Sanatın problemi sermaye ile olan ilişkisi

Çağdaş sanatçılarımızdan hiç kuşkusuz en yaratıcı ve önemli isimlerden biri Ali Alışır. Sadece biz değil, dünya da Alışır ve eserlerini keşfediyor. Ali Alışır’ın “In Motion” başlıklı solo sergisi St. Petersburg’daki Erarta Çağdaş Sanat Müzesi’nde açıldı ve Kasım ayına kadar da ziyaret edilebiliyor. Sanatçının 2024 yılında ürettiği eserleri ve geçmiş dönem çalışmaları arasındaki bağlara yönelik bir yolculuğa çıkaran sergi nedeniyle bir söyleşi yaptık.

Ali Alışır, günümüz çağdaş sanatçılarından biri olarak; sanatın, ellerimizden hızla kayan (insan bunu maalesef kendi eliyle yaptı) dünyanın yok oluşuna karşı bir gücü olduğuna inanıyor mu?

Modern dönemden itibaren sanatın yalnızca dünyanın yok oluşuna değil, kendi yok oluşuna katkıda bulunacak bir çok eylem gerçekleştirildi. Örneğin Dadaistler I. Dünya Savaşı’ndan sonra bir çok çılgınca eylemi ortaya koydu ve sanatın anlamsızlığını, hiçliğini savundular. Ve daha sonra bunu bir çok sanat akımı da takip etti.

İşin ilginç yanı bugün sanatın bütün bu anlam ve sistemle güç kavgasından çok daha büyük bir problemi var. O da sermaye ile olan ilişkisi. Günümüzde moda ve eğlence ile karışmış, evrensellik ve idealizm konusundaki her türlü iddiasından vazgeçmiş bir sanat anlayışı hakim.

Hangi sergilerin, nerede, kimlerle, nasıl yapılacağı, kimlere yönelik pazarlanacağı, hangi yayınlar ve sponsorlar ile tanıtılacağına kadar birçok unsur bugün sanatın içeriğinden daha önemli duruma gelmiş durumda. Hatta bu bağlamda birçok şirket, sanatı yanına alarak, reklamla sağlanamayacak marka bağımlılığı yaratmayı amaçlıyor. Kısacası kapitalizmin gücü arttıkça, daha az sanat ve hayata dair daha az samimi izler gördüğümüzü düşünüyorum.

Diğer taraftan ben her şeye rağmen sanatın gücüne inanıyorum

Sanat sadece  bir eylem değil aynı zamanda yaşam biçimi. Teorik olarak sanat adına bugün her şey söylemiş ve yapılmış olunsada hala süren ve bitmeyen bir şey varki, o da hayatın kendisi. Dolayısıyla sanatın bütün bu olumsuzluklara rağmen hala üretecek ve söyleyecek sözü olduğunu düşünüyorum.

Fotoğraf: Sasha Flotskaya

Sanatla; kendini, acılarını, sevinçlerini, hayallerini paylaşan sanatçıların bugün geldiği nokta neresi?

Her oyunun bir kuralı var. Sanat ile hayatınızı devam ettirmeyi düşünüyorsanız bu oyuna dahil olmanız gerekiyor. Ve her an büyük galibiyetlere de mağlubiyetlere de hazırlıklı olmalısınız. Diğer taraftan bugün ister Türkiye’de isterse de dünyanın herhangi bir yerinde sanatçı olmak demek, zorluklarla geçecek bir hayatı baştan kabul etmek anlamına geliyor.

Alınamayan vizeler, ödenemeyen kiralar, tutucu mahalle baskısı, destek olamayan aileler… Bence sanatçı olmak demek, biraz da usta bir sihirbaz gibi bu zorlukların arasından sıyrılmak demektir.

Geçmişe oranla bu zorlukların bugün kısmen de olsa aşıldığını düşünüyorum. Örneğin sanatçıların üretimlerini paylaşma şeklini sosyal medya oldukça kolaylaştırdı. Fakat bu kolaylık yanında yabancılaşmayı ve yalnızlığı da beraberinde getirdi.

Dolayısıyla geçmişten günümüze sanatçının gerçek hayattan beslendiği o sosyal ve bohem dünya, günümüzde bilgi ağlarıyla çevrelenmiş ve bireyi merkeze koyan daha kurumsal bir yapıya sanatçıları sürükledi. Bu süreçte sanatçı ne kadar özgün ve riskli işler üretebilir, bu da kaçınılmaz olarak bugün sorgulamamız gereken sorunlardan birine dönüşüyor.

Ali Alışır kendi sanat yolculuğundaki durakları bize anlatsa neler söyler?

Dünyayı daha doğru kavrayabilmek için öncelikle geçmişte neler olduğunu ve bugün neler yaşandığını anlamak gerekiyor. Bu bağlamda ben de felsefe ve sosyolojiden yararlanıyorum. Edebiyat, sinema ve sanat tarihi ise dünyadaki güzellikleri ve insan ruhunu anlamamda bana yol gösteriyor.

