Vesveseli balıklar gibi oradan oraya çırpıştırdığım işler, içinden çıkılmaz hale geldiğinde, renkli çaputların bağlandığı bir ağaca yaptığım düş yuvarına sığınıyorum. Renkli çaputlar fark edilmemi engelliyor, gelen onca insan çaputunu bağlayacağı boş bir dal aramaktan gayrısı ile ilgilenmiyor.
Buradan ‘yüreğimden kuş bakışı’ diye bir öykü yazmayı planladım hep. Defterim mürekkep damlamış suyun maviliği olacaktı. Ağacın başında yazma fikrinden hoşlanmıştım, rahat bırakılacağımı sanıyordum.
Bir esin bulma ümidi ile sığındığım bu köşede, kulağıma ulaşan mırıltılar ve dualardan, parmakların kederli dokunmalarından, kendimi işime veremiyorum. Oysa her şeyden uzakta; görmediğim, duymadığım, benden başkasına yer olmayan bu sığınakta, bir örümcek yalnızlığını yaşayacaktım.
Terk edilmiş özneye yakıştırılan yalnızlık değil, bana ne yalnızlığı da değil, belki de çoğumuzun yorgun yalnızlığı..
Teklik- yokluk sınırında hareket ve devinime ait ne varsa kendimce yorumlamaya çalışıyorum. Köşeye sıkışmak ile köşeme sığınmak arasında ayrımsadığım farklarla yetinmeye çabalıyorum.
Ben bir yuvar içine sığışmışken, her yöne büyüyen karadelik delice artan umutsuzluklara yer açıyor sanki. Tekinsiz bir aleme çekinceli bir ileti gönderircesine, akıldan aldığını umut bağlanana iliştiriyor eller.
Ömür boyu eylemcilere özendim
Nedense tavuklarla kıyaslayacak kadar çaresizdim; eşelenip, küllerin içinde yuvarlandıklarını gördükçe, bir amaç, bir adanmışlık için düşünce tüneklerinde kendimi yokluyordum. Çevremde yiğitler, yol göstericiler olmadı değil. Ruh hallerini merak ettim çoğu kez, insanlara ve inançlara dönük bir eylem hangi özün ateşine yanaşır da tutuşur.
Kimliğim tutuştu benim çoğu kez. Çekinceler üretiyorum, ertelemeler, ıraksamalar düşüyor önüme. Kanıksamışlığın yüksek duvarlarını görüyorum, burçlarına çıkıyorum. Birçok arkadaşım düştü oradan biliyorum.
Toplumda bunca değişime omuz veren, önderlik edenlerin ruh halleri, onca karmaşanın üstesinden gelen akılları imrendiriyor beni. Oyunları, rolleri öğrenmiştik bir zamanlar. Brecht’in oyunlarında seyirciyi oynamıştık biz. Hiç çıkmak istemedik oyunlardan.
Epik oyunlar, şiirler okumuştuk, kahramanlıklar tanrılara yaraşıktı. Oysa önümüze düşecek, Uzlaşmış Yaşamlar Devlet’inin, doğrusuna yanlış, haklısına haksız diyecek birilerini aranıyorum. Ne kadar hazırlıksız olsak da de iş bizim işimiz, çare yok, başka gelen yok.
İnanmasak da, Uzlaşmış Yaşamlar Devlet’inde bütün işlerin yolunda olduğu söyleniyor. Tarih kitapları ‘ bunlarla uğraşılmaz’ diyor. Tekinsiz Gecelerin Devleti düşbaşına yollara düşme diyor.
Bu ağaca çaput bağlama sırasının sonu gelmiyor. Çok çok yukarılardan rengarenk giysileri ile fark edilip görülsün isteniyor sanki çaput ağacı.
Görenin de bir zahmet bunları okuması isteniyor. Bin bir renge bürünmüş dilekler. Bunları bağlayanların kaderlerinden bir çıkış aradıkları zaman da tanrıya başvurmaları ironik olduğuna göre kendi türünden birilerinin bunları okuyup, yorumlaması daha akıllıca ve anlamlı olacak.