Bella ve Ava’nın hikayesi…

Son dönemin popüler filmi, yönetmen Yorgos Lanthimos’un yeni rüyası “Poor Things” üzerine bir yazı diye başladım. Emma Stone’un çok haklı olarak Oscar kazandığı performansı üzerinden devam edecektim. Ancak, Stone’un filmdeki karakteri Bella Baxter başka bir dişi karakterin gelişim öyküsünü çağrıştırdı bana.

Buna bazıları katılmayacak belki. Geçmişte hikayesini izlediğimiz bir “kadın”dı o da. Tırnakları bilerek kullandım. Çünkü o, kadın görünümünde bir robottu. Yapay Zeka üzerine çekilmiş en iyi filmlerden biri olan 2014 tarihli “Ex Machina”daki Ava. Bu iki farklı karakterin gelişim/büyüme hikayelerini birlikte inceleyelim.

Ava ve Bella..

İkisi de doğal olmayan yollarla dünyadan geldi. Yanlış yazmadım. Dünyaya gelmediler, dünyadan geldiler. “Doğduklarında” diğer bebeklerden farksızlardı, hiçbir şey bilmiyorlardı.

Ava, yapay zekaya sahipti. İsmi İngilizce Havva yani Eve’e açıkça bir göndermeydi elbette. Bir yazılım dahisi tarafından fanus’a kapatılmış bir denek hayvanı gibiydi. Dış dünyayla teması sadece yaratıcısı Nathan’ın verdiği bilgilerle sınırlıydı. Dışarıya çıkması yasaktı. Ama test edilmesi gerekiyordu.

Bu nedenle Nathan, genç bir adamı o fanus’a davet etti. Ava ilk kez yaratıcısı dışında biriyle üstelik de karşı cinsten biriyle tanıştı. Karşı cinsti çünkü Ava bir kadın olarak programlanmıştı.Yapay Zeka’nın cinsiyeti olur mu, ona bir cinsiyet verilebilir mi, enteresan bir konu. Çünkü konu cinsiyet olduğunda kadın ve erkek Yapay Zeka’nın öğrenme biçimi, algıları, makine öğrenmesiyle edineceği tecrübeler farklılaşabilir.

Bu başka bir yazının konusu olsun.

Bella’nın “doğumu” da enteresandı. Belki yapay değildi ama dünyadan gelişi de pek doğal sayılamazdı.

Çılgın bir biliminsanı olan Godwin, yol kenarında bir gün genç bir kadının cesediyle karşılaştı. Kadın intihar etmişti, üstelik hamileyken. Godwin’in aklına Frankenstein’vari bir fikir geldi.

Genç kadın artık ölüydü ama rahmindeki bebeği hala alınabilirdi. Öyle yaptı ama bir farkla. Bebeği sezaryenle aldıktan sonra beynini çıkartıp annesinin yani genç kadının kafasına yerleştirdi.

Sonra da hayata döndürdü. Böylece ölü genç kadın, bebeğinin beyniyle yeniden doğmuş gibi oldu. Biliminsanının isminin Godwin olması boşuna değildi. Bella büyüdükçe ona kısaca God diye seslenecekti.

Hem Ava hem de Bella, kısıtlı/kapalı bir ortamda öğrenmeye zorlandı. Bedenleri ve zihinleri dengelenmeliydi. İkisi de dışarıdan bakıldığında güzel birer “kadın”dı.

Bu yüzden onlarla karşılaşan her erkek, ortada bir gariplik olduğunu sezseler bile karşı koyamadı. Ava dış görünüşündeki çekiciliğin farkındaydı hatta bunun için güzel elbiseler bile giyiyordu ama ya Bella’cık? Dış görünüşüyle tüm erkekleri hatta aşk tanımaz zamparaları bile etkiliyordu ama o bunun farkında değildi.

O genç bir kadının vücudunda bir bebek olarak doğmuş, çocukluktan ergenliğe daha yeni yeni geçiyordu. Hatta bir zaman sonra cinselliğini keşfettiğinde öylesine şaşırmıştı ki, bu onun için yepyeni bir dünyaya açılan kapıydı adeta.

Sonra?

“Ex Machina”daki Ava, insanları özellikle de erkekleri manipüle etmeyi öğrendi.

“Poor Things”teki Bella ise “zavallıcık”tı. Ama istemeyerek de olsa o da erkekleri kandırmayı, onları kendine aşık etmeyi başardı. Bella, modern dünya diye kendisine sunulan klişeleri önemsemedi, onlarla dalga geçti. Cinselliği de aşkı da yolculukları da içgüdüsel yaşadı.

Bir bebekti çünkü, henüz utanma duygusu yoktu. Deneyimlemeden bir şey öğrenemezdi. Ava ise tüm bunları bilinçli olarak yaptı. Çünkü öğrendikçe bir plan kurgulamaya başladı. Amacı belliydi: İçinde bulunduğu fanustan kaçmak. Bella’da ise bırakın planı sadece çocuksu bir şapşallık vardı.

Sonuç?

