Eren Cendey, kırk yıldır İtalyan Edebiyatı’nın sesi. 150 kitap. Onun çevirdiği kitaplar, benim için yazarla yüz yüze buluşmak gibi. Çevirmenin “ihaneti” yok. O kitaplarda çevirmen imzasından öte “bu, bir Eren Cendey çevirisi” imzası var. Kimler yok ki onun yazar listesinde Susanna Tamaro, Umberto Eco, Calvino, Elena Ferrante…
Son dönemde yazarından öte, Eren Cendey’in çevirdiği kitapların takipçisiydim. Cendey, geçtiğimiz günlerde İtalyan Büyükelçisi Giorgio Marrapodi tarafından, İtalyan Yıldızı Liyakat Nişanının Şövalyelik rütbesiyle onurlandırdı. Evet, bu ödül bir kez daha çevirinin ne kadar önemli olduğunu gösterdi. Cendey’le ödül sonrası heyecanını paylaştık.
Aldığınız ödül, tüm çevirmenleri sevindirecek nitelikte. Çevirinin önemini gösterirken, sizin için de yılların birikimini anlatan bir ödül oldu.
Türkiye’de İtalyanların sesi olan bir çevirmen açısından ne hissettiniz?
Gerçekten gizli özne olan çevirmenin görülmesi bakımından bu çok değerli bir ödül. Ödülün İtalya’dan, İtalyan Cumhurbaşkanı imzasıyla bana verilmesi ayrı bir gurur.
İtalyan edebiyatını Türk okurlarına aktarırken hem İtalya hem Türkiye için çalışmış oldum; dil ve çeviri her zaman bir köprüdür, bu köprünün bir taşı olmak harikaydı.
1982 yılından bu yana aralıksız çeviri yapıyorum. Bu kırk iki yıl içinde özel hayatım, anneliğim ve çevirmenliğim hep birlikte ilerledi. Bir kadın ödül aldığında hem evinde hem işinde iki ayrı işi yürütmüş bir kişi olarak ödül alır ve bir erkeğinkinden farklıdır diye düşünüyorum.
İstanbul’da bu dönemde görev yapan İtalyan Kültür Merkezi yöneticisinin ve daha önce aynı liyakat nişanını almış olan bir kişinin önerisiyle çalışmalarım, büyükelçilik tarafından dikkate alındı. 21 Ekimde Venedik Sarayında yapılan törenle Şövalye rütbesiyle İtalyan yıldızı liyakat nişanına hak kazandım.
Atatürk Türkiye’sinde bir kadın ve bir çevirmen olarak bu son derece özel bir ödüldür diye düşünüyorum. Elbette büyük mutluluk ve gurur. Sekiz sene boyunca Venedik Sarayının hemen bitişiğinde bulunan İtalyan Lisesinde hem Türk hem İtalyan bayrağı altında eğitim gördüm ve yine bu iki bayrak önünde ödülümü aldım.
Çevirmen bir kitaba ne kadar sadık kalabilir, kendisini ne kadar katar?
Çevirmen kitaba elbette sadık kalmalıdır ama her metin her çevirmenin elinden başka türlü çıkar. Hatta çevirmen metin üzerinde çalışırken farklı ifadeler dener.
Kaynak ve erek daima aynıdır ama söylem üzerinde çalışılır. Zaten çeviriyi iyi ya da kötü kılan bu söylemdir; çevirmenin önce kendi diline sonra kaynak dildeki kelime hazinesinin genişliğine ve ifade zenginliğiyle doğruluğuna bağlıdır.
Çevirinin bir dokumanın arka yüzü olduğuna ilişkin söze katılmıyorum çünkü bir okur olarak biliyorum ki yazarın metni her dildeki okura aynı duyguları ve bilgileri yansıtır.
Çevirisini yaptığınız eserin yazarını tanımak çeviriyi nasıl etkiliyor? Yaşayan bir yazarın ya da hiç tanımadığınız, geçmişte kalmış bir yazarın sesi olmak nasıl bir duygu?
Özellikle uzun bir dönem kimliğini saklayan Ferrante çevirileri. Siz de merak ettiniz mi kim olduğunu? ( Artık biliniyor sanırım.)
Susanna Tamaro’nun Yüreğinin Götürdüğü Yere Git kitabını otuz yıl önce çevirdiğimde ona öncelikle okur olarak hayran olmuştum ve bir okur olarak ona ulaşabilmek olanaksız görünen bir hayaldi. Sonradan bir fuar içinde İstanbul’a gelmesi, onunla birlikte birkaç gün geçirmek benim için hayallerin en büyüğünün gerçekleşmesiydi.
