İnsan zaman üzerine düşünür
Büyük Usta Selim İleri ile son romanı “Yaşadınız ve Öldünüz, Bir Anlamı Olmalı Bunun” için bir araya geldik. Zaman ve Ahmet Hamdi Tanpınar eşlik etti bize.
İnsanlar zaman üzerine neden düşünürler? Bunu hiç düşündünüz mü? Hele de okuyan, yazan, anlamaya ve anlatmaya çalışan insanlar… Evvel zaman içinde izlediğim bir filmde şöyle diyordu: Artık gözükmüyor olması onun olmadığı anlamına mı gelir? Hayır; ama zaman bize onun biraz önce burada olduğunu söyler ve dünyadaki tek gerçek ölçü birimidir. Zaman tektir ve zaman olmadan var olamayız.
Edebiyatın yaşayan büyük ustası
Türk Edebiyatı’nın yaşayan büyük ustalarından biri Selim İleri. “Bu romanı, hayatla öldürülenlere yazdım. Bu romanı, burada yazdıklarımı yalnız onların okuyacaklarını biliyorum.” diyor Usta, Ahmet Hamdi Tanpınar’la kendi iç dünyasında konuştuğu son kitabı için. Lafı uzatmadan soruyorum; “Sizin için zaman nedir?” Tanpınar’ın hikâyesini kendi başından geçenlere yakın bulduğunu söyledikten sonra, onun bir şiirini hatırlatıyor: Zaman Kırıntıları
Ölüp gidiyorsunuz
“Zaman sinekleri / Tozlu camlarında günlerin sessiz kanat çırpanlar” dizeleri ile başlıyor Ahmet Hamdi Tanpınar’ın pek az bilinen bu şiiri. Tanpınar devamında şöyle diyor; “Kim tanır bizi şimdiden sonra / Aydınlığı kıt gecemize / Misafir olanlardan başka / Kuru tahta üstünde bizimle / Paylaşanlar günlerimizi / Ve benim gözlerimle bakanlar güneşe / Ancak tanır bizi / Mor çemberlerin uçuştuğu akşam sularından!”
Selim İleri de diyor ki; “Ölüyor, gidiyorsunuz. Hiçbir şey kalmıyor. Üç, beş kişi bulunuyor, onlar da zaten ölmeseniz de takipçiniz olabilecek insanlar… Ancak onların dışında hiçbir şey kalmıyor.”
İleri’ye, “Yaşadınız Öldünüz, Bir Anlamı olmalı Bunun” isimli son romanından söz ederek başlıyorum.
Sizin için Ahmet Hamdi Tanpınar ne ifade ediyor?”
“Hayatımın çeşitli evrelerinde birbirinden farklı Ahmet Hamdi Tanpınar etkilenişleri oldu. İlk gençlik yıllarımda, romanda da söylediğim gibi “Yaz Yağmuru” ile başlayan okuma serüveni ve bana o güne kadar okuduğum yazarlardan çok farklı dünyalar açması. Bir de o yıllarda Tanpınar’ın üslubunu yadırgamıştım ancak sonra üslubuna hayran oldum. Hem üslubu hem de ele aldığı meselelerle diğer yazarlarımızdan daha ayrı bir perspektifte yaklaşıyordu. Sonra bu perspektif meselesi ikinci evrede daha da öne çıktı. Diğer yazarlarımız da, Doğu ve Batı konusunda kafa yormuşlar ancak Tanpınar, yaklaşımı daha farklı. Baktığımızda ya Doğu kökenli yazarlar, romancılar, şairler var ya da tamamı ile Batıcı olanlar var.
Tanpınar hep bir sentezi aramış
İkinci evrede, onun o sentez arayışı çok etkiledi beni. Hatta bir yol gösterici gibi, geldi bana. Üçüncü evre ise yani benim son 15-20 senemde ve bu romanı yazdığım ve aslında benim de hayatımın artık yaşlılık çağı diyebileceğim evrede; tutum olarak ne oraya ne buraya yaranamamış bir yazarın yalnızlığı çok beni etkiledi. Bir yerde kendine ait bir yer bulamamış, hepsiyle bir yakınlık kurmaya çalışmış ama sonra yapayalnız kalmış bir yazarın dramı çok ilgimi çekti. Biraz onu kendi anlayışıma ve macerama yakın buldum.”
