Özgür, eşit ve sorumlu yurttaşlar yoksa bayramdan bayrama cumhuriyet vardır
Bir yüzyılın ardından cumhuriyetin bakiyesini değerlendirmek gerek sanırım. Söz gelimi ‘yurttaşlık’ denen cumhuriyetin varoluşunun olmazsa olmazı üzerinden… Önce kenmdimize, sonra çevremize bir soru sorarak başlayabiliriz galiba: “Yurttaş kime denir? Yurttaşın nitelikleri, hakları ve sorumlulukları nelerdir?”
Hiç, “Böyle de soru mu olur?” diye terslenmeyin! Bu ülkenin başkentini bile bilmeyen, cumhuriyetin ne olduğunu tarif edemeyen, birkaç tekerleme dışında tek bir fikri olmayan bir kalabalık içindeysek eğer!
SEÇİMDEN SEÇİME OY VERMEK YURTTAŞ OLMAK DEĞİLDİR Kİ!..
‘Nutuk’u okumuş olanların pek çoğunun aslında yurttaşlığın ne olduğunu bilmesi gerekir. Onu da geçtim, bizim kuşakta ‘Yurttaşlık Bilgisi’ dersini okumuş olanların da… Ancak, bırakın Z kuşağını, bizim gibi Y kuşağından olanlar bile yurttaşlığın kıyısında öylece dolaşır olmuş.
X kuşağı ve Cumhuriyet kuşağından olanlara gelince… Onlar da marşlarla durumu idare edip, seçimden seçime ‘altı ok’a mührü basmakla yurttaş olduklarını sanmakla yetiniyor.
Yurttaş diye tarif edilebilecek bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıda insan kalmış, ironik olan onların da hemen hepsi kendisini ‘sosyalist’ olarak tarif ediyor. Hepsi değil, onların bile çok az bir kesimi…
YURTTAŞ DEDİĞİMİZ SİYASİLEŞMİŞ İNSANDIR
Kabaca, sözlüklerden bir yurttaşlık tanımı yapıp ardından gündelik hayattan örnekler üzerinden bu meseleyi tartışmakta fayda var kanımca, en azından Cumhuriyet Bayramı’nda kendimize dürüst olmak için! Yurttaşlık, genellikle bir ülke olan politik kurumların bir parçası olmak demek.
Anayasal ülkelerde, o ülkede yaşayanların devlet tarafından anayasada vaat edilen haklardan yararlanmaları için o ülkeye yurttaşlık bağıyla bağlı olmaları gerekli. Yani anayasa denen toplumsal sözleşmenin bir imzacısı, denetçisi, geliştiricisi olmaları…
İşte bu tarife uyan kişilere yurttaş deniyor. Yurttaşın siyasete katılmakla yükümlü birey demek aslına bakarsanız. Bu son cümle çok önemli, siyasi katılımda bulunan yurttaşa ‘aktif ve sorumlu yurttaş’ tanımını kullanmak daha doğru olur sanırım. Aktif ve sorumlu yurttaş olmak içinse önce birey, ardından siyasi kültür ve toplumsal bilinç sahibi olmak gerek.
Yani gerekirse ülkeyi korumak için ölmeye hazır, toplumsal gelişime katkıda bulunmayı görev sayan, yasalara saygılı, haksızlıklara karşı ikidara hesap soracak insanlardan söz ediyorum. Ha tabii ki vergisini son kuruşuna kadar ödeyecek, sosyal devleti bu sorumluluğunu yerine getirdiği için her an denetleyecek de…
KENDİMİZİ NE SANDIĞIMIZ DEĞİL NE OLDUĞUMUZA BAKMALI
Şimdi bu cümleleri okuyup da ‘yurttaş’ statüsüne sahip olduğunu yine de iddia edebilecek çok kişi çıkacaktır. Özellikle de kendini ‘demokrat’, ‘cumhuriyetçi’ ‘Atatürkçü’, ‘milliyetçi’ olarak tarif edenler arasında! Bilmek çok önemli, bilmeden olmuyor.
