Gazeteci mesleğinin önemli hocalarından
Gazetecilerin Hocası, Usta Yazar Hıfzı Topuz ile son röportaj kitabı “Büyülü Afrika”yı konuşmak için buluştuk. Bu sayfalara sığmayacak kadar uzun ve büyüleyici bir sohbetti. Usta Yazar diyor ki; “Artık herkes karıştırıyor röportaj ile söyleşiyi. Oysa söyleşi başka bir şeydir röportaj bambaşka…”
Gazeteci-Yazar Hıfzı Topuz ile artık örneğine ender rastlanır röportaj yazımının son örneği “Büyülü Afrika” kitabı vesilesiyle bir araya geldik. Aynı zamanda gazetecilik mesleğinin önemli hocalarından biri olan Topuz, Paris’te Unesco Genel Merkezi’nde Özgür Haber Dolaşımı Şefi olarak çalıştığı 25 yıl boyunca, Afrika’yla ilgili sayısız anı biriktirmiş bir isim. Afrika ülkelerinde, Hindistan’da, Filipinler’de, gazetecilik eğitim seminerleri düzenleyen Usta Gazeteci, Kara Afrika’da da kırsal basın projesini hayata geçirmiş. Bütün bu projeler boyunca da, Afrika’yla kopmaz bir gönül bağı oluşmuş. Ancak Topuz’un, Afrika’ya sempatisi aslında çocukluk yıllarına dayanıyor. Zira Afrikalı harem ağaları ve dadılar arasında geçen bir çocukluğu olmuş.
50 yıllık röportajlar…
Usta Yazar, 50 yıllık anılarını barındıran Afrika röportajlarıyla, coğrafyanın adeta fotoğrafını çekmiş. Kitabı okuyunca, Afrika’ya gitmiş, Afrika’yı gezip görmüş kadar oluyorsunuz. Hele bir de Afrika’yı daha önce görme fırsatınız olmuşsa kitabı elinizden bırakamıyorsunuz. Topuz diyor ki; “Siyasal bakımdan bugüne uyacak röportajlarımı seçtim. Afrika’da her zaman diktatörlükler vardı. Diktatörlüklerin o zaman ile bugünkü durumları arasındaki farkları mukayese imkanı olsun diye yazdım. Sayın Devlet Başkanımız sık sık Afrika’ya gidiyor ama Afrika, Türk okuyucularını pek ilgilendirmiyor.”
Hürriyet, Milliyet ve Cumhuriyet’te çıkan röportajlar
Afrika kültürünün önemli parçalarından biri olan inanç sistemleri de kitabın temel konularından biri. Hıfız Topuz, belgesel niteliğindeki her bir röportajını nasıl deneyimlediğini ve bu kitabı nasıl hazırladığını şöyle anlatıyor:
“Büyülü Afrika benim 50 yıl önce yapmaya başladığım röportajlardan seçmeler. Unesco’da çalışıyordum ve Afrika’ya gidiyordum ve her gidişimde röportaj dizileri yapıyordum. O röportajları Cumhuriyet’e, daha sonra Hürriyet’e ve Milliyet’e verdim. Dizi yazı olarak çıktı. Ancak bir süre sonra o röportajlar kayboldu. Sonra baktım, Afrika hakkında doğru dürüst içeriği olan bir kitabım yok. “Elveda Afrika” var ama içeriği başka. “Büyülü Afrika”, Afrika’nın gerçeklerini yansıtan bir kitap oldu. Röportajlarımdan ayıklamalar yaptım.
Siyasal bakımdan bugüne uyacak yazıları seçmeye başladım
Afrika’da her zaman diktatörlükler var. Diktatörlükler o zaman nasıldı, şimdi nasıl? Ayrıca diğer ülkelerdeki diktatörlükler ile aralarında nasıl farklar ya benzerlikler var? Bütün bunlar hakkında mukayese imkanı olur diye yazdım. Bu işin siyasal yanıydı. Ancak asıl inançlar üzerinde durdum. Ben Afrika’ya gittiğim zaman orada, kitapta bahsettiğim inançlara tanıklık ettim. O insanlarla vakit geçirdim. Yaşamlarına ortak oldum. UNESCO bünyesindeki merkezde, öğrencilerim vardı. Büyücübaşı ile toplantılarına, ayinlerine katıldım. Bunlar beni çok etkiledi. Zaman zaman da röportaj dizileri dışında da bunları yazdım.”
“Türk okuyucusu Afrika ile ilgilenmiyor”
“Bugün Türkiye’de, Kara Afrikalılar gittikçe çoğalıyor ama eskiden haremağaları, cariyeler, dadılar, bacılar vardı. Onların çoğunu tanıdım, onlarla anılarımı yazdım. Beni koynunda büyüten bir Fetanet Dadı vardı, onu yazdım. Ondan sonra Hayrettin Efendi vardı. Bana nasıl kaçırıldığını anlatmıştı. Onu anlattım. Doğrudan doğruya tanık olduğum olayları da içine aldım. Daha evvel de romanlarımın içinde bunlara değinmiştim. Ama bu kez daha sistematik oldu. Ancak Türkiye’de bu kitabın çok satacağından emin değilim. Çünkü Afrika konuları, Türk okuyucuları ilgilendirmiyor. Benim kitaplarım içinde Meyyale 39 baskı yaptı. Sabahattin ve Mithat Paşa boyuna baskı yapıyor. Ama Elveda Afrika pek satmadı. Sayın Devlet Başkanımız, boyuna Afrika’ya gidiyor ama Türk okuyucusu Afrika sorunlarına eğilmiyor. Ben yine de yazıyorum.”
