Spor başlangıçta bedeni güçlendirmek ve özellikle savaş anında işe yarar beceriler geliştirmek için vardı. Yani bir anlamda özünde şiddet amacını barındırıyordu. Zaman içinde evrim geçirmesine, izleyicileriyle duygusal bağlar kuran bir yapıya dönüşmesine ve nostaljik anılarla dolu bir alan olmasına rağmen giderek yükselen rekabet nedeniyle şiddet öğesinden arınamadı.
Geçmişte bir dönem, spor aynı zamanda insanların birleştiği, coşkulu bir etkinlik halini de alabilmişti. Avrupa kupalarının heyecanı, olimpiyatların ulusları bir araya getirme gücü ve spor alanlarındaki dostluk ve rekabet…
Ancak, bu altın çağın izleri günümüzde giderek siliniyor gibi görünüyor. Zira günümüzde spor artık sadece spor değil, devasa bir endüstri.
Bir zamanlar sadece oyun ve tutku olan spor, şimdi büyük reklam anlaşmaları ve pazarlama stratejileri tarafından yönlendirilen bir etkinlik haline geldi. Sporun içsel güzellikleri, milyonlarca dolarlık sözleşmelerin ve yüksek ticari çıkarların gölgesinde kayboluyor.
Turnuva planlamaları sporcuların gereksinimlerinden çok yayın kuruluşları ve reklamverenlerin ihtiyac ve beklentileri üzerinden şekilleniyor. Sporun en büyük zehiri olan bahis ise dürüst rekabetin önünde dev bir baraj oluşturuyor. Yani spor giderek mafyalaşıyor.
Şöyle açalım, spor ekonimisini elinde tutan tekeller (ki bunlar daha ziyade şirketlerle elele yürüyen uluslararası konfederasyonlar oluyorlar) daha fazla para için daha fazla karşılaşma, daha fazla turnuva peşindeler.
Tarafı olduğumuz sporcuların ya da takımların, bir müsabaka sonunda elde ettiği skorun sonuçlarının keyfini ya da hüznünü sindirmemize dahi izin verilmiyor. Hemen bir yenisi başlıyor, başlatılıyor. Zira reklamveren de, bahis şirketleri de bunu dayatıyor.
Sporcu sağlığı mı? O ne ki?
Duygularımızı sindiremedikçe şiddet de, sporun içinde giderek daha fazla yer buluyor. Tribünlerdeki çatışmalar, oyuncular arasındaki kavgalar ve medyadaki saldırgan başlıklar, bir zamanlar centilmenlikle anılan sporun şiddetin pençesine düştüğünü gösteriyor.
Özellikle futbol sahalarında yaşanan şiddet olayları, izleyiciler arasında bir endişe ve korku atmosferi yaratıyor. Futbol güvenlik endişeleri ve şiddet olayları nedeniyle tehlikeli bir atmosfere dönüşüyor. Sporun bu şekilde değişmesi, geçmişteki nostaljik anıları daha da değerli kılıyor.
Sporun kaybolan masumiyeti, duygusal bir hüzünle birlikte gelir. Bir zamanlar çocukluğumuzun kahramanları olan sporcular, şimdi sadece oyunu değil, şiddeti temsil ediyorlar.
Taraftarlar arasındaki dostluk, artık düşmanlığa dönüşmüş durumda. Taraftarı vahşi bir tüketime yöneltmenin yolu bu zira.
Bu kaybolan masumiyet, sporun içsel güzelliklerinin gölgede kaldığı bir dönemi yansıtıyor. Spor, yeniden birleştirici, eğlenceli ve öğretici bir deneyim olmaktan uzaklaşıyor. Bu kaybolan masumiyetin ardında yatan bir hüzün. Sporun gerçek değerlerini özlüyoruz.
Ancak, umutsuzluğa kapılmak yerine, sporu yeniden inşa etme çağrısında bulunabiliriz. Sporu izleyenler, sporcular, yöneticiler ve medya, sporun esas amaçlarına, yani birleştirme, eğlendirme ve öğretme amacına odaklanmalı. Şiddetin gölgesinden çıkarak, sporun içsel güzelliklerini tekrar keşfetmeliyiz.
Belki de, sporun kaybolan masumiyetini yeniden kazanabiliriz. Taraftarlar arasında dostluğun, oyuncular arasında saygının hakim olduğu bir spor dünyası geniş kitleler talep ederlerse mümkün. Spor, geçmişte olduğu gibi, insanları birleştiren, coşkulu ve öğretici bir deneyim olabilir.
Sporu yeniden inşa etmek, geçmişin güzelliklerini ve sporun gerçek değerlerini tekrar canlandırmak için bir adım olabilir. Unutmayalım ki spor, aslında bir oyun ve eğlence aracıdır; bu temel değerlere odaklanarak, kaybolan nostaljiyi yeniden yakalayabiliriz.
Çocuklarımızın sporu sadece bir oyun ve eğlence olarak deneyimlemelerini sağlamak için çabalarımızı birleştirmekten başka çıkar yol yok.