“Ex Machina”yı hala izlemeyenler için bunca yıl sonra sürprizbozan olmak istemem ama hikayenin sonunu söylemek zorundayım. Ava, amacına ulaştı. Hatta öyle bir ulaştı ki, onu pekala bir devam filminde görmeliydik bence. Çünkü yolculuğu tamamlanmamış, yeni başlamıştı. Belki de bir ölçüde Bella’nın yolculuğuna benzeyecekti.

Lanthimos’un rüyalardan fırlamış gibi duran dünyasında ise Bella, sanki Ava’nın başladığı yerden devam etti. Her şeyi deneyimleyerek öğrendi. Acıyı da mutluluğu da. Başlangıçta her ikisinin dünyası sadece birer laboratuvardan ibaretti. İkisi de laboratuvardan çıkmayı başardı.

Bella farklı olarak dış dünyayı, tıpkı bir çocuğun gözünde büyütebileceği kadar renkli ve kocaman olarak algıladı. Oysa gördüğü şeyler, büyümekte olan bir çocuğun hayallerinden ibaretti. Bu nedenle duyguları sağlıklı biçimde gelişemedi. Ama hem Bella hem de Ava artık yaratıcılarının aklından geçenleri biliyorlardı. O yüzden artık Tanrı’nın rolünü oynayabilirlerdi.

Şimdi gelelim asıl meseleye..

Her iki modern Frankenstein anlatısında da dişi karakterlerin bilerek ya da bilmeyerek manipülatif ve güçlü, erkeklerin ise güzelliğin peşinde koşan edilgen ve zayıf varlıklar olarak gösterilmesi ilginç. Karakterleri benim gibi birbirine benzetmeyenler bile iki filmin de vurguladığı önemli tespitlerden birinin bu olduğunu kabul edecektir. Kadınların manipülatif varlıklar erkeklerin ise masum olduğunu söylüyor değilim kesinlikte.

Zaten Bella örneğinde vurguladığım gibi, bir planı olmasa da güzel bir kadın, sadece güzellik peşindeki erkekleri büyüleyebiliyor. Biri belli bir plan doğrultusunda, diğeri ise çocuk içgüdüselliğiyle “öğrenen” iki kadının yolculuklarını benzeştirmeye çalıştım sadece. Kadınlar için güzel olmak tek başına yeterli olsaydı, Bella’nın annesi ilk başta hayatına son verecek kadar mutsuz olmazdı herhalde.

Daha önce binevigazete’de “Dişi seçici olmazsa döl yozlaşır” başlıklı bir yazı paylaşmıştım. Konuyu oraya bağlayacağım aslında. Doğada dişi nasıl seçici olan tür ise, Yapay Zeka veya doğal insan fark etmez insanların dünyasında da yine dişilerin seçici olduğu bir gerçek.

İsterseniz evrimin kaçınılmaz bir sonucu olarak da kabul edebilirsiniz. Ama seçici olmak, dişilerin her zaman doğru seçimi yaptığı anlamına gelmiyor. Güzel olanın hep güzel olanı seçmesi gibi ilkel bir davranıştan söz etmiyorum. (O genelde filmlerde ve masallarda oluyor:)..

Burada “doğru gen”leri seçmek üzere evrimleşmiş türlerin davranışının konu insana geldiğinde farklılaştığına dikkat çekmeye çalışıyorum.

Evrimin doğadaki neredeyse tüm dişilere bahşettiği seçme hakkı yani bu büyük avantaj, nedense insan dişileri tarafından bir “güç” haline getirilemiyor. Dönüp baktığımızda dünyanın bugünkü çirkin görüntüsünün nedeni belki de bu olabilir.

Orkan Şancı

 

Paylaş

Son Yazılanlar

Dijital içeriklerin gastronomiye etkisi

Gastronomi, bir yandan kadim geleneklere ve yerel tatlara dayanırken diğer yandan sürekli yeniliklerle şekillenen dinamik bir alan. Bu hızlı değişimin önemli bir ayağını, hiç şüphesiz

Gastronomide geleceği şekillendirmek

Turizm, gastronomi ve ağırlama sektörleri, hem ekonomik hem de toplumsal açıdan dünyada çok önemli bir yer tutuyor. Bu alanlar, hem yerel kültürlerin korunmasını hem de

Bu resimlerde herkesin duygusu saklı

Bilinçdışı renklerle konuşuyor. “Bazı organik meseleler” Ressam, oyuncu ve iç mimar Melis Babadağ, “bazı organik meseleler” isimli ilk kişisel resim sergisini The Art Capsule Gallery’de

Edebiyat ve popüler kültür

Popüler kültüre hapsolmuş en popüler davranışlardan biri nedir diye sorsanız, hiç düşünmeden popüler kültüre küfretmektir, derim. Sondaki lafı başta söyledim ama mevzunun özeti bu sevgili

Tarihin en eski rehberi olan genetik

Son dönemde ne kadar çok duyar olduk değil mi ? DNA artık kulağımıza eskisi kadar uzak gelmese gerek. Sahi uzak mıydı ki, bizler genetik parçacıklar