“Bütün Afrikalı devlet başkanlarını tanıdım”
Kabileler arasında yaşadığını ve birbirinden ilginç anılar biriktirdiğini ifade eden Topuz, Moritanya Devlet Başkanı ile anısını adeta yaşadığı andaki şaşkınlığı ile anlatıyor:
“Çok güzel anılarım var Afrika’yla ilgili. Dakar’a ilk gittiğim zaman Paris’e dönüyorum. Uçakta yanıma bir çift geldi. Kadın Fransız. Arkadaşı erkek de Kuzey Afrikalı. Ahbap olduk ve konuşmaya başladık. ‘Siz ne iş yaparsınız?’ diye sordu. ‘Gazeteciyim’ dedim. Ben de mesleğini sorunca, ‘Ben politikacıyım’ dedi. ‘Ne iş yapıyorsunuz?’ deyince, ‘Ben devlet başkanıyım’ dedi. Tabi çok şaşırdım. Sıradan bir adam… Moritanya bağımsız olmuş, o da devlet başkanı olmuş. Hukukçu. Paris’te okumuş. Paris’e gidiyor. Moritanya’da havaalanı olmadığı için Dakar’ı kullanıyorlar. Kendisini, hiç yolcu eden ya da karşılayan olmadı. Böyle anılarım çok var ama iğrençlikle hatırladığım diktatörler de var tabi. Kendi dönemimdeki Afrikalı bütün devlet başkanlarını tanıdım. Onları da yazdım. Kitap için olumlu yorumlar alıyorum. Telefonlar geliyor, mutlu oluyorum.”
Afrika ile çocukluk yıllarında başlayan gönül bağı…
Usta Yazar, Afrika ile oluşan gönül bağını ise şöyle tarif ediyor:
“Çocukken, Afrikalı dadılarım vardı. Onlarla çok içli dışlıydım ve Afrika’yı gitmeyi o zamanlar istemiştim. Sonra 1952 yılında Paris’e gittim. Dadaizm’in babası Tristan Tzara’nın evine gittiğimde çok sayıda Afrika maskesi görmüştüm. Çok hoşuma gitmişti. O da anlatmıştı Afrika’yı. Sonra Unesco’ya girdikten bir sene sonra Genel Müdür Yardımcısı Dakar’a bir toplantıya gidiyordu, beni de çağırdı, beraber gittik. O zaman başladı Afrika seyahatleri. Sonra Dakar’da bir gazetecilik eğitim merkezi kurduk. Ondan sonra diğer ülkelere gitmeye başladım. Kongo’da bir sene kaldım. Hâlâ Afrika’da dostlarım vardır. Afrika ile farklı bir gönül bağım oldu ve orada kendimi hiç yabancı hissetmedim. Burada nasılsa orada da insanlara öyle davrandım. Sanki Anadolu’ya gitmiş gibi düşündüm hep. Onlar da bana kucak açtılar. Hiç kimseden korkmadım. Tam tersine ‘Bir olay olsa biz sizi koruruz’ derlerdi. Bir de Afrika’dan bol bol maske heykel topladım. Müzayedelere katıldım. İstedim ki bir müze kurulsun ve ben bu koleksiyonumu bağışlayayım. Büyükçekmece Belediye Başkanı, müze kuracağını söyledi ve ben de onlara bağışladım.”
“Bu bir röportaj kitabı…”
Bir röportaj kitabı yayımlayan Usta Gazetecilik Hocası’na söyleşi ile röportaj arasındaki farkı soruyoruz. Çok seviniyor duyduğu soruya ve açıklıyor:
“Bu ilk defa soruluyor bana ve çok mutlu oldum. Artık herkes karıştırıyor röportaj ile söyleşiyi. Bir kürsüde bir adam konuşur ya da iki kişi konuşur, bu söyleşidir. Ama röportaj dediğin zaman, geçmişi ve çevresiyle o adamı ya da konuyu ele alıyorsunuz. Röportajda, söyleşiye yer vermeden evvel olayın içine okuyucuyu sokuyorsunuz. O çevreye giriyor okuyucu. Tasvir ediyorsunuz. Ondan sonra öğreniyor. Ben hep bunu yapamaya çalıştım. Çevresiyle, insanıyla, tarihiyle bir toplumu ele almaya çalıştım. Konuştuğum insan da o toplumun bir parçasıydı. Çok dikkat ettim; bu daha sürükleyici daha öğretici ve canlı oluyor. Tarihi romanlarımın başarısı da buna bağlı. O kadar çok okuyucumdan olumlu eleştiriler aldım ki, ‘Tarihi sevmezdim, sizin kitaplarınız ile sevdim’ diye… Bu, röportaj tekniğinden gelen akıcı anlatımla mümkün oluyor.”