Diğer taraftan ise sanatımda geçirdiğim süreçler hayatımın iz düşümlerini yansıtıyorlar. Eserlerimde gittikçe derinleşen biçim ve kavramlar, yalnızca sanatsal  yeteneğimin gücünden beslenmiyor. Tam tersine, bu derinleşme hayatı kavrayış ve anlayış biçimimin zamanla şekillenmesi ile ortaya çıkıyor.

Örneğin 2009 yılında “Sanal Bedenler” sergisinde insan bedenini fiziki yapısıyla ele alırken, 2017 yılındaki “Melez Ruhlar” sergisinde  insan bedenini daha manevi yönü ile ele aldım. Bu zaman içindeki değişim, izlediğim bir yol değil, tam tersine  çıktığım bu yolda keşfettiğim duyum ve deneyimlerin bir izi.

Bundan önceki bütün sergilerimde sanki dünyadaki oluşumdan evrene oradan da kendi içime bakma sürecini yaşadım.

Yani 10 yıl içindeki sergilerimle beraber gerçeklik algımda çok büyük değişimler olmuş. Öncelikle “beden”in (Sanal Bedenler) var edilmesi, o bedenin bir “mekan”la (Sanal Mekanlar) özdeşleşmesi, sonra bedenin mekanını terk edip “savaşma” (Sanal Savaşlar) sürecine girmesini, oradan da “manzaralar”a (Sanal Manzaralar) yani doğaya kendini bırakması ve son olarak geldiği ve ait olduğu yere dönmesi (Kozmos).

Ben sürekli yenilenmeye ve dönüşüme inanıyorum.

Hep kendimi şaşırtacak ve heyacan duyacağım yollar keşfetmeye çalıştım. Hiçbir sergimi de önceden planlamadım. Bütün sergilerim ve dönemlerim doğal süreçlerinde ortaya çıktılar.

 

 

 Sanal olan artık tek gerçekliğimiz mi?

Yaşadığımız bu yüzyılda tüketim kültürünün bir sonucu olarak “Gerçek”liğin zorunlu olarak bir değişime uğradığını düşünüyorum. İnsanların sosyal ilişkilerinin yerini iletişim ortamlarında geçirdikleri elektronik makinaların aracılık ettiği yeni “Sanal” bir ortam aldı. İnsanların sahici yüzleri gitgide sanal bir dünyaya ait yüzlere dönüşmeye başladı. Asıl ile kopya, gerçek ile görünüş iç içe geçti.

Bugün çoğumuzun içinde bulunduğu hızlı yaşam temposu, sahip olduğumuz ileri teknoloji ürünü elektronik aletler, zamanımızın çoğunu geçirdiğimiz kapalı mekanlar, bizi doğadan gitgide uzaklaştırıyor. Oysa Teknoloji 19. yüzyıldan bu yana daha fazla boş zaman vaadinde bulunuyor. Fakat insanlar geçmişe oranla daha fazla çalışıyorlar. Teknoloji bize hizmet etmeliydi, ama biz ona hizmet eder olduk.

Bir zamanlar insanlar ‘gelecekte makineler her işi yaparsa bize kalan bunca boş zamanda biz ne yapacağız’  diye soruyorlardı. Ama bugün öyle boş bir zamanımız yok. Ben teknolojinin dünyayı daha iyi bir yer yapacağına dair beklentimden hala vazgeçmedim.

Ama bir taraftan da her gün bir robot gibi gerçekleştirmeleri gereken tüm eylemleri yinelemekten başka bir şey yapmayan, içleri boşalmış, yalnızca biyolojik bir yaşantı sürdüren maddi varlıklara dönüşmeye başladığımızı da söylemekten vazgeçemiyorum. Sanal kavramıyla ilgili açtığım bu sergiler ile modern insanın yalnızlığı ve biraz da çaresizliğini ortaya koymaya çalıştım.

Ama bugün baktığımda bizler her zamankinden daha yalnızız.

Yapay Zeka bu yalnızlığı daha fazla büyütecek gibi gözüküyor. Gözümüzün önünde sessiz sedasız devrimlerin yaşandığı bir zamandayız. Bugün yapay zeka geliştiricilerinin durumlarını bir zamanlar atom bombası üreten bilim adamlarına benzetiyorum.

Büyük heyecanla ve büyük yatırımlar yaparak bir şeyler yapıyorlar ama sonunun nereye gideceğini onlarda bilmiyorlar. Yada onların deyimiyle  belki de yapay zeka ölümsüz bilince giden yolu açtığı için, gelecekte canlılığın evriminde bir mihenk taşı sayılacaktır. Belki de tam tersine bu yüzyılda yaşayan son şanslı nesil bizlerizdir. Bunu zaman gösterecek…

Sanat günlük yaşamdan payını alan bir gerçeklikse eğer, sanatta da lobi faaliyetleri dışında kalınca varlık göstermek imkansızlaşıyor mu yoksa sanatın varmak istediği nokta her durumda izleyene ulaşacak yolu buluyor mu?

