Ben obur bir kediyim. Biraz da şımartılmış bir kedi. Ama sanmayın ki öyle her bulduğumu atarım ağzıma, kesinlikle değil. Onu sokak hayvanları yapar. Bir zamanlar ben de parktayken, tabii ki bulduğumu atardım ağzıma.
Bizimki benimle saatlerce sohbet eder
Sonra şansım beni bu eve getirdi, bizimki de bana unutturdu her şeyi. Neredeyse dört ayaklı bir canlı olduğumu bile unuttum. Sanki ben de geçtim o evrimden, iki ayak üstüne çıkıp sizinle dolaşmak bile geçti içimden. Bizimki bana ayaklarımın ikisini unutturdu. Düşünebiliyor musunuz? Benimle saatlerce sohbet etti. Gözlerimin içine ta derinliğine baktı ki, belki de siz iki ayaklılar, size kimse öyle bakmadı.
Sahi, konuyu oburluktan açmıştık değil mi? Bizimki benden hiçbir şeyi esirgemedi. Ben ona miyavlarımla “anne” dedim, o beni anladı. Sizin bunları anlamanız çok zor. Galiba bugün duygusal bir günümdeyim. Bir türlü gelemedim yediklerime, oburluğuma.
Göbeğimi seviyorum
Göbeğimden utandım mı hiç? Yok canım, bir heykel havasında durdum. Kocaman, heybetli, adeta bir düşünür. Evet, şimdi gelelim yediklerime, bizi ciğerle, fareleri peynirle, köpeği de etle anarsınız değil mi? Ama gelin görün ki siz ciğeri haşlayıp benim önüme koyarsanız yemem.
Kim bilir, bir gün bizimki haşlayıp koymuştur, ben de aç olmadığım için yememişimdir – bu arada açlık denilen duygunun kendisiyle henüz tanışma şerefine nail olamadım – o zaman diyelim ki aşırı tok olduğum günlerden birinde, önüme konan haşlanmış ciğeri yememişimdir.
Arnavut ciğerinin dayanılmaz çekiciliği
Yine tesadüf bu ya, bizimkinin arkadaşları bahçede parti yaparken, bizim Uzun, Üsküdar Kanaat Lokantası’ndanhttp://www.kanaatlokantasi.com.tr alınmış Arnavut ciğerini tabağında bırakmıştı. Ben de bir tadına bakayım dedim, ama o haşlanmış ciğerle bunun arasındaki farkı anladığım gün, sanki bütün tatların arasındaki farkı keşfettim. İşte o an, ben doymak ile yemekten tat almak arasındaki farkı da anladım. Kesinlikle ciğercinin kedisi olamam da, bir meyhane önünde kalan tabakları yerim.
Mısır Çarşısı’na gidip tüm baharatların kokusunu içime çekesim var
Baharatlar dünyasına işte ben o gün girdim. O kokular, o lezzetler, o rengarenk şeyler var ya, o zaman anladım yemek konusunda ne kadar haksızlığa uğradığımızı. Baharat deyip geçmeyin. Toz gibi uçup gitse de kalıcı, rengarenk gözükse de yakıcı, bir acı bir tatlı, karman çorman bir dünya işte.
Sokakta yaşayan kedi arkadaşlarım için olmasa da olur da, ben tadına bir baktım, o an dünyam değişti. O ciğer, ciğer olmaktan çıkmış, bambaşka bir şey olmuştu. İşte ben ondan sonra, önüme konan her şeyde lezzet aradım. Bak, yine konuyu dağıtıyorum, baharatı da geçtim.
Esas geleceğim yer Uzun’un peyniri
Farenin peyniri var ya, hep o çizgi filmlerde falan gördüğünüz. Kokusu kuvvetli, tadı zengin peyniri sever o minik yaratıklar. Geçen gün de bizim Uzun girdi kapıdan, elinde bir peynir, bir heyecan var yüzünde, burnuma da geldi mi yıllanmış, ağır bir koku. Uzun dedim, farenin peynirini mi arakladın da bana getirdin? Çünkü Mihaliç peyniri de dahil çok düşkün değilim peynire…
İçimden geçti, beni sinir etmek için yapar diye düşündüm. Mutfak tezgahının üstüne bıraktı bahçeye çıktı bizim Uzun. Şöyle bir merak ettim, tadına bakayım dedim. Tuzlu, yağlı, benim gibi oturaklı, belli bu bana layık bir peynir. Birazcık dedim ısırdım, Uzun’a kalsın dedim durdum. Aman dedim, o her yediğinde beni mi düşünüyor. Bir baktım bitirmişim.
Uzun bahçeden geldi, ağlamak istiyor
“Nerede parmesanım, sen kilosu kaç lira onun biliyor musun?” diye bana bağırıyor. Sanki benim haberim var enflasyondan, paranın değerinden. Ben bizimkinin diğer yarısıyım, canıyım ya, “ne olmuş yemiş benim oğlum, “ diyor. Uzun çaresizce susuyor. Ben miyavlarımla nanikliyorum. Uzun yine ben galibim. 10-0 mı oldu acaba? Ha bu arada, önüme baharatsız yemek getirme lütfen.