşündüler. Ben bunu kırmayı çok istedim. Bu bildiğimiz bir yerli müzikal gibi olmasın istedim. Daha ferah, daha hareketli oyuncular sahnede olsun istedim.
Bir yandan da Cevriye’yi bir Esmeralda gibi göstermek yerine döneme uygun bir şekilde giyim tasarladı Tomris Kuzu. Oyunun müziklerini yapan Oğuzhan Balcı ise romandaki kimi hisleri daha yoğun bir şekilde verdi, bence hepsi hit olabilecek yarına kalabilecek müzikler ortaya çıktı.
Bu aynı zamanda doğaçlamaya açık olduğunuzu da mı gösteriyor?
Yelda Baskın: Bu noktada hassas olduğum bir konu var, sahnede tuluat ve doğaçlama yapılmasına eğer tuluat oynanmıyorsa karşıyım. Dört ay süren provalar boyunca oyunculara eklemek istedikleri noktalar konusunda alan açtığımı düşünüyorum. Prova süresi boyunca oyuna eklenebilecek her şeyi buluyorum ve bunları oyun metnine ekliyoruz. Prömiyer zilinden sonra herhangi bir doğaçlama olmasını istemiyorum. Çünkü her şeyi tek tek kuruyorum aynı orkestralardaki notalar gibi. bütün ekip bir düzen içinde çalışırken bir oyuncunun doğaçlama yapması tüm düzeni bozuyor.
Yelda Baskın ile çalışmanız ilerledi?
Gökhan Aktemur: Yelda Baskın’ı öncesinde de bir tiyatro insanı olarak ismen tanıyordum fakat birlikte mesaimiz olmamıştı. İlk olarak Yaftalı Tabut’ta birlikte çalıştık. Daha önce çalıştığımız için de biz nasıl paslaşacağımızı biliyorduk. Ki Yaftalı Tabut da provalarının bitmesini istemediğim bir oyundu. Şu an Yelda hocam prova yapalım dese koşa koşa giderim.
Fosforlu Cevriye’ye olan aşkımız o dönemi ve romanı araştırmamızla arttı. Döneme dair ham bilgiyi işlemek konusunda yönetmenin büyük bir rolü var. Yelda Baskın da bu malzemeyi alıp yaratıcı bir şekilde işlemenin yanında da bir yönetmen için artı olacak şekilde sahnelerin tablosunu yapabiliyor, müziğini çıkarabiliyor ve tüm bunları harekete dönüştürebiliyor. Mesela oyunun yazın tablolarını yaptı, oyunun ışıklarını yapan Kemal Yiğitcan da bu tablodaki ışıkları sahneye taşıdı.
Resimlerini görmek oldukça güzel olurdu.
Yelda Baskın: Bazı eserlerde imajı sahneye taşımak için sizin bir şeyler yapmanız gerekiyor. Cevriye’deki güçlü imaj ise apayrı. Hem toplumsal gerçekçilik yönü hem şiirsel yanı olan bir oyun ve mücadele eden bir kadın figürü var. Tüm bunları da Suat Derviş bir seks işçisi üzerinden anlatıyor. Bence bu çok devrimci bir şey. Bu yüzden de tüm bunlar üzerine üretme isteğim devam ediyor. Cevriye üzerine yağlı boya tablolar da yapmak istiyorum.