Yaşadığımız dönemdeki pek çok sanatçı için, sanatın özerkliğine dair eski değerler büyük ölçüde inanırlığını maalesef yitirdi. Ünlü sanatçılar kolay ve anlaşılır, dikkat çeken eserler üretirken, sosyal medya da bir taraftan bu süreci daha fazla ön plana çıkarıyor. Kısacası sanata artık her alanda sermaye ve popüler kültürün  etkisi yansıyor.

Fakat biz insanlar garip canlılarız. Örneğin daha önce bireysel bir yaşam tarzına sahipken, bir isyan anında birlikte hareket etmeye başlayabiliyoruz.

Ve kendimizi bir anda kolektif gibi görmeye başlıyoruz. Yani şunu söylemeye çalışıyorum, nehir dün bir çölün içinden geçiyordu, bugün ise o ormanın içinden geçiyor. Bu yüzden bugün yaşadıklarımız sonsuza kadar tanımlarımız olmuyor. Bugün şişirilmiş sanat devlerinin ve piyasasının çöküşü, özgüven duygusunun parçalanması da söz konusu olabilir yada  ilerlerleyen bir zamanda bambaşka bir hal de alabilir.

Fotoğraf: Sasha Flotskaya

Son sergiden bahsedersek ki bu bizim için cidden gurur verici. Erarta Museum Ali Alışır’ı nasıl buldu?  Ve tepkiler nasıldı?

Öncelikle St. Petersburg gibi Rus sanatın kalbinin attığı bu önemli şehrin müzesinde sergi açan ilk Türk sanatçı olmak benim için onur verici.

Müze bir çok uluslararası önemli çağdaş sanatçının eserlerine ev sahipliği yapıyor. Böyle önemli sanatçıların eserlerinin bulunduğu bir müzede kişisel bir sergi açmak benim için çok heyacan verici.

Diğer taraftan Müzenin sergi temasını, eser seçkisini ve bunu izleyicilerle etkili bir atmosferde buluşturma şeklini çok kıymetli bulduğumu söylemek isterim.

Üretim süresi olarak aralarında 13 yıl bulunan bu iki farklı dönemimin hala birbirleriyle iletişim halinde olduğunu görmek, benim sanat yolculuğum açısından da çok önemli. Müzenin en büyük salonunda bu 40’a yakın eseri, izleyiciler 10 Kasım’a kadar ziyaret edebilirler.

Erarta Müzesi’ndeki sergimin açılışında yaşadığım ilginç bir anımı da paylaşmak isterim. Sergi açılışına kısa bir süre kala, bir an camdan sokağa baktığımı hatırlıyorum. Ve sokağın sonuna uzanan kalabalık bir kuyruk gördüm. Bu kalabalıklığın nedenini  sorduğumda görevli bana sergi açılışımı bekleyen izleyicilerin olduğunu söyledi.

Daha sonra açılışa gelen bu izleyiciler iki saat boyunca sessizce ayakta söyleşimi dinlediler, sorular sordular, fotoğraf çektirdiler. Bu sıcak ilgi ve sanata duyulan bu tutku beni derinden etkiledi. Diğer unutamadığım an ise sergi için yapılan televizyon röportajların çoğunun ana haber kanallarında prime-time kuşağında yer alması oldu. Kısacası St.Pertersburg’da, sanata hayatın içinde bu kadar önem verilerek yer alması beni çok etkiledi.

Füsun Saka

 

 

Paylaş

Son Yazılanlar

Emeklilik bahçesinin olasılıkları

Akıllarının nazlı ilgisine iliştirilecek bir kelebek başlık arayan gözlere, ciddi konuları emanet etmek cesaret ister. Kelebek başlıklar nereden aklıma esti bilmiyorum; çevredeki her şeyden ayrı

Ali Rıza Dayı

Daima şık, bakımlı ve güler yüzlüydü. İnsanlarla etkileşimde olmayı sever, sohbetten hoşlanırdı. Lafı uzatmayı sever, biraz çok konuşurdu. Saçları vaktinde briyantinliydi ama jöle çıktıktan sonra

Sporda fair play woke kültür saldırısı

Ben lisedeyken atletizm takımındaydım. Yüksek atlama, uzun atlama, üç adım uzun atlama, sprint kategorilerinde vasat bir performansım vardı. Hâlâ atletizmi çok severim, Diamond League, Dünya

Sokaklarımızın sahip olduğu gizli hazine

Türkiye’nin sokakları, sadece insan kalabalığıyla değil, benzersiz tatlarla da dolup taşıyor. Her köşe başında, her kaldırımda bir lezzet durağına rastlamak mümkün. İstanbul’da simit kokusu eşliğinde

Rodos’tan Karpathos Adası’na

Uzun zamandır Rodos Adası’na ufak bir tatil yapmak için fırsat bekliyordum. Rodos’un Lindos köyünde, Akropolis’in tam altında butik oteli bulunan 20 senelik arkadaşım Melenos beni

Eylül ayında dengeler bozulabilir

Borsa İstanbul geçen haftayı yüzde 1.71 artı ile 9833 puandan kapattı. Gram altın yatay bir hafta geçirdi ve 2741 TL ile kapanış yaptı. Ons altında