Amerika’nın keşfi ile beraber başlayan lezzet dolu bir hikaye anlatmak istiyorum bugün günlüğüme. Binlerce sene öncesine dayanan bir hikaye… Büyülü bir lezzetten çikolatadan bahsedeceğim.
Kakao ağaçlarının fosilleri bizlere bu ağaçların M.Ö.1900’lerde var olduğunu gösteriyor. M.Ö. 1200’lerde mistik sırlarla dolu
Olmek uygarlığında ve daha sonra Aztek ve Maya medeniyetlerinde kakao ile karşılaşıyoruz.
M.S.600 yıllarında Maya uygarlığı döneminde altın değerinde olan kakao ağacı meyvesinin kullanımına başlandığını görüyoruz. Azteklerin mitolojisine göre mitolojik tanrı, sabah yıldızının üstünde kayarak cennetten dünyaya kakao çekirdeklerini getirmiş ve insanlara bu çekirdekleri nasıl kullanacaklarını öğretmiş.
Aztekler iki kakao kozalağını birbirine sürterek elde ettikleri tozun içine vanilya, su ve kırmızı acı biber katarak krallarına ikram ederlermiş.
Yalnız tanrılara ve Azteklerin kralı Montezuma’ya ulaşan bu ürün, aynı zamanda ticarette para yerine geçmeye başlamıştı .
10 adet kakao çekirdeği ile pişirilmek üzere bir tavşan satın alınırdı. Aztek dilinde çekirdeklere cacahuate ismi verilmişti.
Xocoatl(acı su) ismini verdikleri bu içeceği soğuk veya sıcak olarak Montezuma içermiş. Bu sıcak içeceğin içine çeşitli baharatlar katarak ama en fazla acı biber ve kavrulmuş mısır tozu kullanarak hastalıklara deva olduğunu, vücuda enerji verdiğini, hastalıkları yok ettiğini ve afrodizyak özelliklere sahip olduğuna inanıyorlardı.
1492’de de Kristof Colombo Yukatan’a vardığında ona kakao içeceği sunulmuş ama çok acı bulduğundan dolayı beğenmemiş ve önemsemediği için ticaretini hiç düşünmemiş.
1512 yılında Hernando Cortez Yukatan (bugünün Bahamalar )yarımadasına vardığında Aztek kralı Montezuma onu karşılamıştı.
Kakao lezzetini çok beğenen Cortez 1528’de İspanya ya geri dönüşünde kralın çeşitli hediyeleri arasında kakao çekirdeklerini de götürmüştü. Kraliyet ailesi arasında çok sevildi ve kakao çekirdeklerinin tozundan oluşan içecek kısa zamanda aristokratlar arasında büyük beğeni topladı. Yavaş yavaş yıllar içerisinde Avrupa’ya da yayılmaya başladı.
İspanya prensesi Maria-Tereza 1615 yılında Fransız kralı Ludoviko 14. ile evlendiğinde çikolata içeceğini Fransa sarayına taşımıştı. Tatlı bir alışkanlık haline gelen bu içecek Fransız sarayını fethetmişti.
Londra’ya taşınan bir Fransız, çikolatayı sıcak bir içecek değil de katı bir tatlı yiyecek olarak 1657 senesinde “”Kahve Değirmeni” isimli bir dükkanda “a la espânola” adı altında küçük çubuklar görüntüsünde satmaya başladı .
1780’lerde Avrupa artık çikolatayı tanımış İsveçli botanolog Linnaios ona ”tanrıların yiyeceği” ismini verdi .
Aynı yılda Barselona’da ilk kakao işleme fabrikası kuruldu.
19. y.y.da İsviçre’de acı çikolataya süt katarak, damakları şenlendiren sütlü çikolatayı 8 senelik araştırmalar sonucu Vevey şehrinde Daniel Peter keşfediyor. Ve bu keşfini Nestle şirketine satıyor. 1 Ekim 1925 tarihinde kakao borsası New York’ta başlıyor.