Karamsar bir ruh halinden mi bahsediyoruz yoksa insanın mutlak yalnızlığından mı?
Evet, buradan bir karamsarlık çıkarabilirsiniz. Ben eski yıllarda bu kadar karamsar değildim, tabii ki belli bir insan kalabalığı için yine karamsar asla değilim ama genele baktığımız vakit hayli karamsarım.
Aslında bundan önceki son iki romanda da biraz vardı bu durum…
Onlarda yine ironinin getirdiği bir durum vardı. İroni her zaman karamsarlığı bir ölçüde giderir ama burada öyle bir ironi de yok. Şahıs olarak ben de baktığım vakit aynı sorunları görüyorum. Bakıyorsunuz, 1953 yılında kadın cinayetlerinin korkunç olduğunu yazıyor. Dikkatinizi çekerim, 1953! Söylediği söz, bugün aynen geçerli. Bunun karşısında iyimser olmaya pek imkân olmadığı kanısındayım.
Geriye mi gidiyoruz?
Geriye gidiyoruz, ileriye gidiyoruz. Bence donmuşuz. Böyle bir manzaramız var.
Bu daha korkutucu o halde?
Bence de çok daha korkutucu. Çünkü geriye giderseniz, ileriye gitme imkânınız vardır. Bir yere kadar geriye gidersiniz çünkü. Oktay Rıfat’ın bir mısrası vardır; “Giden geceyi durduramazsınız.” Gelinen noktaya bakın, hatta şimdi bile değil, 1953’te yazılmış kadın cinayetleri ile ilgili o şikâyetler. 2023’e giriyoruz ama kadın cinayetleri aynı.
Biraz yer çekimi kanunu gibi değil mi, hareket etmediğiniz, donduğunuz zaman düşüyorsunuz?
Tam da bunu demek istiyorum! Bütün sorunlar dondurulmuş vaziyette.
Peki sizin için zaman nasıl bir kavram? Selim İleri için zaman nasıl işliyor?
Bu da insanın yaşı ile ilintili herhalde… Gençlik yıllarımda zaman sonsuz gibi geliyordu bana. Hiç bitmeyecek bir şeydi benim için. Hep olacaktı. Sonra orta yaşta onun pek öyle olmadığını, pekâlâ geçtiğini gördüm. Hatta romanlarıma bile birer üst başlık olarak aksetmiştir; “Geçmiş bir daha geri gelmeyecek zamanlar” Tam orta yaş döneminde yazdığım kitaplar bunlar. Sonra daha da yaşlanınca, bir ödeşme gibi geliyor. Yani insanın geçmişte yaptıklarıyla sonsuz bir ödeşmesi… Kendi kendisiyle iç hesaplaşması, yüzleşmesi, pişmanlıkları ve o pişmanlıkların bir şekilde giderilemeyeceğinin, iyileştirilemeyeceğinin bilincine varması. Bu dönemde hissettiklerim, zamanla ilgili pek iç açıcı şeyler değil.
Sizi Ahmet Hamdi Tanpınar ile yüzleşmeye iten bu muydu?
Orada şöyle bir şey var; bugün Tanpınar’dan tam on yaş büyüğüm ben. Yaşayabilseydi acaba “Ay’daki Kadın”ı nasıl bitirecekti? Bu beni çok düşündüren bir şeydir. Zamana nasıl bakacaktı? Zamanla ilgili şiirleri arasında müthiş bir tane var; “Yekpare mavi bir akış…” diyor zaman için. Acaba zaman hâlâ yekpare mavi bir akış mı olacaktı? Ben baktığım vakit, bir girdap görüyorum.
Bir yazarı ya da okuyan ve düşünen birini zaman üzerine bu kadar düşünmeye iten şey sizce nedir?
Belki dediğiniz gibi baştan itibaren bir yazar için hatta örneğin plastik sanatlardan ya da sinemadan bir sanatçı için de olabilir bu, zaman büyük bir dokudur. Her türlü durumun zamanla ilintisi var. Nefes almanızın bile… En hayati fonksiyonlardan en fikri fonksiyonlara kadar zamanın bir ağırlığını sürekli hissediyorsunuz. Nasıl olursa olsun zaman aklınızın bir köşesinde her zaman var. Andrey Tarkovski’nin “Mühürlenmiş Zaman”ı benim için çok önemli bir kitaptır. Düşünün bir film yönetmeni ancak filmleri yetmiyor, oturup zaman üzerine bir kitap yazmak gereksinimi duyuyor. Zamanın gerçekten mühürlenmiş bir hali vardır, yaşanıyor bitiyor gibi geliyor size ama bakıyorsunuz o mühürlenmiş olarak bir mektup gibi bir yerde duruyor.