Biliyor muyuz peki? Söz gelimi laiklikten ne anlıyoruz? Her inanç grubunun ya da inanç sahibi olmayanların siyasi, ekonomik, sosyal ve hukuki açıdan eşit olmalarını mı, yoksa kendimizin ait olduğu grubun bir tık üstün olduğunu mu? Bu en önemli soru…
Buna doğru cevabı vermeden, yani aynı oranda eşit ve özgür olduğumuzu benimsemeden laik olmak pek de mümkün değil. Öyle oldu mu, laikliği örtünmek ya da açılmak gibi veyahut içki içip içmemek üzerinden tartışan cahillerden bir adım öteye geçemiyoruz.
LAİK, SOSYAL, HUKUK DEVLETİ DEMORASİSİZ OLMUYORMUŞ
Laiklik bu cumhuriyetin olmazsa olmazı, ama bir tek mesele o değil. Cumhuriye illa ki demokratik olmak zorunda değil, bu siyasi bir gerçek, ama kurucuların nihai hedefi demokratik bir cumhuriyetmiş, koşullar sebebiyle gerçekleşmemiş. Herhalde bize düşen cumhuriyeti demokrasiyle taçlandırmak olmalı… Öyle ‘ama’sız, ‘fakatsız’! Bahane uydurmadan… Böyle bir olgunluk var mı peki? Yok!..
Peki o anayasanın değiştirilemez dört maddesinde yer alan çok önemli unsurlar?.. Sosyal hukuk devleti nerede mesela? Hangimiz tanıdık bir hâkim aramıyor ki bir davası olduğunda? Hangimiz hastanelik olduğunda bir doktor tanıdık peşinde koşmuyor? Daha az vergi ödemek için kırk takla atmayan kaç kişiyiz? Fırsat bulur bulmaz kaçak kat çıkıp sonra da doğa talanından dem vuranlarımızın sayısı kaç? Belediyelere vasıfsız akrabalarını sokmak için her türlü yolu deneyenler peki?..
GÜRUH MU, ULUS MU?
Hal böyle olunca, cumhuriyetin sürdürülebilirliğini sağlamasının garanisi de kalmıyor. Tersine yurttaş bilinci olmayanların ekseri çoğunlukta olduğu bir toplum oluyoruz.
Bir yurttaşlar topluluğu değil de bir güruh! Bilgili olduğunu sanan cahillerin diğerlerini cahil ilan ettiği, devlet kurumlarını ve belediyeleri yağma Hasan’ın böreği sanan, torpile, biata yatkın, riyâkâr bir güruh! Ulus olmak için birey ve yurttaş olmak gerekiyor oysaki!..
O yüzden 101’nci yılında, cumhuriyetin 10’uncu yılındaki bilincin bile gerisinde kalmış oluyoruz. O kuşak, toplumu geliştirmek için kişisel ikbâllerini bir köşeye koymuş yurttaşlar olduğu için varsa bu cumhuriyet var, sonrasında biriken bu çürümüşlüğe rağmen!
KENDİMİZDEN BEKLEYECEK BİR ŞEYLERİMİZ OLMALI
O sebeple gördüğünüz şu fotoğraf var ya, ona uzun uzun bir bakalım hep birlikte… ‘Her şeyi kendimizden bekleriz’ yazan o dövize, sonra da o kadınlara… İşte onlara yurttaş, o ülkeye cumhuriyet deniyor. Kendimizden bir şeyler beklemek için önce bilgiye saygı duyan, öğrenen, düşünen bir insan, çağdaş bir birey, aktif ve sorumlu bir yurttaş olmamız gerek.
En azından olabileceğimiz kadarıyla… İşte o zaman belediyelerin beleş etkinliklerinde 10. Yıl Marşı ile dans eden bir güruh olmaktan çıkar, her şeyi kendimizden bekleyebiliriz! Belki o zaman kaldığı yerden hep birlikte ayağa kaldıracağımız yepyeni bir cumhuriyetimiz olur.
Süleyman Karan