20. y.y.da çikolata; acı, tatlı, neşeli, hüzünlü, karamsar veya keyifli günlerin vazgeçilmez lezzeti olarak mutluluk serotonini salgılamaya ve bağımlılık yapmaya başladı. Yıllar boyunca çikolatanın büyülü lezzeti ve 1001 çeşidi bizi cezbetmeye devam etmekle beraber; mutfakla, hele pastacılıkla uğraşan şefler için çok ciddi bir ilham kaynağı olmayı başardı.
Bu sihirli meyve nasıl bir bölgede yetişebilir sorusuna cevap, tropikal bölgelerdir. Çok sıcak ve aşırı nemli olan bölgeler bitkinin verimli olmasını sağlıyor.
6-8 metre boyuna kadar ulaşan bu ağaç yoğun yapraklı olur. Fidan dikildikten dört sene sonra meyve veren bir ağaçtır. Dört sene sonra kakao ağacı 20 ile 30 kozalak verir ve toplam bu kozalaklardan 2 kg kakao çekirdeği çıkar.
Olgunlaşmamış kozalaklar yeşil renk olarak başlar ve olgunlaştıkça sarı, kahve ve en son mor renge kadar ulaşır.
Kakao kozalakların toplanması uzun bir sopanın ucuna bağlanan jilet kadar keskin bir hançerin yardımı ile olur.
Kozalaklar ortadan ikiye kesilip içindeki kakao çekirdekleri beyaz bir kalın sıvı içinde ortaya çıkar. Yerel halkın yaptığı bu işlemde çekirdekler toplanıp büyük sepetlere konur. Sonra sepetin içinde olan çekirdekler büyük muz yapraklarıyla örtülür. 50°’ye varan bölge sıcaklığı kalın sıvının erimesini sağlayıp çekirdekleri kuru ve temiz olarak bırakır.
Devamında çekirdekler toprak üstünde serilmiş olan hasır halıların üstüne boşaltılıp iyice kurumaya bırakılır. Kurudukça renk yavaş yavaş koyu kahveye dönüşüp, kakaonun aroması ortaya çıkar. O zaman iyice kurumuş olan ve rengi kahveye dönüşmüş çekirdekler çuvallar içine konulup çeşitli ülkelere gitmek üzere yola çıkar.
Araştırmalarımızda öğreniyoruz ki, Antalya da bir çiftçi epeyce sene önce kakao ağacı fidanları dikmiş ve şimdi kozalakları yetiştiriyor. Bu çalışmanın sonuçlarını heyecanla bekliyoruz.
Çikolata öyle bir ürün olmayı başardı ki, yiyecek casuslarının çikolata üretim fabrikalarından tarif çalmak üzere çalışmalar yaptıklarını 1980 yılında çıkan gazetelerden öğreniyoruz.
Suchard-Tobler fabrikasında çalışan bir eleman toblerone çikolatanın tarifini Rusya ve Çin’e satmak üzereyken yakalanmıştı.
Çikolata yalnız yiyecek sektörüne ve casuslara ilham vermiyor, aynı zamanda şarkı, sinema ve edebiyat dünyasına da ilham veren bir lezzet.
Juliette Binoche ve Johnny Depp in oynadığı ve Joanne Harris’in kitabından uyarlanan Çikolata filmi Laura Esquivel ‘in şahane Acı Çikolata romanı örneklerden birkaçı .
Unutmayalım ki bir kutu çikolata bütün üzüntüleri yok edebilecek güce sahip .
Çikolatalı kek tarifi
250 gr.tereyağ
350 gr.şeker
4 yumurta
100 gr.kakao
Bir portakal rendesi
Bir çimdik tuz
200ml.süt
350 gr.un
Bir kabartma tozu
Üzeri için
200 gr.bitter çikolata
Yapılışı
Tereyağı şekerle mikserde iyice çırpıyoruz. Tek tek yumurtaları katıp yavaşça çırpmaya devam ediyoruz. Sütü ekliyoruz. Un, şeker, kakao ve kabartma tozunu karıştırıp, portakal rendesi ile beraber ekleyip yavaş yavaş bir silikon spatula ile karıştırıyoruz.
Yağlanmış, unlanmış kek kalıbına döküp, önceden ısıtılmış 180° fırında 40 dakika pişiriyoruz. Bitter çikolatayı eritip kek soğuduktan sonra üstüne döküp servis ediyoruz.