Ben de onlardan biri olabilirdim. Çünkü geldiğim yer sokaklar. Bu hikayemi size bundan sonraki yazımda anlatacağım. Evet, sokakta yaşayan tüm canlılara, insanlara, hayvanlara sesleniyorum. Sokaklar kötüdür. Sokaklar soğuktur. Sokak ölüm ile yaşam arasında ince bir çizgide olmaktır. Diken üstünde yaşamaktır. Sessizliktir. Acıdır. Sokak savaşmaktır.
Karara 2 gün kala
Oysa biz hepimiz bu dünyada gözlerimizi bin bir renkle, bin bir güzellikle açtık. Sınırlar çizilmemişti. Henüz binaların, teknolojinin olmadığı, doğanın sularından içtiğimiz, mis gibi bir havayı soluduğumuz bir dünyayı insan ve hayvan birlikte paylaşmaya başladık. Sonra siz o aklınızla harikalar yarattınız, ha sahi bizi de epey kullandınız, üstümüze bindiniz, etimizi yediniz, derimizle ısındınız… daha saymama gerek yok. Sonra da katliamlarınız başladı.
Gücünüz doğanın sessizliğine yetti, onu yok ettiniz. Tabii o da elindekilerini kullandı, sel, deprem, tsunami… ve siz kendinizi belki de bir tek o zaman çaresiz hissettiniz. Kayıplar yaşadınız. Yas tuttunuz. Sonra yola devam dediniz. Şimdi kalkmışsınız aynı bir deprem gibi, sokaklarımızdan defolup gidin, güzel bir uykuyla öldüreceğiz sizi diyorsunuz.
Ne yani, ben bizimkinin evinde, olan biteni dışarıdan mı izleyeceğim? Bakın Puta’nın yaşam hikâyesine, tesadüfen bizimkinin avuçlarına düştü, yaşam savaşı verdi ve bir can olarak aramızda.
Sokakta binlerce hikâye var. Yolun kenarına konmuş mama, su kaplarına bakın. Onlar insanlığı, insan olmayı anlatır. Sokakların esnafı bizi sever, korur kollar, besler. Tıpkı o şiir gibi, sen ciğercinin kedisi, ben sokak kedisi. Ama bu zihniyet, bu yasa tasarısı, artık ciğercinin kedisine de göz dikti.
Cafeleri biz güzelleştiririz
Hatta bir mağazaya girmeyi başaranlarımız. Tüylü bir kazağın üstüne yumoş yumoş yerleşir. O kazağa insan olmanın güzelliğini kedi sıcaklığıyla bırakır. Ya bu topraklara gelen turistler, İstanbul’un kedileri diyor, takvimler, kitaplar, belgeseller İstanbul’un kedilerini anlatıyor. Siz sonra bu İstanbul’da mı savaşa karşı yürüyüşler, barış söylemleri, sevgi çalışmaları mı yapacaksınız. Sonra vitrinlerde kedi sembolleri, kedili kolyeler, köpekli t-shirtler, takvimler… Onları mı birbirinize hediye edeceksiniz?
Güldürmeyin beni, bir katliama daha tanık olmasın bu şehir. Bedeli çok ağır olur. Bedel derken vicdanınıza yerleşecek bir bedel değil, sözünü ettiğim. Ben gitmedim ama Uzun’un anlattıklarından biliyorum, Paris metrosunun içi farelerle doluymuş.
Kedilerin, köpeklerin azaldığı kentlere fareler, yılanlar, böcekler gelir. Doğanın dengesini bozarsınız. Farelerle baş edemezsiniz. Bu İstanbul’a fare ağır gelir. Fare pislikten, lağımdan gelir. Mutlaka vardır, onun doğada bir yeri de. Biraz ürkütücü geldi mi size? Bizim yerimizi fareler alır.
Doğanın dengesini teknoloji yeteri kadar bozdu. Kuşları yok ettiniz, gürültü kirliliğiyle, gökdelenlerinizle. Gerçekten deldiniz göğü. Kuşlar gitti, böcekler bayram etti. Sonra siz tarım ilaçlarıyla kendinizi zehirlemeye başladınız. Ben kimim ki, bir kedi Eflatun, belli bir makama gelmiş insanlardan daha mı iyi bileceğim. Ama doğayı biz dört ayaklılar sizden çok daha iyi tanıyoruz. Bizim yuvamız doğa.
Bu topraklarda bir sürü insan bize yüreğini açmış. Biliyorum, benim sokakta yaşayan dostlarım için mücadele ediyorlar. Bizim gazetemizde de yazılıyor. Tamam, sen evdeki kedini, köpeğini sev okşa, sokaktakilerin “uyutulmasına” seyirci kal. Asıl siz, buna seyirci kalanlar, derin bir uykudasınız.
Bu pis havayı solurken, bu katliama seyirci kalırken, bu dünyada kaldığınız sürece, sizin uykunuz bizden çok daha ağır olur. Ve eğer bu yasa geçerse, yok edin kedi, köpek kullandığınız tüm objeleri. Ve unutmayın ki, bu süreçten sonra benim acım hiç dinmez, bizimkinin ve onun gibi düşünenlerin de acısı hiç dinmez. İki gün kala…