Daima şık, bakımlı ve güler yüzlüydü. İnsanlarla etkileşimde olmayı sever, sohbetten hoşlanırdı. Lafı uzatmayı sever, biraz çok konuşurdu. Saçları vaktinde briyantinliydi ama jöle çıktıktan sonra o da jöleye geçmişti. Parfümsüz çıkmazdı, biraz ağır parfümler kullanır ve biraz fazla kullanırdı, öyle ki kendisi gelmeden kokusu ulaşırdı. Şapkasız da pek dolaşmaz; İtalyan takım elbiseleri üzerine fötr şapkalar giyerdi, kendisi muhasebeciydi ama tanımayan mafya avukatı falan zannederdi.
Orta halli bir muhasebeci olduğu için geliri de kısıtlıydı ama parasının çoğunu kılık kıyafete ve kişisel bakıma ayırırdı.
Üniversite mezunu olmasına rağmen en temel bilgilerin çoğunu bilmez, araştırmadan kendi kafasından uydurduğu şeylere inanırdı. Kendince kelimelere önem verir, tumturaklı ve ağdalı konuşmaya çalışır ama kelimelerin çoğunu yanlış kullanırdı.
Muhatap yerine muhattap; bihaber yerine bir haber; bilfiil yerine bir fiil, tekrar yerine tekrardan derdi ve ayrı yazılması gereken de’leri bitişik, bitişik yazılması gerekenleri ayrı yazardı. Birçok konuda kendi varsayımlarını hakikat zanneder onları araştırıp öğrenme zahmetine katlanmazdı.
Mesela kıraathane sözcüğünün oturmaktan geldiğini zanneder, anlamını kontrol edip okuma anlamına geldiğini öğrenmez; oturuyorlar diyeceği zaman daha bilgili görünmek için “kıraat ediyorlar” derdi. Çoğu şeyi böyle yanlış kullanılır ama ağdalı, süslü bir dil kullanmaktan geri durmazdı.
Övülmekten aşırı hoşlanır, söylenen şeyler gerçek olmasa bile çok mutlu olurdu. Onun bu huyunu bilen bazı kimseler eğlenmek için onu hiç alakasız olduğu konularda över, gerçek dışı olaylar anlatırlardı.
Mesela kavgacı biri olmadığı halde onun kabadayılık yapmaya çalışan beş kişinin arasına girip hepsini eşek sudan gelene kadar dövdüğünü ya da aynı anda on kişi ile satranç oynayıp hepsini mat ettiğini filan anlatırlardı. Bunların hiçbirini düzeltmez, ağzı kulaklarında dinlerdi ve hatta bu kişilere ikramlarda bulunurdu.
Bir grup genç, top bile süremediği, şut atacağı zaman ıskalayıp sık sık düştüğü ve çok faul yaparak penaltıya neden olduğu halde onu takımlarında oynatır, maçtan sonra takımın en iyisinin o olduğunu söylerlerdi.
“Dayı keşke zamanında bir futbol kulübüne gitseydin, valla şu halinle bile Maradona kadar, Pele kadar müthiş bir oyuncusun” gibi şeyler söylerler, bunlara inanır mıydı bilmem ama sorgulamaz, çok mutlu olur, halı saha parasını ödediği gibi, bir tepsi baklava aldırıp dağıtırdı.
Yanında başkası övüldüğünde rahatsız olur, kendisinin odan daha iyi yapacağını söylerdi.
Bir keresinde köyde inşaat yaparken, ustalar ne yapacağını merak edip kendisine bir köylünün, kafa atıp çatıyı taşıyan ana direği yerinden söktüğünü söylemişler. “Ne var? Ben de yaparım.” deyip, gerilip gerilip direğe kafa atmış. Kafası kanlar içinde kalmasına rağmen ille sökeceğim diye tutturmuş, sonunda tamam tamam söküldü zaten demişler de öyle durmuş.
Hiç okumadığı halde kulaktan dolma bilgilerle bazı şeyleri destekler, bazı şeylerin ise şiddetle karşısında dururdu. Mesela ona göre Freud, insan psikolojisini ve psikolojik sorunları tamamen cinselliğe bağlıyordu, Marx ise insanın manevi yanını görememişti. Abdulhamid döneminde hiç toprak kaybedilmemişti ve Lozan’ın gizli maddeleri maden çıkarmamıza engel oluyordu.
Sosyal medya çıktığında sıkı bir sosyal medya kullanıcısı oldu. Facebook’tan tumturaklı hayırlı cumalar mesajları yayınlar, bununla yetinmeyip üyesi olduğu tüm WhatsApp gruplarına yollardı. Keza kandillerde, bayramlarda bir dolu imla ve yazım hatalarıyla en iddialı en uzun tebrik mesajlarını O yazardı.
Emekli olduğunda köye yerleşmişti ve maaş zamanı kasabaya gelip maaşını çekerdi. Onun huyunu bilen iki kişi maaşını aldıktan sonra çay içtiği kahvehaneye gelip yanındaki masaya otururlar ve aralarında şöyle bir diyalog gerçekleştirirlerdi
-Ulan borcunu versene ağzını burnunu mu kırayım, eve gelip hepiniz sıra dayağından mı geçireyim, yüzünüze mi tüküreyim ne yapayım? Aşağılık, şerefsiz!!!
-Abi biliyorsun işler kötü, bu ara para kazanamadım, zaten biliyorsun annem ağır hasta, onun hastane masraflarını karşılamakta bile zorlanıyoruz, ne olur elini ayağını öpeyim bana biraz daha müsaade, vallahi faiziyle öderim. Ne olur?
-Olmaz, neyin var neyin yok sat öde! Bana ne?
-Çocuklara süt alamıyorum abi ne olur yalvarırım.
Bu minvalde onun duyacağı şekilde konuşurlar ve bir süre sonra Ali Rıza Dayı müdahale ederdi:
-Ulan ne kadar alacağın var adamın bu kadar üstüne gidiyorsun.?
Maaşı yaklaşık ne kadarsa ona yakın bir para söylerler.
Tamam ulan ben ödeyeceğim, al alacağını bir daha da adama böyle davranma der, çıkarır verir.
Ali Rıza Dayıyı birkaç ay aynı numarayla suistimal edip paraları paylaşan bu kişilerin yaptığının farkına varan bir iki hayırsever engel olmasalar ömür boyu maaşını böyle alırlardı. Bu kadar kolay kandırılabilen, pek sorgulamayan ve bu manada saf bir insandı.
Bir gün merak edip nereden mezun olduğunu da öğrendim, eskiden tembel ve başarısız zengin çocuklarının gittiği tek özel üniversitede okumuş meğerse. Sonra merak edip başka kimler bu okuldan mezun diye baktım, epeyce meşhur kişi çıktı.
Yaşlı olduğu halde covid salgını sırasında aşı olmayı kabul etmedi, O’na göre aşı sırf dünya nüfusunu azaltmak için yapılan bir şeydi ve aşı olanlar iki ay içinde öleceklerdi. Ama maalesef aşı olmadığı için covide yakalandığında kurtulamadı ve öldü, covid salgını sırasında kaybedilen 100 bin kişiden biri oldu.
Doğan Şahin