Milan Kundera, sanatçının ölümünü büyük ölümsüzlük olarak niteler
Sizin ölümsüzlükle ilgili düşünceleriniz nelerdir?
Hiç böyle bir şey düşünmüyorum, ölüyorsunuz gidiyorsunuz. Hiçbir şey kalmıyor. Üç, beş kişi bulunuyor, onlar da zaten ölmeseniz de takipçiniz olabilecek insanlar. Onların dışında hiçbir şey kalmıyor. Mesela bu romana hazırlanırken romanda geçtiği için “Zümrüt” filmini internette aradık. Hiçbir şey kalmamış. Yetişme yıllarımda hatta ilkokul döneminde bende, zaman konusunda çok büyük iz bırakmış bir filmdi. İyi ya da kötü ama bende izi olan bir filmdi. O zamanı hiç olmazsa yansımalarını yakalamak amacıyla arıyorsunuz ama yok. Bu sadece bir örnek tabii.
Sizin de oynadığınız bir film var; “Soğuktu ve Yağmur Çiseliyordu” Zaman konusunu çok güzel işler.
İlk defa sizin gibi bir insan tanıyorum. Bu filmi seyrettirdiğim ve beğenen insanlar olmuştu ama ilk defa bu filmden söz eden birini görüyorum. Müthiş bir filmdi. Hiç eskimeyecek bir film… Hem senaryosu hem rejisi hem oyunculuklarıyla muhteşem bir filmdi. Türkan Hanım’ın da, Ekrem Bora’nın da, Gülsen Tuncer’in de oyunculukları inanılmazdı. O film çok dar bir bütçeyle çekildi ancak tam bir şaheserdi. Aslında filmin ismi Udi’ydi. Engin Ayça senaryosunu okuttuğunda “Soğuktu ve Yağmur Çiseliyordu” diyaloğunu görünce, “Bu dururken başka isim olur mu?” dedim. Önce üzüldü ama sonra Türkan Hanım ve Gülsen Tuncer bana destek olunca ismi değiştirdik. Çok sevindim bu filmden bahsetmenize.
Filmin başında zamanın bir bütün olduğu ifade edilir. Bu konuda siz ne düşünürsünüz?
Evet. Zaman bir bütündür ve çemberdir. Son 25 senedir yazdığım bütün kitaplarımda o çemberi ve zaman meselesini, baştan sona o çemberi açık bırakmadan bütünleme duygusu, sanatsal bir duruş olarak bende var. Başardım mı onu bilemem ama öyle bir şey var. Yani bir öyküyü anlatırken onun bir zaman çemberi içerisinde yer alması ve mutlaka bir noktanın öteki noktaya ulaşarak daireyi tamamlaması fikri, estetik bir duruş olarak hep vardır.
O halde, zamanın ileri ya da geri gitmesi diye bir şey yoktur diyebilir miyiz?
O çok Bergsoncu olur. Belki de öyledir; bir anlamda içsel zamanı düşünürsek belki de öyledir, doğru…
O zaman hiçbir şey kaybolmaz
Evet, Bergson da bunu iddia etmeye çalışmıştır. Tanpınar da öyle… Siz iyimser bakıyorsunuz ama “Soğuktu ve Yağmur Çiseliyordu” filminin sonunu düşünün, Yıldız Parkı’ndaki ölü zamanla konuşmasından sonra tekrar sahneye çıkar ve orada baştaki şarkıcı kadın değildir artık. Başta; şen şakrak, müşterileri eğlendiren bir kadın, sondaki ise buz gibi bir kadındır. Dönüşmüştür. Film karamsarlıkla biter. Bir de oyunculuğu da muhteşemdir Türkan Hanım’ın. Yeni aldığı eşyalara bakakalır, müthiş bir sahnedir.
Dilek KARAGÖZ