O günlerde evime geldi ve duvarımda hala el yazısıyla ‘Susanna Tamaro bu evde bulundu: 22 Mart 1998 ’ yazısı duruyor. Onunla arkadaşlığımız önce kağıt kalemle yazılan mektuplarla, sonra benim onun evinde ağırlanmamla devam etti ve ediyor ve en büyük şanslarımdan biri olduğundan eminim.
Daha sonra Paolo Giordano ile tanıştım; büyük bir aşkla ve zahmetle çevirdiğim Büyük İskender Üçlemesi’nin yazarı, büyük arkeolog ve yazar Valerio Massimo Manfredi İzmir Kitap Fuarına gelmişti ve onun okurla söyleşisini, konuşmasını rahmetli Erdal Öz’ün huzurunda çevirmiştim.
Umberto Eco Prag Mezarlığı’nın yayınlanmasından sonra İstanbul’a geldi; Çırağan Sarayında yenen yemekte onunla tanıştım konuştum. Benim için ve biliyorum ki okur için de çok özel olan Bir Çift Yürek adlı kitabımın yazarı Marlo Morgan da bir fuar için geldi, dört günümüzü o ve yayıncım Cem Şen birlikte geçirdik ve gerçekten mucize gibi şeyler dinledik.
Evet Ferrante’nin kimliği belli oldu gibi ama kendi kabul etmediği sürece açıklamak bize düşmez. Elena Ferrante de benim hayranlık duyduğum ve çevirmeni olmaktan sevindiğim müthiş bir çağlayan.
Son dönemde mafya karşıtı eski bir yargıç olan Gianrico Carofiglio’nun baba–oğul ilişkisini anlatan romanını çevirdiniz. Veronica Raimo, yazarın otobiyografik, kurgusal esprili bir dille yazılmış ilk kitabı, budizmle iç yolculuk Gianluca Gotto ve Stefania Auci.
Sanki bir anda okuyuculara bir İtalyan Edebiyatı şöleni yaşattınız.
(ben öyle hissettim ve sadece sizin çevirdiklerinizi okuduğum bir dönem oldu.) Bu yeni yazarlarla nasıl bir bağ kurdunuz?
Yalan Dolan yepyeni bir yayınevinin ilk kitabı olarak benim için çok değerli bir çeviri oldu. Medusa Yayınları sadece kadın yazarları yayınlamak üzere yola çıktı ve şahane bir kitapla ilk adımı attık.
Gianluca Gotto benim gönderileri yüzünden instagramda keşfettiğim, takip ettiğim bir kişiydi; sonra bütün kitaplarını okudum ve Deniz Kadar Derin Gökyüzü Kadar Hafif adlı eseri ne yapıp edip çevirmek; budizm hakkındaki her bilgiyi derli toplu ve birinci ağızdan aktaran bu müthiş eseri herkesle paylaşmak için yine Pan Yayıncılık’a koştum ve onlar da inceleyerek yayınlamayı kabul ettiler.
Yazar Gotto ile sosyal medya aracılığıyla iletişim kurdum, bana türkiye’den pek çok okurun kendisine yazdığı için çok mutlu olduğunu söylüyor. Umarım günün birinde onunla da bir araya gelebilirim.
Ve Stefania Auci, Sicilya Edebiyatı’nı farklı bir yere koydu mu sizin için? Sicilya’ya dair Vittorini, Sciascia, Verga ve Pirandello’yu tanırken, Auci yeni bir ses oldu. Bana çok kısa süre gibi geliyor, ama ne kadar zamanda çevirdiniz? Nasıl bir süreç oldu? Öncesinde Auci’yle tanııştınız, Sicilya’ya kitap için gittiniz. Nasıl bir deneyim oldu? Türk okuyucusunun geri bildirimi nasıl oldu?
Sicilya Aslanları da başlı başına bir Sicilya tarihi ve kültürü, müthiş bir eser. Sicilya’ya gittim, mekanları gördüm ve ne mutlu bana ki yazarla da birlikte bir gün geçirdim. Sonra yazarımız İstanbul’a geldi ve olasılıkla baharda yeniden gelecek.
Sicilya Aslanları’nın müthiş bir dizisi çekildi ve okurun görsel dünyasını da zenginleştirdi. Palermo’da Florio ailesinin beşinci kuşak ferdiyle de tanıştım, onu aileye ait olan mekanda ziyaret ettim.
Bunlar elbette eve kapanıp tek başınıza çalıştığınız günlerin sonucunda büyük mucizeler ve ödüller oluyor. Sonuç olarak hem yazarlarımla kurduğum ilişkiler hem de Roma’nın bana verdiği en büyük ödülle kendimi çok şanslı bir çevirmen olarak addediyorum.
Mine Türkili